Barıştan korkanlara, kandan beslenenlere, Türkiye düşmanlarına sorarsanız, barış yakın olmadığı gibi yaklaşılması da mümkün olmayan, ayrıca yaklaşılmaması gereken bir durumdur. Onlar, bırakınız barışı, çatışmanın “iç savaşa dönüşmesinin” hesabını yapmaktadırlar.

Önce Rojova’nın, sonrasında Kobani’nin “barışın şartlarının temellerini yok ettiğini” söyleyip çatışmanın yeniden başlamasına, iç savaşa dönüşmesine ümit bağlamaları sebepsiz değildir. Arkalarında Batılı servislerin, bilmem kaçıncı sınıf elemanlarıyla, gazetecileriyle kurulan ilişkiler bulunan, bu merkezlerin “sorunlara ilişkin siyasetlerini seslendirenler” ön sıradadır. Bunların yanı sıra Türkiye’deki demokratikleşme sürecinin, “geleneksel iktidar elitlerinin saltanatlarını” yıkmasından rahatsızlık duyanların da yer aldığı, bir kısım aydın gazeteci akademisyen, kendini solcu liberal sıfatlarla tanımlayan birtakım adamların, Türkiye düşmanlığında nasıl birleştiğini anlamak önemli bir konudur.

Karanlık adamlar

Daha vahimi ise, bunlar arasına sırf Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti düşmanlığıyla katılmış olanların “zihinsel psikolojik” durumudur. Çünkü onlar arasında “terör tekrar ülkede hâkim olursa, çözüm süreci başarısız olursa” bu sayede AK Parti’den kurtulmanın mümkün olacağını düşünenler vardır. Siyasi kin ve hırsın insanları bu hale getirmesine ne denebilir?

Barışı istemeyenler, şimdi oturmuş yeni planlar yapıyorlar. Çözüm sürecinin bir parçası olan “demokratik reformların” hiçbir sorunu çözemeyeceğini iddia edip, terör örgütünden, Kandil’den “daha fazlasını istemelerini” neredeyse yalvararak diliyorlar. Çünkü onlara göre, Kobani sonrası 6-7 Ekim’den bu tarafa durum değişmiştir.

Durum değiştiği ve halkı tatmin etmek için, “en azından özerklik şartında” ısrar edilmesi gerektiği öne sürülmektedir. Aslında söylemek istedikleri şöyle özetlenebilir: “Özerklik-bağımsızlık ve bölünmeye giden yolun aşamaları olarak Türkiye’nin önüne şart olarak konulmalıdır ve Türkiye bunu kabul etmezse yeniden çatışmayı başlatmakta tereddüt edilmemelidir.” Bir anlamda söylenen şudur; ya bu istekler kabul edilecek ve bölünme bu yolla gerçekleşecektir ya da iç savaş yoluyla.

Kutsal barış

Bu karanlık, provokatif, paranoyak zihniyet o kadar “aşağılık bir duygu içindedir” ki HDP’lilere şunu söylemekten dahi utanmayacaktır: “Eğer demokrasiye ümit bağlarsanız, yanlış yaparsınız. Çünkü partiniz seçimlere katılırsa zaten barajı aşamayacaktır.” Bu ne demektir? Açıkça örgüte, “Türkiye’de yaşayan Kürtler size barajı aşacak kadar dahi oy vermeyecektir. Yani sizin arkanızda değildir. O halde demokrasiye ve barışa boş yere ümit bağlamayın” denilmektedir.

Demokrasi dışında bir yol arayanlar için, her yol çatışmaya kana ve gözyaşına çıkmaktadır. Bunu Türkiye’de yaşayan Kürtler kadar, bölgede yaşayan Türkmenler de Zazalar da hemen hemen herkes bilmektedir. Ayrıca Güneydoğu’da yaşayanlar da dâhil, Türkiye halkının tamamı bilmektedir ki birlikte olmak, insanca yaşamak, güçlü olmak, özgür olmak için “demokrasiden başka bir yol” yoktur. Bu sebepledir ki Türkiye’nin Kürtleri her fırsatta “Türkiye’de birlikte yaşamayı tercih ettiklerini” yapılan bütün araştırmalarda çekinmeden ortaya koymuşlardır. Ayrılıkçı olanların ise, HDP’ye oy verenlerin içinde %1 kaldığı bilinmektedir.

Durum buysa,“barışa yakın mıyız?” sorusunu nasıl cevaplandırmamız gerekir. Bu soruya “evet” diye cevap vermenin sebepleri arasında, ikisini çok önemli buluyorum: Bunlardan biri, halkın tutumudur ve halkın tavrına güvenmek gerekir. Otuz yıl süren teröre, şehitlere, kayıplara, gözyaşına rağmen halk “bir millet” olduğu fikrine yabancılaşmamış, bütün kışkırtmalara rağmen “birlik ruhunu koruyarak” iç savaş arzularını boşa çıkartmıştır. İkincisi ise, bugün devletin bütünüyle milli bir proje olarak “çözüm sürecini” devreye sokmasıyla ilgilidir.