Koca Yusuf’u herkes bilir hakkında çok yazılmıştır, çok konuşulmuştur, Türk Güreş Tarihinin önemli bir bölümüdür Koca Yusuf.

Peki ya Kara Yusuf… Onu Bayburtlu bile tam bilmez…

Rahmetli babam güreşçileriyle ünlü Erzurum’un Tortum ilçesinde görevliyken, o yılların yaşlı pehlivanlarından komşumuz Raif Dayı’ya sormuştu Kara Yusuf Pehlivanı. Raif Dayı “Gördüm, tanıştım, hikâyesini de bilirim, fakat o Türkiye’de güreş tutmamış, burada o kadar meşhur değildi” dedi. Bu “deme” çocuk belleğimde yer etti.

Etti ya, işte o kadar… Kara Yusuf hakkında yazan olmadı yıllarca, dillerde kaldı yalnızca. Derken, Muhlis Aydın, yazdı Kara Yusuf’un romanını. “Yamalı Dağın Aslanı” adlı bu kitap, BKY Yayınları’ndan çıktı. Okudum o kitabı, Kara Yusuf’un Çarlık Rusyası’nda Rusya şampiyonu olduğunu ve Çar’ın elinden altın kemer aldığını, daha sonra Avrupa’ya geçip Polonya’da birincilikler aldığını öğrendim.

2013 yılında Bayburt Postası’nda yazı da yazdım bu kitap hakkında.

Yazar, Yusuf Pehlivan’ın ya da asıl adıyla Abustalı Bekir’in gezdiği yerler hakkında ayrıntılı ve ilginç bilgiler edinmiş ve bunları anlatıma katmış, bu da romanı zenginleştirmiş. Sözgelimi bendeniz Azerbaycan’ın tarihine, coğrafyasına, edebiyatına bunca meraklı bir adamımdır, onca yazmışımdır, kaç kez gidip görmüşümdür oraları, fakat Muhlis Bey’in Karabağ’a dair anlattığı anekdotları ilk kez duydum ve çok sevdim. Karabağ’la ilgili olan birini size de aktaracağım yazarın kaleminden. Ama önce Bayburtlularla Azerbaycanlıların benzerliği bağlamında pehlivanlar arasındaki sohbete kulak verelim:

“-Memmed Ağam! Sizin konuşmalarınız bizim Bayburt’un konuşmalarına benziyor. Herhalde Azerbaycanlıların hepsi bizim Bayburt’tan gelme.

-Men ele duymamışam. Menim bildiğime göre sizin Bayburtlular buradan getmeler. Şele ki: Tee bundan belkim de min sene evvel haçan ki Moğollar bizim buraları bastı. İşte o zaman Azat Musa adında bir igit, altmış min hane ile Erzurum tereflerine getmişdür. Ola ki altmış hane halkının kısm-ı küllisi sizin Bayburt’a yerleşmişdür.


-Anlaşılan senin dediğin doğru, çünkü siz daha çoksunuz.”


Evet şimdi de Karabağ’da altın dişli Ermeni kuyumcunun başına gelenleri Pehlivan Deli Memmed anlatsın:


“Bir zamanlar bizim buraya bir Ermeni gelir yerleşir ve kuyumcu dükkânı işletmeye başlar. Gel gör ki bizim Hankendi (Karabağ’ın başkenti C.G) halkı yabancıdan hoşlanmaz. Ermenileri ise heç sevmezler. Bu işe bir çare bulması içün toplanur ve Ali Haydar’ın yanına giderler. Ali Haydar onları dinler ve ‘Tamam siz merak etmeyin’ der ve ertesi gün Ermeni kuyumcunun dükkânına gider. Müşteri kimi etrafa bakınırken Ermeni’nin altın dişlerini görür. Güya merak etmiş gibi dişlere hayran hayran bakar ve der ki: ‘Sat bu dişleri mene, iki kat pul verem sene.’ Ermeni ‘olmaz’ der, bizim ki ‘Merak etme hemen almayacağım, pulunu indi verip dişleri sen ölende alacağam’ deyince, Ermeni içinden ‘Akılsız Azeri Türkmeni’ diye söylenir ve bizimkine ‘O zaman tamam ama yazalım bunu’ der. Böylece aralarındaki bu anlaşmayı yazar ve altını imzalarlar. Ali Haydar ertesi gün sabah ezanı okunmadan Ermeni’nin evinin kapısını çalar. Uykulu uykulu açan Ermeni karşısında Ali Haydar ile tanımadığı bir adam görür. Ali Haydar:


-Aynı şartlarla dişleri bu arkadaşa satacağım!


Ermeni:


-Aynı şartlarla olduktan sonra!..


-Ele de, bu arkadaş alacağım mal görmem lazım der! Şimdi sen aç ağzını dişlerini bi görsün. 

Ermeni, çaresiz, ağzını açar, alıcı da dişlerin kimini çekiştirir, kimini ırgalar ve yandan bakar alttan bakar. Hülasa-i kelam Ermeni’yi canından bezdirip çekip giderler. Getme de ne getme. Yarım saat sonra bizim Ali Haydar başka alıcılar bulur ve Ermeni’nin ağzı bir günde kırk defa muayeneden keçer. Gece gündüz devam eden bu işkenceye Ermeni daha fazla dayanamaz ve köçünü yükler Hankendi’yi terk eder.”