ANLATILANLARDAN DUYDUKLARIM
 
Bu kısmı, uzun yıllar; günlük hayatın içinde çoğu zaman tesadüfen anlatılanları  sonradan yazarak oluşturdum. Kendi tabirleri ile Hoca Ahmet Efendi'nin yakını olduğumu bilen zengin, fakir bir çok hemşerimiz onunla ilgili güzel şeyler anlattı, bana iyi bakışlarla baktılar, ya da gördükleri her yerde yüksek sesle "-Ahmet Efendi'ye rahmet’’ (Kaşıkcı Canaslan) dediler. Murat Kırıcı (Mumcu Murat) ve Azimet Karatekin gibi anlatırken ağlayan talebelerine rastladım. Onun bahsi geçmeyen gün çok azdır. Yıllar geçti ve bu anıları anlatanların çok büyük bir kısmı şu anda hayatta değil.

Aziz Özdemir: "-Talebelerine gösterdiği ihtimamı camideki cemaatine de gösterirdi. 1955 yılının kışı idi, sabah Hoca camiye gelmeyince şaşırdık. Öğle namazına da gelmedi. İkindi vakti de gelmeyince tüm cami cemaati evine koştuk. Bir gün önce rahatsız olmasına rağmen katıldığı cenazede soğuk almış. Hocanın hastalığı ciddiye benziyordu, yoksa fahri olarak yapmasına rağmen görevini çok ciddi yapardı, hiç  bir vakti atlatmazdı. Beş altı gün sonra da vefat etti.. Çok üzülmüştük.’’

Emekli İmam Hüseyin Ağbal: "Kendisinden iki yıl ders okudum. Dersleri çok zevkli geçerdi. Büyük talebeleri de ders verirdi ama biz hep ondan ders almak isterdik. Bunlardan İnam Hoca ile, Mehmet Ali Hoca'nın aralarında rekabet vardı. Hocanın vefatını duyunca, şimdi Suşehri'nde olan; beraber ders aldığımız köylüm İsmail Bayram'la evine koştuk. İmamlık hayatımda da cenazeden çok irkilmeme rağmen onun cenazesine sarıldık, ağladık. Ölümünden sonra kitapların çoğu talebelerine dağıtıldı.

Emekli İmam Halis Kılıçaslanoğlu: "Hocamız Ahmed Efendi'nin yakın talebelerinden İnam Hafız dayım idi. Ahmet Hasbi Efendi; Emsile, Bina, Maksut, İzzi adlı kitapların özetlerini bize üç ayda ezberletti. Arapça gramerin temelini zihnimize nakşetti. Altmış yıldan fazla zaman geçmesine rağmen daha yeni öğrenmişim gibi hepsini hafızamda muhafaza ediyorum. Bize sevdirerek öğretirdi. Çok halimdi, kırmadan öğretir, adeta ruhumuza işletirdi."

Dursun Korkut: "Yaşlı zamanında tanıdığım aslen Şalcılar köyünden ve emekli imam olan Dursun Korkut da tahminen Medreseyi bitirdiği yıllarda köylerinde bir süre Şahina olarak bulunan Ahmet efendiyi ve ilmini iyi bildiklerini ve sonradan hiç unutmadıklarını anlatmıştı."

Mustafa Yetişen: "2014 yılında rahmetli olan Mustafa Yetişen'in anlattıklarını bir kenera yazmıştım: "-Köyümüz Kabaçayır'da Oflu Hocamızdan yazın Kuran okuyorduk. Şingâh'ta Ahmet Efendi'nin talebe okuttuğu yere gidip okumak isteyen çoktu. Bir gün görmek için oraya gittik. Hocanın büyük talebelerinden Kestesili İsmail Polat bize sual sordu. Sorusu Arapça idi bilemedik. "-Gidin Hocanıza sorun.’’ dedi. Hocamıza anlattık. O da cevabı yazılı olarak bizimle gönderdi. Şöyle yazmıştı: "-Ehli irfan meclisinde aradım kıldım talep./ İlmi geride gördüm illa edep, illa edep..’’ Kâğıdı İsmail Polat'a verdik, durumu fark etti. Hocanın yanında bizi konuşturmadı."

Yılmaz Çikot:
"-İstanbul'da ikâmet ediyorum. Şingâh Camii'nin yanında kendi kurduğu ilim yuvasında ben de iki yıla yakın okudum. Orada Allah rızası için, vatana, millete hayırlı insanlar yetişmesi için hiçbir menfaat beklemeden uzun yıllar talebe okuttu. Hocamız yoldan geçerken herkes durup saygı gösterirdi, bir defasında Bakkal Rasim Efendi Hoca geçerken arkası dönük olduğu için sonradan, kendisinden özür dilemişti.’’

Muharrem Kiki: "Hocadan az bir zaman okudum. Ondan okuyup ta öğrenemeyen olmazdı. Emekli olduktan sonra çok talebe okuttu. Lütfü Yedekçi de iyi talebesi ve yardımcılarından idi. Hocanın kendi kitaplarından devamlı okurdu."

Bekir Yolcu: "1930 doğumlu ve Zahit Mahallesi'ndenim, hastaneden emekliyim. Babam, Hoca ile aynı yaşlarda hatta biraz da büyüktü, okuduklarını çok unutmasına rağmen onun derslerinin müdavimi idi. Bayburt'ta o zamanlar bütün imam ve müezzinleri Ahmet Efendi yetiştirdiği gibi; halktan da köylü-şehirli, isteyeni okuturdu."

Abdullah Durak
(Çakırbağ Köyü'nden merhum): "İstanbul Pendik de oturduğum yıllar, Pendik de bir öğretmen vardı. Ahmet Efendi'nin öğrencisi imiş. Ne zaman karşılaşsak bazen ağlar onu sorardı."

Kemal İrkilmez, Hasan Türker, Şükrü Atamer, Hikmet Karaer, Erkut ve Erol İşaşır, Ünal Gücer, Şakir Akçay gibi yaşı daha genç olup hocadan son yıllarında ders alanlar  Şingâh'ta ondan,okuldaymış gibi tahta da ve defterlerde yazmak suretiyle, büyük talebeleri olan İsmail Polat, İnam Hoca, Ziya Topyay, Mehmet Ali Ayyıldız'ın yardımı ile Kuran ve temel bilgiler öğrendiklerini, abdesti Kaleardı mahallesinde Çoruh'un kenarındaki arazisine giderek tatbiki olarak öğrendiklerini, yazdığı eserlerin bir gün muhakkak ortaya çıkacağını ve kaybolmayacağını, oğlunun da doğruladığı gibi onun Kuran ve Arapça okutmasına kimse mani olmak gibi bir girişiminin olmadığını, abdest alırken ayaklarına sıra gelince su döken öğrencisinin elinden su kabını alıp, ayaklarına kendisinin su döktüğünü anlattılar.

Mustafa Turgut: Bayburt'un eski Belediye Başkanı olan Hafız Mustafa Turgut, ikâmet ettiği İstanbul'dan iş icabı geldiği bir gün, Ahmet Efendi'den evinde uzun süre ders okuduğunu, yetişmesinde onun çok emeği olduğunu ve Adnan Menderes'in Bayburt'a geldiği vakit talebelerini o gün serbest bırakarak Başvekili dinlemeye gitmelerini sağladığını anlatmıştı. Babam da güzel sesi olan ve çok iyi bir hafız olan Mustafa Turgut'un, Ahmet Efendi'nin beğendiği ve taktir ettiği talebelerinden  olduğunu; kendi namaz kıldırdığı Şingâh Cami'sine geldiği zaman çağırarak namazı onun kıldırmasını istediğini ve aralarında çok büyük saygı ve sevgi olduğunu hep anlatır.

Mehmet Koçer: Kaleardı Köprüsü civarında, Çoruh'un kenarında Hocanın arazisini uzun yıllar ekip biçtiğini anlatan aslen Aydıntepeli Koçer, onun sohbetlerini, sık sık okuyup mânâsını verdiği ayetleri hep hafızasında saklıyordu. Anlattıklarından bir kısmı şöyle: "-Rahmetli olduğu gün mal meydanında idik, sela verildiğini duydum ne oldu diye araştırınca Hocanın öldüğünü öğrendim. Zaten rüyamda kalenin yıkıldığını görmüştüm. Yakın talebelerinden İnam Hafız ve Tahtlı Yaşar Hafız Minarenin yıkıldığını görmüştü. Cenaze merasimi öyle kalabalık oldu ki Kaleardı ve Şingâh yolları adamdan tutulmuştu, Ulucami imamı Şaraklı Hafız başta olmak üzere hafızların bir saat içinde indirdikleri hatmi şeriften sonra binlerce kişi ile cenazeyi kaldırdık.’’

Rahmetli Mehmet Koçer: 2000'li yıllarda rahatsızlanmıştı, evinde yatıyor, gelen gideni hemen hiç tanımıyordu. Halis Kılıçaslan Hoca ile ziyaretine gittik, bizi de tanımadı. Sadece bakıyor ve "-Ahmet Efendi gibi Hoca ne arıyor’’ diye tekrar ediyordu. Kızı da "-İlk günden beri bu Hoca kimse, hep ondan bahsediyor’’ diye bize izah etmek zorunda kalmıştı. Hocanın vefatı ile ilgili anlattıkları babamın anlattıklarını aklıma getirdi. O sırada Etimesgut'ta askerdir, bir hafta ara ile iki kere babasının vefat ettiğini rüyasında görür, halk arasında "ölü diriyi gösterir" diye bilindiği için önce önemsemez, ikinci defa aynı rüyayı görünce hemen izin alarak eve varır ve Ahmet Efendi'nin on günlük hasta ve yatakta olduğunu görür, vefatı da çok uzun sürmez.  

Cafer Güçlü: Kendi köyü olan Kop'ta uzun yıllar imamlık sora muhtarlık yapan Cafer Hoca çevreyi, 1916 Kop ve civar tepelerde cereyan eden savunmayı da çok iyi biliyordu. 2010 yılında merhum olan Cafer Güçlü'nün anlattıklarından Hocası Ahmet Efendi ile ilgili olanlar şöyle: "-Kendisinden üç yıla yakın ders okudum. Cevap arayan meselelere Bayburt'ta genellikle ondan cevap alırdık. Hafızlar için bizim köyde tören düzenlenmişti.Tufan Efendi, Müftü Nazım Efendi, Fahrettin Kumbasar gibi alimler gelmişti. Konuşmayı, vaazı, nasihatı Hocamız Ahmet Hasbi Efendi yaptı."

Yusuf Polat:
Vefatının kırkıncı yılında hazırladığımız broşürde şimdi merhum olmuş olan Yusuf Polat'ın anlattıkları şöyle idi: "-Derslerine iki yıl devam ettim. Talebesinin tüm ahvaline sabırlı tahammüllü idi, onların kusurlarına bakmazdı. Hiç yanından ayrılmak istemezdim. Tüm talebeleri onu çok severdi. Ders okuturken arada sohbet ederdi. Hiç unutmam uyuklayanlar için bir fıkra anlatmıştı: "Nasrettin Hoca talebelerine devamlı Kuduri yani fıkıh kitabı okuturmuş. Bir gün hoca uyuklarken talebeleri önündeki kitabı değiştirip, yerine mantık kitabını koymuşlar. Nasreddin Hoca kendine gelip önündeki mantık kitabından okumaya devam eder. Durumu fark edince; "-Koca Kuduri bazen mantıklıyorsun’’ diye söylenir. Uzun yıllar geçmesine rağmen kendisine sevgi ve saygım ilk gün ki gibi hiç azalmadı. Kendisine ne kadar sual sorsak o kadar hoşuna giderdi, hiç bunalmazdı."

Ülkü Gökalp Güney: "-Babam Kemal Güney ile çok büyük dostlukları vardı, bizde Kuran okuduğunu hatırlıyorum. Hocanın vefat ettiği gün babam çok üzülmüş, telaşlanmıştı, kendisine çok fazla  saygı ve sevgisi vardı.

Bir gün, babamdan  top oynarken giyinmem için keten ayakkabı almasını istemiştim, ama bir türlü ikna edememiştim. Daha dayanıklı diye hiç istemediğim halde bana 'siyah cıslavet' marka lastik almıştı. Semerciler caddesinden Şingâh Mahallesindeki evimize doğru gidiyorduk. Ahmet Efendi ile karşılaştık, "Kemal bu çocuk niye ağlıyor" diye sordu, ben durumu anlatınca, babamdan talebimi yerine getirmesini istedi. Babam hiç itiraz etmedi, hemen geri dönerek istediğim ayakkabıları aldı, çok sevinmiştim.’’

Not: Babamın çocukluk, mahalle arkadaşı ve kadim dostu, uzun yıllar doktorluk, milletvekilliği, bakanlık yaparak insanlara, özellikle hemşerilerine hizmet veren sayın Ülkü Güney’in siyasi çalışmalarında ya da sohbet ortamında zaman zaman bulundum. Bizden birini ilk görüşte, anlattıkları genellikle "cennet mekân" diye tabir ettiği Hoca Ahmet Efendi ile ilgili olur.)

Ayhan İmaç:
"Vefatına yakın zamandı, Ahmet Efendi'den Boyacıların Yıldız Oteli'nde ders aldık. Kuranı diğer Hocalardan çok farklı öğretiyordu. Çok da güzel öğreniyorduk ama ömrü vefa etmedi. Kendisi büyük alimdi, babamgilin de Hocası idi."

Mevlüt Oruç:
"Anam Kuranı güzel okurdu ve Hocası Ahmet Efendi'yi hayırla yad ederdi."

Mehmet Kantar: Rahmetli Berber Mehmet Kantar amcanın birkaç kere anlattığı hususu da kaydetmiştim, şöyle derdi: "-Bilgi düzeyi yeterli olmayanların "Kerbela vakası" gibi olaylar hakkında fikir yürütmesine müsaade etmez, kızardı."

Mustafa Çuhadaroğlu (Merhum,Yolaltı köyünden): "-Semerciler Caddesinde düğün vardı, Hocanın geldiğini görünce  saygıdan olacak davul-zurnayı susturup, bar oynayanlar durdular. 'Bu sesler aşığın aşkını, fasığın fıskını artırır." gibi bir söz söyledi, düğüne aynı şekilde devam etmelerini istedi ve yoluna devam etti.’’

Oğlu Yaşar Aker'in anlattığı olay yukarıda bahsedilene çok benziyor: Kendi mahalleleri olan Mehmet Çelebi mahallesinde, yakın komşuları Yusuf Öksüz'ün düğününde sanatlarını icra eden Remzi Çavuldak ve Zakir Peksert, Hoca Ahmet Efendi'yi görünce çalmayı bırakıp enstrümanlarını saklar gibi davranırlar. Hoca da gülerek, "-Zakir çalgılarınızı çıkarın da babanın şarkısını; 

Hüsnüne güvenme ey rûyi mahım 
Niceler bu tarz-ı revişten geçti
Sana kâr etmedi feryadü ahım
Benim âhım küh-i keşişten geçti

çalıp söyleyin bakalım..’’ der. Bu şarkıyı kendisi de çok beğenirmiş.  

Süleyman Ruhî: Ahmet Efendi muallim olarak son üç yıllık görev süresini, Bayburt'un en büyük köyü olan Gökçedere yani Pulur da tamamladı. Burada ilk okulu açtı, gündüz öğrencileri ile meşgul olurken, mesai dışında köy ahalisine okuma-yazma ve Kuran dersleri verdi. Köy katibi Emin Efendi gibi hattat derecesinde yazı yazan talebeler yetiştirdi. Bu beldedeki başarılı çalışmaları zamanın Maarif Vekili tarafından resmî yazı ile taktir edildi.
İrticalen güzel şiirler söyleyen, fakat şiirlerini yazıp bir defterde toplamayan, ehli tarik ve Hak aşığı olan merhum Hafız Süleyman Ruhi ile de çok iyi dost oldular. Emekli olup, Bayburt'a döndükten sonra bir gün Süleyman Ruhi'yi Mehmet Çelebi Mahallesi'ndeki evine davet etti. Yemekten sonra onun irticalen söylediği manzumeyi Hocanın kızları hafızalarına kazıdılar.. Süleyman Ruhi pencereden görünen dağın ismini sorduktan sonra şu üç dörtlüğü söyledi:

Bir nazar eyledim Şehid dağına 
Bu şehri Bayburt un bahçe bağına
Bu gün teklifimiz Bay otağına
Var olsun nimeti nanı Hocamın

Rızık hak olunca geliriz elbet
Mevlânın ihsanı ne ali devlet
Bayımdan gördüğüm katbekat hürmet
Söylensin dünyada şanı Hocamın

Ruhi der müdavim tükenmez namı
Hüsnüniyet sahibi severiz anı
Muhabbet bakidir, bu dünya fani
Emsali Bayburt ta hani Hocamın   

Dursun Elçi:
Bir süre Müftülük yaptıktan sonra hukuk tahsilini tamamlayıp, İstanbul da Avukatlık mesleğine geçen aslen Zeyli köyünden Dursun Elçi de Ahmet Hasbi Efendi'den iki yıl gibi bir süre ders aldığını belirttikten ve Hoca'yı hayırla andıktan sonra sözünü; "-Ders aldığım süre de en çok hayret ettiğim ve halen unutamadığım husus; okuduğumuz süre içerisinde benden ya da başka bir öğrencisinden hiç kimseden maddi talepte bulunmamasıdır. Böyle bir şeyin bahsinin bile geçmesinden rahatsız olur, kesinlikle kabul etmezdi.                   

Son Söz: Talebe ve dostlarının bir çoğundan bahsedemediğimi biliyorum. Bizzat tanıyamadığım fakat yıllar boyu hanımı Hatun Hanımdan, evlatlarından, talebe ve dostlarından dinlediklerimle görmüş gibi olduğum, dünyada olmamasına rağmen maddi ve manevi olarak istifade ettiğim bu büyük Alimin; Fetavayı El Feraizil Kübra ve binbir emek vererek diğer yazdıklarının kaybolmayıp, bir gün saklayanlar tarafından gün yüzüne çıkarılacağına inanıyorum. 2014 yılında Bayburt Üniversitesi'nde İlahiyat Fakültesi öğrencilerinin yaptığı sunum bu inancımı güçlendirdi. 

Halk arasındaki ismiyle Hoca Ahmet Efendi'ye  Allah'tan rahmet dilerken, son zamanlarında sık sık mırıldandığı yakınlarının da ezberlediği ünlü bir şairin dörtlüğü ile sözü bitirelim;

Ya rab ne eksilirdi deryayı rahmetinden
Peymaneyi hayata zehr-i ab dolmasaydı
Azade ser kalırdım asıb-ı derdi gamden 
Dünyaya gelmeseydim ya aklım olmasaydı...