Asıl adı Ali Kurt, yazarlık adına oğlu da eklemiş, Ali Kurdoğlu olmuş. 1936 yılında Bayburt’un Merkez Darıca Köyü’nde doğmuş… Çeşitli okullarda öğrenim görerek öğretmenlik mesleğine başlamış. Yurt dışında da mesleği ile ilgili olarak bulunmuş. Kendini ve yabancı dilini geliştirmiş. 1981 yılında emekli olmuş.

Doğurgan bir yazar Ali Kurdoğlu, dokuz kitaba imza atmış, çoğu roman bunların, tercüme eserler ve gezi notları da var.

Ali Kurdoğlu, Yeniçağ Gazetesindeki köşemde daha çok kitaplara değgin yazılar yazdığımı görmüş olacak ki, yıllar önce yazdığı ve Milli Eğitim Bakanlığı’nca yayımlanan “Can Suyu” adlı romanını imzalayarak bana yollamış.

Bugün bu romandan söz edeceğim.

Soğanlı Dağı ve Yamalı Dağ’ın öte yüzündeki bir Karadeniz köyünde olanları öykülemiş Ali Kurdoğlu.

Bu yöreleri iyi gözlemlediği, tüm ayrıntıları belleğine yerleştirdiği ve hiçbir güzelliği kaçırmadığı belli… Betimlemede usta… Yeterince ve yerli yerince yapıyor bunu. İşte bu dediklerimizi kanıtlayacak örmek satırlar:

“Geceleri buralar daha bir başka oluyordu. Sissiz ve bulutsuz gecelerde gökyüzü daha yakın, yıldızlar daha parlak ve büyük, ay ise esrarlı bir dünya gibi görünüyordu. Tepelere çıkarak onlara uzanıp tutmak hemen mümkün değilse de öyle uzak görünmüyordu. Mehtaplı gecelerde gökkubbenin, bütün yıldızları ve ayıyla, gelip durgun göl suyunun altında büyülü bir dünya gibi ters dönmesi, dünyadaki akislerin belki de en güzeliydi. Atılan taşlarla gölün yüzünde meydan getirilen titrek ve ürkek dalgaların arasında biteviye çırpınıp duran yıldızlarla ay’ı orada ellerini göle daldırıp avuçlarının içine almak insan için ne kadar kolay görünüyordu.

Zifiri karanlıkta oradan geçen yabancıların önüne, tepeyi devirince, insan yutan kocaman çıplak karınlı bir dev gibi birdenbire çıkan göl suyu, şafağın kızıl ışıklarında yunup yıkanarak insan zihnini şaşırtan ve durduran bir güzelliğe bürünüyordu. Ve bu güzellik, köy halkının özünden bir parça oluyordu, köye geldikten sonra da artık herkes tarafından doya doya seyrediliyordu.”
Doğayı, yeşili korumanın mücadelesi anlatılıyor bu kitapta. Anlatılırken, Bayburt tarafı, yani köyün öte yüzünün acıklı öyküsü de aktarılmış oluyor:

“Kanburoğlu İsmail iki elini açıp onları tutarak eskimiş tahta banka oturdu ve kendisi de onların aralarına geçti:

-Ben sizden çok iyi hatırlıyorum, çocukluğumda babamın katırıyla Bayburt tarafına geçer, yazları meyva ve hartıma götürüp oralardan lor, yağ, bal ve buğday getirirdik. Ve buralardan oralara kadar aynı sıklıkta aynı cins ormanların arasından ürke korka geçerek gider gelirdik. Şimdi gidin de bakın oralara, dere içlerinde kenarlara bucaklara sığınmış birkaç pelit ve kayın ağacıyla açık arazilerdeki iri dikenli ahlat ağaçlarından başka bir şey kalmış mı?”

Yok evet, umarız olur, son yıllarda buna doğru gelişmeler görmek sevindirici…

Romana dönelim; bu romanın beni en etkileyen yeri ise o pınar… Adı Taşçeşme… Köyden gurbete çıkanlar orada son suyu içiyor, orada vedalaşıyor sevdikleriyle, dönüşte de (eğer dönerse), yine o pınardan su içerek ata yurduna giriş yapıyor. Böylece o pınar unutulmaz oluyor, kutsanıyor…

Ve bir de Şehitler Çamı… O da anı yüklü, o da kutsal…

Anadolu bunun için topraktan öte bir şeydir, coğrafyadan vatan bunun için varmışızdır…

Ali Kurdoğlu’ya selam olsun!

YANILGILAR DENKLEMİ

Arada bir sözü şiire getirmekte yarar var… Kutsal Ramazan ayının ilk günündeyiz…. “Saman o Yana Buğday Bu Yana” adlı kitabımıza da aldığımız “Yanılgılar Denklemi” adlı şiirimizi “tahkiki iman” temennisiyle paylaşalım…
Bir bitkin çisede bolluğu buldum
Erincin yol ağzı gözenekte mi?
Bastığım parmaklar, kemiren kurd'um
Ya'larla kurduğum düzenekte mi?

Kırdım şablonları sorgum özlemde
Arayış arayış... Durak gözlemde
Ufku yarmak için gözüm düzlemde
Mürşid'de mi çözüm, seçenekte mi?

Hep'e sevdalandım, hiç sürek avmış
Sarmaş dolaşlarım birer sınavmış
Kesin sandıklarım tek yönlü savmış
Aşılmaz sınırlar yetenekte mi?

Bu nasıl kurgudur, bu nasıl denklem?
Nesne ben, özne ben, bendedir yüklem
Bir sonsuz süreç'e mezardan eklem
Hikmet toprakta mı, ekenekte mi?