Sanırım, 1943 veya 1944 yıllarıydı. Bayburt'ta, bir pazar günü kuşluk vakti, kaleden  kuvvetli bir patlama sesi geldi. Gerçi o yıllarda Kale şimdiki gibi koruma altında değildi. Kalenin kayalıklarında açılan deliklere dinamit yerleştirerek taş elde edenler de vardı. Bu patlamayı da önce onlardan gelen bir patlama sesi zannettik.

Çok geçmeden durum aydınlığa kavuştu. Bent mahallesinin üstüne, patlamanın arkasından insan parçaları yağmış. Herkesi bir telâş sardı.

Mesele şuydu. Şimdiki Şair Zihni caddesinden sola dönüp Semercilik caddesine girilince köşede bir demirci vardı. Hatta konkalarımızı ondan satın alırdık. Bir oğulları vardı. Biz ona Fiko derdik. Evleri de Memmed Saleh'de, bizim oturduğumuz, Müftülerin Konağı'nın üstündeki sokaktaydı. Fiko mahalle ve oyun arkadaşımızdı. Onu çok da severdik. Bir dilsiz yakınları ağabeyimiz vardı. Bu lal ağabey, bir döğüşe bakarken, başıma isabet eden, Şabankaya'dan atılmış taş parçasının açtığı yaraya tütün basarak kanı durdurmuştu. Yara izi halâ başımda.

Fiko demirci dükkânına gelen hurdalar arasında patlamamış, parlak sarı renkte bir top mermisi bulmuş. -Ben bu silindir biçimli, barutu ve kapsülü boşaltılıp kap olarak kullanılan top mermilerinden bazı evlerde görmüştüm.- Kaleye götürüp bir çukur kazarak mermiyi toprağa gömmüş. Pazar günü de mermiyi çıkarmak için eline küçük bir kazma alıp, hazinesini kazarak çıkarmaya çalışmış. Lânet bomda taaa Birinci Cihan Harbi'nde atıldığı namludan çıktığı zaman patlamamış, Fiko'nun ilk kazmasıyla patlamış. Ve çocukcağızı parçalamış.

***

Bayburt o yıllarda inanılmaz bir asker varlığına sahipti. Kışlalarda meşhur 7. Alay kalıyordu. Koruktaki Deveci Hanları, Ulucami askeriyeye tahsis edilmişti. Hatta Çarşı hamamının arkasındaki kervanların konakladığı yerler bile asker kaynıyordu. Büyüklerimizden duyduğumuza göre, “Bayburt yedinci mevki-i müstahkem”di. Bu askerî mahallere dönüp bakmak, yaklaşmak, şüpheli hareket sayılır, kimse cesaret edemezdi. Hatta Erzurum Tren İstasyonu'nun sol tarafında büyük bir levha  dikilmişti. “Fotoğraf çekmek, Harita çizmek, Dürbünle bakmak yasaktır!” 1958'de Ercişteki görevimden dönerken bu levha halâ duruyordu. Ve Sarıkamış'a kadar 90 santim genişliğinde dekovil denen terenlerin işlediği “Darhat” tabir edilen  demiryolu döşeliydi. Sarıkamış'tan sonra ise Kars'a kadar,  Rusların döşediği, “Gemiş hat” denen raylar döşeliydi.

Biz çocukken Bayburt'ta, hepimizin ceplerinde tüfek boş kovanları, mermi çekirdeği bulunur, onlarla oyun oynardık. Hatta benim patlamamış yepyeni bir tanksavar mermim bile vardı. Eğer kapsülüne dokunulmazsa patlamayacağını bilir ona göre dikkatle oynardım. Tüfek mermilerinin içnde bazan karabarut, bazan da ince çubuklar haline getirilmiş açık kahverengi demet halinde barut bulunurdu. Merminin kurşununu, taşların arasına sıkıştıpıp, eğip bülerk çıkarır, içindeki barutu, kendi yaptığımız ilkel silâhlarda kullanırdık. Sonra bir çivi ile fünyeyi patlatır, mermi kovanını zararsız hale getirirdik. Bu boş kovanın yan tarafına çiviyle bir delik açardık. Tahtadan yaptığımız bir tabancanın namlusuna bu boş kovanı ilâve ederdik. Kovana az barut koyar, paçavralar sıkıştırırdık. Kovanın yanına açtığımız deliğin önüne gelecek şekilde bir kibrit başını yerleştirir, kibrit kutusunun eczalı kısmını kibrit başına sürtünce alev barutu patlatırdı. Bu oyuncakları mam köyündeki arkadaşlarımla gizlice oynardık. Hatta benim 30-40 santim boyunda, demir namlulu, patlayabilen, küçük çakıltaşları atabilen bir tahta tüfeğim bile vardı.

Tarlalarda çift süren akrabalarımız,  saban demirlerine ve pulluklara (Kotan) takılan pek çok silâh ve mühimmat yığınlarına rastlardı.

Şu çok iyi bilinmelidir ki, Bayburt Düzeker Ovası. Hart Ovası (şimdi Aydıntepe) Yukarı Ova ( Hindi Hanları ve Keçevi düzü) da, hiçbir tarla, arazi, tepe, dere yatağı boş değildi. Çok şiddetli savaş yılları yaşayan bu arazilerdeki, ya saklamak için toprağa gömülmüş veya tahrip olmuş, bazısı da çok sağlam kalmış silâh ve mühimmat doluydu. Hele tüfek olmayan ev yoktu. Fransız dokuzlusu, Rus Dokuzlusu, Henri Martin, Karabina (İtalyan Tüfeği) her evin büyük odasının duvarında asılıydı. Tabancalar da çeşit çeşitti. Nagant denilen Amerikan toplı tabancaları, 7/65 veya 6/65 lik otomatik şarjörlü tabancalar, meşhur Barabellum tabancalar. Belçika ve Çekoslovak tabancaları. Bütün bu silâhlar yasak olmasına rağmen saklanır ve bulundurulurdu. Resmi aramalarda gizlenir, kolcular ve Jandarma gittikten sonra ortaya çıkarılırdı. Kimde silâh olduğu bilinir ama kimse ihbar etmeyi düşünmezdi. Bu, meşhur 93 harbi ve Macirlik harplerinden ve Ermeni çetelerine karşı  halkta, bilhassa köylerde oluşan bir savunma refleksiydi.

Bayburt'tan Çaykara yoluyla Soğanlı dağlarına ve Sürmene arazisine ulaşmak kolaydı. Sürmene de çok güzel kama, Yılan Dili denen biri sivri, bir kısa ve küt çifte bıçak, Avrupa tabancalarının birebir mükemmel kopyaları yapılır, el altından bizim memleketimize de gelirdi.

Tuhaftır bu kadar silâhın bol olduğu memleketimizde, 50-60 yıl içinde işlenen cinayet dördü beşi geçmez. Bilhassa köylerdeki büyükler, her ihtilâfa bir çözüm yolu bulur, zabıtasız, mahkemesiz davalar halledilirdi.