“Bir Dündar Taşer vardı… 27 Mayıs İhtilalini yapan 38 kişiden biri… Sonra Türkeş’le birlikte tasfiye edilip yurtdışına sürülen 14 kişiden biri olmuştu…

Sonra Türkeş’le birlikte MHP’de… 14’lerin 12’si (pek çoğu da düşünsel nedenlerle) tasfiye edilirken (en başta da Kemalist Türkçü Muzaffer Özdağ), şeriatçı Ahmet Er’le birlikte MHP’ye kazık çakan adam. Bir Türk-İslam Sentezcisi ve Osmanlıcı…

Ve 1972 yılında geri geri giden bir kamyonetin çarpmasıyla ölen adam (ölümü kuşkulu bulundu, araştırıldı, bir şey çıkmadı, o gece alkollü olduğu da söylendi…)
Bendeniz Dündar Taşer'in Devlet Dergisi’ndeki tüm yazılarını dikkatlice okurdum...

Erzurum'dan Ankara'ya gidişlerimizde birkaç kez de o dergiye gitmiş görmüştüm (o bizi görmemişti ama hep satranç oynardı birileriyle).

Sonra sonra ben de okumaya, araştırmaya, sorgulamaya başlayınca Dündar Bey'in özellikle Osmanlı tarihindeki pek çok tarihi olayı, yanlış ve insafsızca, bağnazca değerlendirdiğini gördüm.

Bunları şöyle ana başlıklar halinde sunayım:

1-Hırvat dönmesi ve Türkmen kasabı Kuyucu Murat Paşa'yı göklere çıkarır. Devleti kurtarmak, asileri yola getirmek için gecesini gündüzüne katan bir büyük devlet adamı gibi takdim eder.

2-Padişahların devletin bekası için kardeşlerini katlettirmelerini Osmanlı döneminin en olumlu icraatı olarak görür ve savunur.

3-Tasavvuftaki fenafillah (yani tanrıyla özdeş olmak, Tanrı'nın varlığında kendi varlığını yok etmek) mertebesi gibi birey devlet ilişkisinde "fenafiddevle" kavramını ortaya atar, yani devletin varlığında kendi varlığını yok edeceksin, kendini devlete adayacaksın (faşizmin tezi de bu değil miydi?)” (1)

“Daim Sola Daim Sola” adlı kitabımda, 1972 yılında cenazesine de katıldığım Dündar Taşer hakkında gerekeni yazdığımı sanıyordum, ama görüyorum ki yetmemiş yazdıklarımız, bu Kemalist Devrim düşmanını yine yazmamız gerek. Çünkü özdeyişleri (!) kitap haline getirilmiş (2) elden ele, dilden dile geziyor. İşte onlardan biri:

“Cumhuriyet devrinde kapitülasyon yok, tekke yok, medrese yok, mescit yok. O halde gerileme neden durmamıştır.”

Şimdilerde tekke pek çok, medrese her yanda, mescidi bırak 150 bin cami var, o halde neden ilerleyemiyoruz? Sağ olsan bu soruyu suratına haykırırdım, şimdi seni izleyen, hâlâ sözlerinde keramet arayanların suratına çarpıyorum.

Bir tane daha yazalım: “Denecek ki, Osmanlının son günlerinde düşman Sakarya’ya kadar gelmişti de, Meriç’e kadar itip geriye attık. İyi ve doğru amma onu yapan da Osmanlı subay, general ve askerleri idi. Karabekir, Cebesoy, İnönü, Atatürk hep Osmanlı idiler.”

Atatürk Osmanlı değildi, Osmanlı’nın son günlerinde yaşamış olması onu Osmanlı yapmaz, Osmanlı olsaydı, Osmanlı’yı devam ettirirdi, ettirmedi, onu yıktı yaptığı büyük devrimlerle onun yerine yeni bir Türk Devleti kurdu. O saydığınız isimlerden Karabekir ve Cebesoy’la Atatürk’ün anlaşmazlığı da Osmanlı olmaktan kaynaklanıyordu, onlar Osmanlı kalmaktan kurtulamıyorlardı, Atatürk’ün devrim ve ilkelerini akılları almıyordu.

Ve Japon Coğrafyası ve tarihi dikkate alınmadan söylenmiş bir söz: “Japonlar bugün çok ileri bir seviyeye vardılar. Otuz bin hiyerogliften oluşan alfabelerini değiştirelim demediler; Şintoizm diye anılan dinlerinin yükselmeye engel olduğunu söylemediler.” 

“Osmanlı hükümdarı, Hakan-ı Berreyn ve Bahreyn (Karaların ve Denizlerin Hakanı), Sultan-ı İklim-i Rum (Rum Diyarının Sultanı), Halife-i Ruy-i Zemin (Yeryüzünün Halifesi) unvanları ve sıfatları ile yeryüzünde, kendisine eşit bir otorite tanımıyordu.”

Buna da dört sözcükle yanıt verelim: Eee sonra ne oldu?

Erimiş İslam’da, bunu da övünçle söylüyor Taşer: “Türk, mukaddes tanıdığı ecdadını, eski atalarını bile Müslümanlaştırmış; destanlarını bile İslamîleştirmiş; İslam’da adeta erimiştir.” Bu “erime” özünü yitirmektir. Atatürk olmasaydı iyice yitip gidecekti. 

1) Cazim Gürbüz-Daim Sola Daim Sola
2) Özdeyişler- Özleyişler-Derleyen: Hayati Tek/Akay İnşaat A.Ş. Yayını