İstanbul Devlet Korosuyla Cezayire gittiğimiz zaman bizi en çok şaşırtan şehir, Tilemsen olmuştu. Büyük Sahra’nın içinde yer alan kalenin dibindeki şehitlikte, Türk Levendleri ebedî uykularına dalmışlardı. Şehrin içini gezerken, ana caddeye dik bir yolun sağında solunda dükkânlar gördük. Levhaların hepsi Türkçe idi. Terzi Mustafa Kayserili, bakkal Ziya Aydınloğlu, Attar Mahmut Torunoğlu gibi.
Dükkânlara girip Türkçe konuştuğumuzda daha da şaşırdık. Bir an kendimizi, Üsküdar çarşısında zannettik. Gayet selis Türkçe ile konuşuyorlardı. Halbuki daha bir iki hafta evvel ayrıldığımız Tunus’taki Türk varlığı büyük ölçüde erimişti. Ama Cezayir’in çöl ortasındaki bu şehrinde Türkler, dillerini hiç unutmamışlardı. Cezayirde Arapçadan daha çok bozuk bir Sömürge Fransızcası konuşulur. Bizim millettaşlarımız, Fransız dilinin komuşma dili oldmasına, etraflarının Araplarla çevrili bulunmasına rağmen, hem Türkçeyi unutmamışlar, hem de varlıklarını muhafaza edebilmişlerdi.
Biraz daha yakınlık peyda ettiğimiz Tilemsen Türkleri, bize şunları anlatmışlardı. Her yaz çoluk çocuk toplanır, İzmir’e gelirlermiş. Özellikle Türk Markalarından giyim eşyası alırlarmış. Çocuklarının Türkçe ile doğrudan karşılaşmalarını sağlarlarmış. Hem de bunu gururla anlatıyorlardı. “-Peki siz, pasaport sıkıntısı çekmeden Fransay’a bilhassa Paris’e gidebilir ve giyeceklerinizi oradan alabilir siniz?” diye sorduğumuzda: “Orası Fransa, Türkiye değil. Onlar gâvur.”
Caddenin iki tarafında binek otomobilleri sıralanmıştı. Yüzde sekseni, Murat 131 modeli arabalardı. Cezayirin en önemli yemeği İrmikten yapılan bir yemekti. Cezayir irmiği, yumurtayı Türkiye’den ithal ediyordu. Lokantalarda su şişeleri ve bardakların tamamı Paşabahçe damgasını taşıyorduu.
***
6 Nisan 1534 te Osmanlı Devleti, Barbaros Hayrewttin Paşayı, kaptân-ı Deryâ nasbetmiş ve Cezayir Beylerbeyliğini de uhdesine vermişti. Ege adalarının tamamı, Akdenizin Afrika kıyılsrı bu beylerbeyliğe bağlı idi.
1827 de Fransa kanlı bir soykırımla Cezayir’i işgal etti. Paris’in aşk çocukları, çölde vahşetin en büyüğünü sergilediler. Gariptir bu kibar vahşîler, bizi de soykırımla suçlayanların başında geleceklerdi. Hem de utanmadan.
1962 de paraşütçüler hareketi, General Salan, Başkan de Gaulle ve Ahmet Bin Bella, derken Fransa Cezayirden çekildi. Çekildi ama, Akdenizin altından ihtiyacı olan petrol ve doğalgazı emmeye devam ederek, arkasında mahvolmuş bir millet bırakarak, sömürge şartlarını uyguladığı bir zavallılar ülkesi bırakarakçekildi.
140 seneye yakın bir zaman önce terkettiğimiz, Rumeli gibi Vatan yaptığımız Cezayir, bakınız bir İsparta Türküsünde nasıl dillendirilmiş:
Cezayir'in harmanları savrulur
Savrulur da sol yanına devrilir
Sarı buğday samanından ayrılır
Sokakları mermer taşlı
Güzelleri hilâl kaşlı... Cezayir
Cezayir’in gemileri yağlanır,
Yağlanır da urganlara bağlanır.
Sokakları mermer taşlı
Güzelleri hilâl kaşlı... Cezayir
Gemilere çürük tahta dayanmaz
Yiğitlere gaflet bastı uyanmaz
Aman Allah buna canlar dayanmaz
Sokakları mermer taşlı
Güzelleri hilâl kaşlı.... Cezayir
Cezayir'i bir ikindi bastılar
Camilere çifte çanlar astılar
Yiğitleri kurban diye kestiler
Sokakları mermer taşlı
Güzelleri hilâl kaşlı ....Cezayir
Bu Türkü bir gelin alma havasıdır. “Hem ağlarım hem giderim” hüznü ağır basan bir havadır. Düşünenleri geçmiş asırlara, Barbaroslara, Turgut Reislere, Cezayirli Hasan Paşalara götüren bir türküdür. Cezayirin bir ikindi vakti baskına uğradığını, ilk iş camilere çan asılıp kilise yapıldığını, yiğitlerin kurban gibi kesildiğinin hikâyesidir bu. Biraz duyugulu olan kişinin içi sızlamadan bu türküyü dinleyemez. Bu Türkü bir zamanlar Akdeniz’in Türk Gölü olduğunun unutulmamasını tekrar eder.
***
Bilhassa denizcilerimiz uzak sularda gazâ ederken şiir söylemişlerdir. Bunların en başarılılarından biri, Seydî Ali Reis’dir. Klâsik tarzda şiirler söyleyen bu Kaptân-ı Deyâ, Fuad Köprülü’nün bir kıt’asını tesbit ettiği türkü de söylemiştir.
Deniz üstünde yürürüz,
Öcümüz komaz alırız,
Düşmanı arar buluruz;
Bize HAYRETTİ’NLİ derler.
16. yüzyılın denizci şairlerinden “Gedâ Muslu” şiirini, adetâ deniz güzellikleri ile örmüş. Bir taraftan yüreği yanık bir şair kelâmı ederken, asker olduğunu, askerin mesleğinin savaşmak olduğunu da şiirlerinde aksettirmiş.
İspanya Cezayir’e haber göndermiş
Komazam oğlumu alurum demiş
Eğer vermezlerse kıyâmete dek
Ben de bu dert ile ölürüm demiş.
Kaailim beş yıla etseler vâde
Cümle emlâkimi veririm yâde
Peşkeş verirlerse Sultan Ahmed’e
Müslüman ederler bilürüm demiş
Gedâ Muslu eydür görün harcını
And içti İncil’e tuttu yüzünü
Neylerim ben şimdengeru tahtumu
Varup bir kilsede kalırum demiş.
***
Gör imdi ne demiş Cezayirli de
Vermezüz oğlunu bilmiş ol senün
Biz anı gönderdik Sultan Ahmed’e
Kara haberlerin almış ol senün
Yürütmeyiz Akdeniz’de gemini
Hakk’ı koyup puta tuttun kendini
Çevir İslâma şol kâfir dinini
Gel yezit müslüman olmuş ol senin
Yine büktük İspanya’nın belini
Ondört beyzâdeyle aldık malını
Hoş eğlenir idin Mısır yolunu
Hele ettiklerin bilmiş ol senin
Gedâ Muslu eydür gördüm cûşunu
Gece gündüz ağla salma yaşını
Kilisenin taşlarına sür başını
Yürü var bir zaman çalmış ol senin
Haydar Sanal, 1974 yılında “Çöğür Şairleri” adlı bir kitapta şair, “Armutlu’un Türkülerini ve notalarıyla yayınlamıştı. Garp Ocaklarının bu Levend Ozanı, Murad Reis dönemini dile getirmiş. Şiir incelendiğinde, eski denizciliğimize ait, gemi deyimleri, bahriye sözleri , deniz savaşlarının uygulanış şekillerini öğreniyoruz.
Yine bu şiirlerde, Anavatan’dan millerce uzakta, savaşırken, Padisah adına hareket edildiğini, şehitlik mertebesinin kutsallığının vurgulandığını, kısacası Dîn ü Devlet adına hareket edildiği vurgulanıyor.
Murad Reis bize Gülbang çektirdi,
Din-i İslâm bayrağını çekdügü vaktin.
Padişah uğruna niyet eyledi,
Çıkıp Cezayir’den gitdügü vaktin.
Gaaziler ceng içün gördü silâhı,
Dayanmaz muhannet buna yüreği,
Hep Kâfirler koyuverdi küreği,
Yezit gelüb kıçdan çattığı vaktin.
Yiğit yengil hep küreğe yapıştı,
Kıçtan top otuna odlar erişti,
Muhammed’in şefaati yetişdi,
Gemi Yandı deyüb gördüğü vaktin.
Murad Reis eydür: zâhir batında,
Yâ rab hâcetim kabul et katında,
Gök duman içinde kaldık tütünde,
Kâfir baş topun attığı vaktin.
Armutlu ey der: be sultânım hakla
Heman yezidlerin fendi top ile,
Alarga etdirdik tüfenk ok ile,
Beş pâre Kadırga çatdığı vaktin.
İkinci Türküsünde de yine aynı öz yorumu yapmış:
Murad Reis Eydür: Hey gaaziler hazır olun vaktinize
Hazret-i Ali Düldül’e bindügü günlerdir bu gün
El ayak burdahaş olur şehid olur gaaziler
Analar oğul deyüp andığı günlerdir bu gün
Gün doğmadan rast geldim ol Yazidî pusuda
Ümidimiz budur Hakdan kılıç arşa asıla
Döğüşelim ey gaaziler nice başlar kesile
Ulu Kuşlar leşlere doyduğu gündür bu gün
Bu içiş korsan gemisi Mısır’ın yolunu kesen
Kerbelâ’da şehid oldu İmam Hüseyin Hasan
Aldın Kâfirin gemisin şükür grldin sağ esen
Cezayirlü şen olup geldügü günlerdir bu gün
Armutlu ey der: Ey gaaziler boyanmış kana
Kendünüze mağrur olman günya fenadır fena
Derya yüzünde Hûriler ceng eder bâd-i sabâ
Muhammed’e mûcizat endügü günlerdir bu gün
Rumaliden, Ortadoğu’dan, Garp Ocaklarından biz çekildik. Anavatana döndük. Bizi arkadan vuranlar, düşmanlara uşaklık edenler, Sine çölünde Askerimizin su içtiği kuyulara zehir atanlar, Tanrının şaşmaz adaletinden kaçamadılar. Canları dahil hiçbir şeyi kurtaramadılar. Birbirinin canavarı kurdu oldular.
Evet biz, Cezayirde de vatan kaybetmiştik.
31 Aralık 2014, Beylikdüzü, İstanbul