Bir şairin şiirine başka bir şair tarafından aynı biçim, vezin, uyakla/ayakla yazılan şiire deniyor nazîre. Divan edebiyatı nazım türü olmasına karşın, halk edebiyatında da bu şiir tekniğinden yararlanılmıştır. Kelime Arapça "eş, değer" anlamlarındaki nazir’den gelir. Örnek alınan şiire model şiir (zemin şiir), yeni yazılmış olana nazîre; yapılan işleme ise tanzîr denilmektedir. Nazire geleneği Türk edebiyatına İran edebiyatından geçmiştir. İranlı şairler nazireye “cevâb” adını verirler.
“Halk Edebiyatında en çok nazire, Bayburtlu şairler arasında olmuştur” dersek, abartmış olmayız. 150 yıllık bir dönemde üç ayrı kuşakta yaşam süren, Bayburtlu Zihnî, Bayburtlu Celalî ve Hicranî arasında çok hoş nazireler olmuştur.
Zihnî’nin “Vardım ki yurdumdan ayak göçürmüş/Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı” dizeleriyle başlayan o ünlü koşmasına benzer bir koşması daha vardır ve buna Celalî ve Hicranî’den nazireler gelmiştir.
Sırayla görelim bu şiirleri:
ZİNHÎ:
Yıkmış çadırları göç etmiş Leylâ
Vardım ki boş kalmış yar otakları
Dağı mesken etmiş biçâre Mecnun
Akıtmış gözünden kan ırmakları
Zeyd ile gönderdim Leylâ’ya nâme
Dedi iy’getirdin ağyârı kâme
Akibet yâr oldun İbn- Selâma
Neyledin ettiğin o misakları
Zihnî’yim akıttın dîdem yaşların
Yedi yıl bekeldim bulak başların
Dağıt bu derneği, sav savaşların
Bozuldu kabail ittifakları
CELÂLÎ:
Çekmiş gam kervanın yük tutmuş Leylâ
Gözüne aldırmış pek ırakları
Vardım ki oturmuş hicran köşküne
Dağıtmış başından hep çırakları
Mecnun gözyaşına derya dedikçe
Her katresi birden Mevla dedikçe
Sevda çöllerinde Leylâ dedikçe
Arşa direklenmiş aşk ocakları
Biz söze aldattı şeydâyı Leylâ
Yedi yıl bekletti sahrayı Leylâ
Bilmezdi Celâlî Leylâ’yı Leylâ
Sevdadır kaynatan bu nifakları
HİCRANÎ:
Vardım dost bağına el çekmiş bağban
Dolanmış bülbülün dert ortakları
Ah çeker sümbüller çiçekler vîrân
Hâr ile horlanmış gül budakları
Baykuşlar oturmuş hicran köşküne
O dilber bakmadı garip düşküne
Eğilip yüz sürdüm yar eşiğine
Belki değmiş ola gül ayakları
Hicranî’yem duydum yaman halların
Yedi yıl gözledim Halep yolların
Dağıt kalbindeki kıyl u kâllerin
Günbegün artmakta bu merakları
Bayburt’un son dönemlerde yetiştirdiği en büyük şairlerden biri olan Yahya Akengin, Bayburt’un 1989 yılında il olması dolayısıyla yazdığı o güzel şiirine, Zihnî’nin yukarıya aldığım şiirinin iki dizesi ile başlar. Bu şiirin ilk ve son kümelerini de güncel nazire gibi değerlendirip sunmam gerek:
Düşlerimin zor geçitleriydi
Kop’lar, Zigana’lar, her gün bir
Leyla’nın göçüp
Bir hasretin tutuştuğu seneler…
Kanatlarında suskun müjdeler
Dolanırdı Çoruh boylarında turnalar
(…)
Kursun çadırları artık otursun Leyla
Söylensin otağında vuslat türküleri
Bir yanı gümüş diyarı, bir yanı yayla
Atlaslarda açan yeni bir çiçek
Gören gözler Bayburt diyecek
Bayburtlu Celâlî hakkında kısa bir bilgi vermem gerek, bu bilgi, bu şairin gücü ve yeri hakkında fikir verecek, ne yazık ki Zihni kadar tanınmıyor bu değerli şair. Celâli, Bayburt’un Tahsini (Ozansu) köyündendir. Çobanlık etmiştir o köyde. Yokluk içinde hayat sürmüş, kendi deyimiyle “Üç kot arpa beş kot çavdar ekmiş” onunla geçinmeye çalışmıştır. Celâli’nin ününü artıransa ölen karısına yazdığı şiirdir. Bayburt yöresi halk edebiyatı araştırmalarının kaynak kişisi durumunda olan eski milletvekili rahmetli Ekrem Ocaklı’dan dinlediğim (Ocaklı babamın halasının oğludur) bu şiirin öyküsü oldukça anlamlı ve acıklı. Yokluğu paylaştığı, derdini çok çeken karısının ölümü çok sarsmıştır Celâli’yi. Karısının tabutu musalla taşına konur, cenaze namazı kılınır, helallik alınır, Celali seslenir Hoca’ya:
-Hoca dur hele, sıra bende, karıma diyeceklerim var!
Hoca, başkası olsa tersleyecektir. Fakat bilir Celali’yi, Sünür medreselerinde dini bilimler tahsil ettiğini bilir, bir gönül adamı olduğunu bilir, boynunu büker, “Peki” der.
Celâlî “Ağıt” adlı şu şiiri doğaçlama olarak orada söyler:
Ev bark etmek için tenli mereği
Düzüp koşmak idin tepir eleği
Şu kavdan yaptığın tecir tereği
Divan-ı Bâri’ye yadigâr götür
Elinde ördüğün çöpür ağını
Kâhan eylediğin kelem bağını
Şu kabal biçtiğin sap orağını
Al ulu Tanrı’ya bergüzar götür
Yetim gömleğini diken iğneyi
Her gün yal verdiğin topal ineği
Ayran topladığın şu ak küleği
Mahşer yığnağına sakla, sar götür
Üç kot arpa, beş kot çavdar ekerdik
Kesmik ekmeğine hasret çekerdik
Namertlere ağu merde şekerdik
Sözünü tekrar et iftihar götür
İle kısmet balsa bize pay taştı
Yokluktan derdimiz deryalar aştı
Açlıkla uğraşmak hayli savaştı
Çektiğin mihnetten ah ü zâr götür
Yetim kalmış idin emzik tavında
Gamınla kardeştin gençlik çağında
Bir gül yeşertmedin vuslat bağında
Gönül yaraların beraber götür
De ki Kadir Mevlâm bize ilişme
Dünyada sızıyan çıbanı deşme
Celâli Baba’dan sorma, söyleşme
Bu dertli çobandan selam var götür
Celâlî’nin ustalığını sergilediği üç dörtlüklük bir güzel şiiri daha vardır ve Hicrânî’den nazire gelmiştir bu şiire:
CELÂLÎ:
Karadeniz olsa âşıkın aşkı
Yüksektir yaylamız taşamaz burda.
Bir yiğit ne kadar kahraman olsa
Karlı dağlar vardır aşamaz burda
Lutf eyle sevdiğim sana yazıktır
Sen bir dilbersin ki menendin yoktur
Bar veren ağacı ırlayan çoktur
Keserler kökünden yaşamaz burda
Gedânın vârisi beylerdir dersem
Cenneti hacıya hocaya versem
Yolun doğrusunu nâsa göstersem
Derler ki Celâlî şaşamaz burda.
HİCRANÎ:
Tellal olup gezse kahraman-ı aşk
Ağırdır metaım satamaz burda.
Altın kantar gümüş çengel takılsa
Cebel-i lokum var tartamaz burda
Kerem kıl sevdiğim peçeyi kaldır
Bilinmez kıymetin sarrafın boldur
Karanfil aşlasan, derler çalıdır
Çürütür toprağı tutamaz burda
Hakikat yolunu nâsa dünyada
Müstakim babından göstersin yad’a
Konup gül dalına versem hoş sada
Derler ki Hicranî ötemez burda.
Evet bu şiire bir nazire de ben (BAYBURTLU CAZİM GÜRBÜZ) yazdım. Onunla bitireyim:
Ünü büyük olsa, dünyalar kadar
Sıra-saygı vardır şişemez burda
İçsel yorumları yapamayanlar
Sırlar çıbanını deşemez burda
Eller hem yakarır, hem emek verir
Diller hem öz verir, hem yürek verir
Evler hem tuz verir, hem çörek verir
Helal şarttır, haram pişemez burda
Çözümün yerinde yeller esemez
Ezilenler birbirine küsemez
Sırtı kalın rızkımızı kesemez
Arkasızlar açık düşemez burda