Rûşen Eşref’in Diyorlar ki, Yusuf Ziya’nın Bizim Yokuş ve Portreler’i kitapları, canı gibi kalemi de her zaman sıkkın Necip Fâzıl’ın Bâbıâli adlı kitapları ve daha niceleri... Başlıktaki kitap ise daha yeni. Mehmet Nuri Yardım dostumuzun topladığı mülâkatlardan oluşuyor. Kitapta 26 şahsiyet yer alıyor. Bu zatların içinde bizim de tanıdığımız, samimî görüştüğümüz, ama amansız ecelin ayırdığı şahsiyetler de var.
Kitabın en dikkate değer özelliği, muhaverelerin son derece akıcı ve samimî bir üslûpla yazıya geçirilmiş olması. Türk tefekkür tarihinin önsözü niteliğinde olduğu halde, sohbet havasını muhafaza edebilmesi.
Bâbıâli’de Hayat, Tanzimat Devri, Mütareke Devri ve Cumhuriyet Devri sanat, edebiyat ve toplumdaki değişimleri konu edindiği halde, her kesimdeki okuyucuya hitap edebilecek bir rahatlıkla okunuyor. Dil bakımından ise tam not almayı hak ediyor. 200 kelimeyle sokak argosu ile konuşan ve yazan yazar-bozarların günümüzdeki çalı süpürgesi hışırtısı bu kitapta yok. Hüseyin Rahmi, Abdülhak Şinasi, Reşat Nuri, Yakup Kadri, Refik Halid’in üslûbu kelimeleri, cümle kuruluşu ile kaleme alınmış. Aynı zamanda bir başucu ve müracaat kitabı.
Bâb-ı Âli Gülhane bahçesi tarafındaki muhteşem kapı’nın adıdır. Sonraları sadrâzamın ikâmetgâhına isim olmuştur. Milletlerarası siyaset dilinde, Devlet-i Aliyye’nin, yani Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetiminin dünyaya beyanı, idaresindeki devletlerin siyasî, askerî ve mülkî meselelerinin halli için gereken devlet yönetimi davranışları merkezi kabul edilmiştir.
Bâb-ı âli tabiri, ilim ve irfan hayatımızla ilgili olarak yayınlanan, Gazete, kitap ve basılı malzemenin üretim merkezi manasını da kazanmıştır. İşte Mehmet Nuri Yardım’ın Bâbıâli’de Hayat kitabı semtin bu cephesini konu edinmiştir.
İstanbul’dan uzakta yetişenler çok iyi bilirler. Kitabevleri esâtirî mâbetler gibi düşünülür. Yazarlar, insanüstü melekelerle donatılmış, erişilmez kişilerdir. 1920-1970 yılları arasında Anadolu’da yetişen okuma tutkusu inanılmaz derecelerde olan gençler için Bab-ı Âli, Kafdağı’nın ardındaki hayal şehirdir. Sokak adları, köşeleri ezberlenir. Oralarda hayali gezintiler yapılır. Şiire kabiliyetli olanların bir şiiri yayınlamışsa, kendisini dehâ gibi görür. Bütün yakınlarına gösterilir. Hele hele muharrirlerden, iki satır mektup, tebrik kartı alınmışsa bu, genci aylarca, yıllarca haz denizlerinde yüzdürür.
Daha 60’lı yıllarda bile Bayburt, Diyarbakır, hatta Erzurum ve Trabzon’a günlük gazeteler, gemi, posta treni vasıtasıyla üç günde bir ancak gelirdi. Hasretle beklenen bu yayınlar didik didik edilir, iş bulma ilânlarına varıncaya kadar okunurdu. Gazete sahipleri, başyazarlar, romancılar, çizerler bu günkü futbolcu ve mankenlerden kat kat fazla tanınırdı. Onlara gıyaben gıpta edilir, haklarında tartışılır, bu arada gençlerin siyasî akîdeleri teşekkül ederdi.
Bâbıâli’de Hayat kitabını okurlen bazı cümlelerin altını çizdim; 86. sayfada rahmetli Ergun Göze ağabeyimiz, şöyle diyor.: “...sol millî ihanetle, sağ ise malî ihanetle mâlûldür.”
91. sayfada Ferit Ragıp Tuncor’un mülâkatında altını çizdiğimiz cümle şöyle: “...romancımız Mehmet Vecihi’nin, Mehpâre ve Hikmet romanı çok güzel. Ama bu günkü nesiller, bu romandan habersiz.” Bahis konusu romanın hayli hırpalanmış eski Türkçe bir nüshası elimize geçmiş ve romanı okumuştuk. Hakikaten akıcı ve yakıcı bir kitaptır. Vecihi’nin daha başka romanları da var.
128. sayfada hiç duymadığımız bir tâbir öğreniyoruz. “yazıkatür” İsim babası Lütfü Oflaz. Kelimeye vuruldum. Deneyeceğim, bakalım “YAZIKATÜR”le ahbaplık yapabilecek miyiz (!)
149. sayfada, halâ vefatına inanamadığım, Olcay Yazıcı’mızın, İbn Haldun’dan naklaettiği: “ ...suyun suya benzediği gibi, geçmiş de geleceğe benzer.” cümlesini, can dostumuzun sesinden dinliyormuşum gibi algıladım.
180. sayfada çizdiğimiz son cümle ile bu bahsi kapatacağım. Vecdi Bürün, günümüz yayıncılığını ve irfan ve ilim endişesi tanımayan, aslında kendi ölüm fermanını yazan, okuyucu yetiştireceğine, dil ihaneti, milî sanat düşmanı, sadece boya cambazı, külhanî ağızlı boyalı matbuatı çok çarpıcı bir cümle ile hülâsa ediyor: “Bu varapârelerdeki kişiler, herkesi kendileri gibi kör, sağır ve sığır zannediyor. Onlara haykırıyoruz: ‘Aynaya, aynaya !!”
Vecdi Bey, vecd ile uyarıyor: “CAHİLİN AKLI GÖZÜNDEDİR.”
(7 Temmuz 2014, Beylikdüzü, İstanbul)