“Dün düşman siperlerden kaçıp geride mevzi almış. Bizim asker de ilerleyince topçumuz ateş kesmişti. Bulunduğumuz yer pek tehlikeli. Topçu ateşi yine başladı. Doktora tehlikeyi anlattım. Arka cephemizdeki tepenin arkasına geçtik. Harp büyük bir şiddetle devam ediyor. Korkaklar gerilere kaçıyorlar. Bu sırada Bayburt Fırkası (9.Fırka) geldi. Burada durup güzel bir dua ettiler. Doldur ve kapa komutu bir saniye devam etti etmedi, harp diye yayıldılar. Kaputlarını çıkarıp çantalarına sararak harbe atıldılar. Maşallah aslan gibi askerler. Bugün iki gündür bir meydan muharebesidir devam ediyor. Düşmanın tahkimatı pek kuvvetliydi. Bizim taburların dün hücum ettikleri yere, öğleden sonra Bayburt Fırkası da hücum edince, düşmanın sağ kanadını yerinden söktük. (…) Önceki gün gelip de harbe giren Bayburt Fırkası harpte düşmana çok kayıp verdirmiş. Zaten baba herifler, harbe girerken ne can asker oldukları anlaşılıyordu. Hatta arkada kalan mekkarecileri harbe girmek için zabit ve çavuşlarıyla bayağı kavga ettiler. Halbuki bizim fırkada günde sekiz on er, kazayla kendilerini vuruyorlar.”
Bu satırları Türkiye İş Bankası Yayınları arasından çıkan “Bir Onbaşının Doğu Cephesi Günlüğü 1914-1915” adlı kitaptan aktardım.
Kitabın yazarı Ali Rıza Eti, yayına hazırlayan Gönül Eti. Ali Rıza Eti, Eğinli bir genç, 1914 yılının sonbahar aylarında silah altına alınıyor, bin bir sıkıntı ile Erzincan üzerinden Erzurum’a sevk ediliyor. Sonra Sarıkamış Harekâtı öncesi yapılan Köprüköy Muharebelerine katılıyor Sıhhiye Onbaşı olarak (Abisi askeri doktor olduğu için). Fakat yaman da bir savaşçı, çok iyi el bombası atıyor, “bombacı” lakabı veriliyor kendisine.
Ali Rıza Eti, gördüklerini, yaşadıklarını bir tamam yazmış ve nesnel olarak yazmış, kimseye hatır bağışlamamış. Kendisinin bile ayıplarını yazmış içtenlikle, sözgelimi bir hemşerisinin sekiz lirasını alıp sekiz aylık hava değişimi verdiğini, yani rüşvet aldığını ve bunu daha sonra da devam ettirdiğini açıklıyor. Cepheden de ilginç bilgiler veriyor elbette. Sözgelimi, o asıp kesen Dersimlilerin savaşta kuzuya döndüğünü, II.Abdülhamit’in kurduğu Kürt aşiretlerinden oluşan Hamidiye Alaylarının ise yağma ve talandan başka bir işe yaramadığını açıklıyor. Erzurum il merkezinde oturan halkı ise yerden yere vuruyor.
Ve yukarıya aldığım, Bayburt Fırkası için yazdıkları… Gurur verici… Benim için bir gurur daha var o satırlarda, o fırkada dedem de var çünkü… Sarıkamış’tan yaralı dönmüş dedem, birkaç ay sonra da Erzincan’a çağrılmış ve bu kez de Çanakkale’ye gönderilmiş. Geçende sosyal medyada bir arkadaşla bir konuyu tartışırken bunları yazdım, o arkadaşımın emekli subay olan ve geçen yıl bir densizliği nedeniyle haddini bildirdiğim bir arkadaşı şöyle yorum yaptı: “Senin deden iki cepheden de ölmeden döndüğüne göre mutlaka firar etmiştir”.
Buna söylenecek çok söz vardı ama baktım ki değmeyecek, anladığı dilden verdim yanıtını: “Sen köpek oğlu köpeksin… Benim dedemin nerelerde ne olarak bulunduğu Enver Paşa’nın verdiği beratta yazılı… Senin deden nerede idi ulan?!” diyerek…
Evet… Bu kitabı mutlaka okuyunuz, daha neler var neler…