Kazak şair ve araştırmacı yazarların önde gelenlerinden biri olan Olcas Süleyman, “Aynalayn” adlı şiirinin son dizelerinde şöyle sesleniyor:

“Moğolistan bozkırında yatıyor,
Nogayların, Bulgarların, Kazakların orduları…
Bilmeliyiz ki;
Asya batının da batısıdır.
Batısıdır doğudaki Çin denizinin.

Bize yüzünüzü batıya dönün diyenler;
Bizim arkamızda sonuncu deniz,
Fırlan yerküremiz…

Seni bugün daha çok anlamaktayım,
Ağrın acıların hep bana gelsin.
Fırlan aynalayn…
Fırlan ki;
Göç edip döneyim yolların ile…”


“Aynalayn”; “kurbanın olayım, seni çok seviyorum”, demek. Kazak, Kırgız ve Özbekler kullanıyorlar bu sözcüğü. Büyükler küçüklere olan sevgilerini bu sözcükle ifade ediyorlar.

Günümüzün bir başka değerli Kazak Şairi Muhtar Şahanov, “Kuz Başındaki Avcının Çığlığı” adlı eserde, dayısı ile aralarında geçen bir konuşmayı naklediyor. Dayısı O’nu “Karağım (Göz Bebeğim)” diyerek seviyor, “Aferin aynalayn” diyerek de yüreklendiriyormuş.

Altı yedi yıl önce ülkemize gelen bir Özbek ses sanatçısı hanımın bir şarkısı vardı: “Alma alma der misen, Alma versem yer misen? O almayı yiyende, Aynalayn der misen?”

Geçenlerde telefonum çaldı, açtım, İstanbul’da oturan Ayhan Halam arıyor: “Neydirsen ayaklaraan? Heç arayıp sorduğun yoh… Dedim hele ben arıyim..”

Belleğimde çağrışım cinleri hemen harekete geçtiler, halamın yukarıdaki cümlesinden “Ayaklaraan” sözcüğünü bir büyük ekrana yansıttılar.

Ata yurdum Bayburt’u düşürdüler yâdıma…

Ayaklaraan da Aynalayn gibi “Kurbanın olayım, seni çok seviyorum” anlamına geliyor. Yıllarca bu sözcüğün kökenine, ayaktan gitmeye çalıştım, olmadı. İş başa düşüyordu, ayağa değil. Etimologlara (Kökenbilimcilere), tarihçilere sordum, yazık ki onlar da bilemediler. Orta Asya Türklüğünün “Aynalayn”nını öğrenene dek inemedim aynalaynın köküne. Okuduğum çok sayıdaki kitap, köklerin ipuçlarına doğru götürdü beni. Bilim kuşkuculuğunu saklı tutmak kaydıyla şu kanı oluştu bende; aynalayn ile ayaklaraan kardeştirler, hem de öz kardeş.

Tıpkı “Eleçek” ile “Leçek” gibi. Kıgızistanlı tiyatro sanatçısı Danyal Nazarmatov, Kırgız kadınlarının 9.yüzyılda Kemsa adlı bol dikilmiş elbise giyip başlarına da Eleçek örttüklerini yazıyor. Bu bizim Bayburt’ta örtülen Leçek’ten başka bir şey değildir.

Türkümüz bile vardır: “Bugün bizde düğün var, Gel oyna gül oyna, Sana da davetim var, Aç leçeği yüzünden, Çık bara sallan bakalım”

Bayburt, Dede Korkut diyarıdır. Oğuz’un Çepni’si, Bozulus’u ve birçok boyu yurt tutmuştur buraları. Ancak Bayburt’taki Türk izleri bu kadarcık değildir; Kıpçak ve Kırgız izleri de mutlak sürülmelidir.

Bir örnek verirsem, sanırım daha iyi anlatabileceğim meramımı.

Bayburt’un “Manasi” köyünün adı yabancı sözcük sanılarak 1960 yılında “Günedoğru” olarak değiştirilmişti. 1996 yılında bu vahim hatadan dönüldü. Artık Manas’tır bu köyün adı. Manas’ın ne işi ola ki Bayburt’ta? Tarihçiler araştırmalı bunu.