Her ülkede işlerin yolunda gittiği dönemlerde uygulanan normal ya da olağan bir idare vardır. Ancak savaş zamanları başta olmak üzere, sıkıntılı dönemlerde, olağan yönetim şekli, bazı alanlarda olağanüstü bir hâl alır.
Her ülkede işlerin yolunda gittiği dönemlerde uygulanan normal ya da olağan bir idare vardır. Ancak savaş zamanları başta olmak üzere, sıkıntılı dönemlerde, olağan yönetim şekli, bazı alanlarda olağanüstü bir hâl alır.
Osmanlı Devleti’nde de, böyle sıkıntıların yaşandığı alanlarda, mülkiyeye ait kanunların bir kısmı tatil edilerek, yerine askeri kanunlar uygulanırdı. İşte bu tür yönetim tarzına İdare-i örfiye ya da örfî idare denilirdi. Askeri idarenin hakim olduğu bu idare günümüzdeki sıkı yönetim veya olağanüstü hal uygulamasının bir benzeridir.
1895 yılı olayları çıktığında Bayburt Kaymakamlığı, gelişmelerin seyrini, sürekli olarak Erzurum vilayetine bildiriyordu. Erzurum valisi Rauf Bey de, bu bilgileri başkente iletiyor ve oradan gerekli talimatları alarak, ona göre icraatta bulunuyordu. Rauf Bey, son olarak kargaşanın geldiği boyutu, yine telgrafla başkente bildirdi. Konu Meclis-i Mahsus-ı Vükelâ’da ele alınarak, üzerinde karşılıklı fikir alışverişinde bulunuldu ve bir durum değerlendirmesi yapıldı. Yapılan değerlendirmede Bayburt kazasında sükunetin sağlandığı, ancak İspir taraflarında bazı hareketliliğin sürdüğü, Bayburt merkezde olayların sakinleşmesine rağmen, Kısanta gibi bir kısım köylerde vukuatların hala devam ettiği görüldü. Meclis üyeleri, kargaşanın Kiğı ve İspir yörelerine de hakim olduğunu görünce, bölgede huzur, güvenlik ve asayişin yeniden ve tam olarak temin edilmesi maksadıyla, Bayburt, İspir ve Kiğı kazalarını kapsayan bir alanda örfî idarenin ilan edilmesini ve Erzurum’da bir divan-ı harp oluşturulmasını kararlaştırdı.
Dönemin seraskeri Rıza Paşa’nın sadarete sunduğu tezkerede, konunun ayrıntıları ele alındı. Rıza Paşa, Bayburt, İspir ve Kiğı kazalarında örfi idarenin nasıl uygulanacağını ve yerel yönetimlerin Serasker makamından alacağı izin doğrultusunda ne şekilde hareket etmeleri gerektiğini ortaya koydu. Alınan örfi idare kararı, daha sonra Padişah Abdulhamit’e sunuldu ve 30 Ekim 1895 tarihinde aynı doğrultuda uygulama yapılması hususuna dair irade-i seniyye çıkarıldı. Fakat uygulamada esas alınacak bir talimatname yoktu. Serasker Rıza Paşa, sadaretin izni alındığı takdirde, bu meselenin 1877 yılında neşr ve ilan edilmiş olan kararname-i örfi ile aşılabileceğini teklif etti.
Sadaret, Rıza Paşa’nın önerisini yerinde görerek, 1877 tarihli kararname-i örfiye göre hareket edilmesinin, kendilerince de uygun olduğunu söyledi. Ayrıca kararnamenin 6. maddesinin 3. fıkrasının “ahalinin esliha ve cephanesini toplamağa divan-ı harp me’zundur” şeklinde olduğunu hatırlatarak, Erzurum Valiliğinin de bu yolda icraat yapmasını istedi. Yine Sadaret, uygulamada karşılaşılabilecek sıkıntıların kendileriyle bilgi alışverişi yapılarak halledilmesi gerektiğini de bilhassa vurguladı.
Yörede ilan edilen idare-i örfi kararında şu hususlar öne çıkmaktaydı:
24 Ramazan 1294/ 2 Ekim 1877 Tarihli İdare-i Örfîye Kararnamesi
Birinci Madde: İdare-i örfiye altına alınan bir şehir ve kaza veya sancak veya vilayetin hududunu teşkil eden mevakinin esamisi suret-i mahsusada ilan kılınacaktır. (Askeri yönetimin uygulanacağı bölgenin kapsayacağı alanların isimleri ilan edilecektir.)
İkinci Madde: İdare-i örfiye’nin ilan olunmasıyla kavanin-i ve nizamat-ı mülkiyenin iş bu idare-i örfiye kararnamesine muhalif olan maddeleri ahkâm-ı idare-i örfiye devam ettikçe muvakkaten tadil olunacaktır. (Mülkiye ile ilgili kanunlardan örfi idareye muhalif olan maddelerin uygulaması belirli bir süre kaldırılacaktır.)
Üçüncü Madde: Asayiş ve zabıta-i memleketi muhafaza içün hükümet-i mülkiyenin haiz olduğu vezaif hükümet-i askeriyeye intikal edecektir. (mülki hükümetin sahip olduğu yetki, askeri yönetime devredilecektir.)
Dördüncü Madde: Devletin dahili ve harici emniyetini ihlâl edecek bilcümle cünha ve cinayetin asıl faillerine zî medhali olanlar ne sıfat ve haysiyette bulunur ise bulunsun divan-ı harb huzurunda muhakeme edilecektir. (Asayişin bozulmasına sebebiyet verenler oluşturulacak olan Divan-ı harpte yargılanacaktır.)
Beşinci Madde: Hükümet memurlarına icra-ı memuriyet esnasında su-i kasd edenlerin bu hareketleri idare-i örfiyenin ilanına sebebiyet veren ahvale taalluk ederse muhakemeleri kezalik divan-ı harbe aiddir. (Hükümet memurları vazifelerini icra ederlerken kendilerine saldırıda bulunulduğunda bu kişilerin hareketleri örfi idarenin ilanına sebep olan hususlarla bağlantılı olursa o kişiler de divan-i harpte yargılanacaklardır.)
Altıncı Madde: Hükümet-i askeriye evvela lüzum görünen eşhasın leylen ve neharen ikametgâhlarını taharriye, saniyen şüpheli ve sabıkalı güruhundan olub taraf-ı hükümetten ahz-u girift olunanları idare-i örfiye altına alınan mahalde ikametgâhları olmayan eşhas mahal-i ahere tard ve teb‘ide, salisen ahalinin esliha ve cephanesini toplamağa, rabien tahdiş-i ezhanı mucib neşriyatta bulunan gazeteleri derhal ta‘dil etmeye ve her türlü bu cemiyetleri men‘ etmeye me’zundur. (Askeri hükümet yetkilileri örfi idare süresince şüpheli olan şahısların evlerini gece veya gündüz arayabilecek, gerek gördüğünde bu şahısların başka bir yere gönderebilecek, halkın elinde bulunan silahları toplayacak, huzur ortamını bozmaya yönelik faaliyette bulunan gazetelerin yayınları tadil edilebilecek ve yine bu tür faaliyetleri olan cemiyetleri kapatabilecektir.)
Yedinci Madde: Adi cünha ve cinayet işleri mahakim-i adiyede görülecektir. (Adi suç niteliğini taşıyan suçlar örfi mahkemede değil, normal mahkemede görülecektir.)
Sekizinci Madde: Men‘ ve zecr-i selamet-i umumiye medar olmak üzere divan-ı harbe havale kılınan cünha ve cinayetlerde doğrudan doğruya taalluk bulunan adi cünha ve cinayetlerin dahi rü’yet ve hükmüne divan-ı harbin salahiyeti olacaktır. (Huzur ortamını bozmaya yönelik divan-ı harbe havale edilen adi suçlara da divan-ı harp bakabilecektir.)
Dokuzuncu Madde: Divan-ı harb muhassaran makamına kaim olduğu mahakim-i adiye-i cezaiyenin vezaifiyle mükellef olduğundan idare-i örfiye ilan olunan mahallin haricinde kâin mahakimde bakılan veya bakılacak olan ve o mahallin mahakeme-i adiyesinin salahiyeti dahilinde olamayan bir işe müdahaleye hakkı olmayacağı gibi idare-i örfiye altında bulunan mevkiin mahakim-i adiyesinin idare-i örfiye ilanından evvel bir dereceye kadar rü’yet etmiş olduğu işlere dahi bakmayacaktır. (Örfi idare ilan edilen alanın dışındaki bir mahkemede görülen davalara, divan-ı harp müdahale etmeyecektir.)
Onuncu Madde: iş bu kararnamenin 4. maddesinde muayyen olan cünha ve cinayetler idare-i örfiyenin ilanından mukaddem vuku bulmuş ve fakat erbabı henüz bilmuhakeme mahkûm olmamış olduğu halde onların mahkemesi divan-ı harbe ait olacaktır. (Kararnamenin 4. maddesinde yer alan ve asayişin bozulmasına sebebiyet veren cünha ve cinayetler, eğer örfi idare ilanından evvel olmuş ve failleri henüz yargılanıp mahkum edilmemişse onların mahkemesi divan-ı harbe aittir.)
Onbirinci Madde: Bilcümle hafî cemiyetlerin muhakemesi idare-i örfiyenin ilanından mukaddem teşkil kılınmış olsalar dahi kezâlik divan-ı harbe ait bulunacaktır. (Gizli örgütler, örfi idarenin ilanından önce teşekkül etmiş olsalar bile mahkemeleri divan-ı harpte görülecektir.)
Onikinci Madde: İş bu idare-i örfiyenin ittihaz ve ilanını mucib olan ahvalde zî medhâl oldukları tebeyyün edenlerin idare-i örfiye tahtına alınan mevakide ikâmet etmeyenlerin dahi muhakemesine divan-ı harbin salahiyeti olacaktır. (Örfi idarenin ilanına sebebiyet veren hadiseye karışanlar, örfi idarenin kapsam alanı dışında otursalar bile onların da mahkemesine divan-ı harp bakacaktır.)
Onüçüncü Madde: Divan-ı harb tahrir-i mücazâtda askeri ve onda mevcut olmayan mevadda mülkiye kanunlarına müracaat ederek onların ahkâmı-ı münderecesiyle hükm edecektir. (Divan-ı harp yönetimi yargılama sürecinde askeri kanunlarda bulunmayan hususlar için mülkiye kanunlarından da istifade edebilecektir.)
Bölgede ilan edilen örfi idare gereği, sıkı bir yönetim hakim olmaya başladı ve yukarıda izah edildiği şekliyle, bazı alanlardaki mülki yetkiler, askeri idareye devredildi.
Bu sıkıyönetim, bölgede etkisini kısa sürede gösterdi ve Bayburt olaylarına karışanlar, destek verenler, yakalanarak, mahkemeye sevk edildiler ve ilgili kanunlar muvacehesinde yargılandılar.
Yargılama Sonuçları ve Karar
Yargılama safhasında Divan-ı harb-i örfi şubesi reisi Mehmed Tevfik bin İbrahim’in Anadolu umum müfettişliğine verdiği bilgiye göre, Baybut Ermeni olaylarına sebep olan fedailer, ilk olarak Nizamiye mahkemesinde sorgulanmışlardır. Daha sonra örfi idarenin ilanı akabinde, Mehmed Tevfik’in reisliğinde oluşturulan Divan-ı harb-i örfi şubesinde tekrar sorguya çekilmişlerdir.
Örfî idare tarafından yapılan sorgulama ve tetkikat sonuçları ve sevk edildikleri divan-ı harpte yapılan yargılama sonuçlarına göre;
- Ağababayan Haçator ve biraderi Ohannes ve Sarrafyan Arakil, Keşioğlu Sihak, Simonoğlu Hacı Avadis, Koçuyan Manuk, Keleverekli Varcabet Mikail ve bunlara gerek sözlü gerekse fiilen yardım eden Hindili Varcabet veledi Kirkor Kanunname-i Hümayün’ün 55. maddesi ile 58. maddesin eklenen zeyldeki “para itasıyla cemiyete yardımda bulunan” maddesine, “Ermeniyyül ibare” evrakının içeriğine istinaden, sanıkların ifadelerine, nahiye müdürü Mukdis Kiyor ve Varcabet Mikail’in ihbarlarına istinaden,
-Hindili Tomas, Partu, Kısantalı Papas Artin “Kanunname-i Hümayün’ün “1. faslına ilave olunan zeylin 2. fıkrasına göre Erzurum divan-i harb-i örfisince muhakemelerinin icrasına,
-Bayburt’a gizlice silah ve cephane taşıyıp kasabada Ağababayn Haçator ve Sarrfayan Arakil’e teslim etmiş bulundukları, Kısa Kirkor’un ifadelerinde ortaya çıkmıştır. Ancak adı geçen şahıslar bunu inkâr etmişler ve Kirkor’un bu ifadelerinin de rivayet olduğu anlaşılmış ve yapılan tetkikatta silaha rastlanılmadığı için Trabzon’un Tosi Köyünden Katırcı Yıldız Ahmet’in, Sarı Ohannes’in ve Avadis’in usul-ü muhakemat-ı cezaiye-i kanuniyenin 123. maddesine tevfiken men-i muhakemelerine karar verilmiştir.
30 Kanun-ı Evvel 1311 ( 11 Ocak 1896)
Divan-ı harbi Örfi Şubesi Reisi Mehmed Tevfik bin İbrahim
Bayburt Fırkası Erkan-i Harbi Reisi Kolağası (okunamadı)
2. Tabur 4. Bölük Yüzbaşısı (okunamadı)
***
Mahkeme Kararları
Bayburt olaylarında rol oynayan 17 kişi yapılan muhakeme sonucunda çeşitli cezalara çarptırıldılar. Yargılama sonucunun infazı için sadrazam padişahtan gerekli izni alarak, cezalar yürürlüğe konuldu. Mahkeme heyetinin yargılama sonucunda karara ilişkin raporu şu şekildedir:
***
Makâm-ı Seraskerî Muhâkemât Dairesi Raporu
Bayburd kazası hadisesinden dolayı idare-yi örfîye şubesince tutulub Erzurum idare-i örfîye ve merkez-i ordu-yu Hümâyûn divân-ı harblerince tedkik olunan evrak-ı istindakiyenin irsâl kılındığını mutazammın dördüncü ordu-yu hümâyûn müşîriyet-i celîlesinden vârîd olan tahrirât melfûkiyle ma‘an havâle buyurulmağla led’ü-l mutala‘a mezkûr istindaklar zîrine muharrer mazbataların hülasa-ı mevâddesinden mezkûr Bayburd kazasıyla mülhak karyelerde zühur eden hâdiseden mukaddem Everek karyesinden Artin veled Ohannes ve Serkez ve Dikran veled Avadis ve cephaneci Dikran veled Kirkor ve Kopuz karyeli Sirop veled Vartavan ve Nihabetoğlu Simon ve Balahor karyeli İstepan veled Hambarsom ve Lüsunk karyeli Mesrup veled Bedos ve Leon veled Serkis ve Hindi karyeli Zakar veled Tevan ve Bayburd kasabasından kunduracı Kısa Kirkor veled Manuk ve Lüsunk’dan Kasbar veled Serkis ve Takfur veled Sihak ve Varzahan karyesinden Acemoğlu Bağdasar ve Giv karyeli Paşalınınoğlu Sihak veled Parsan ve Uzun Muğir ve Manukşaryan Karabet veled Mıgırdıç nâm şahısların Ermeni Fesâd cemiyeti ma‘rifetiyle fedâi yazılmış ve ihlâl-i asâyiş zımmında tebdîl-i isim ve kıyâfetle etrâf-ı kazada dolaşarak Bayburd kasabasını basmak tasavvur ve tasmîm etmiş oldukları merkûmundan Artin ve Serkis ve Dikran ve Sirop ve İstepan ve Mesrub ve Leon ve Zakar ve Kısa Kirkor ve Kasbar ve Bağdasar oğlunun Dercan üzerine vuku‘bulan ikrârları ve maznûnen taht-ı muhakemeye alınmış olan Pitos ve Manuk ve diğer Manuk ve Nihabet ve Serkisoğlunun ihbarları ve Acemoğlu Bağdasar ile Tevanoğlu Zakar’ın fedâilere mahsus elbise yi lâbis olmaları delâletiyle tebeyyün ve tahakkuk eylemiş olduğundan merkûmunla mülkiye-i ceza-i kanunnâme-i hümâyûnun elli sekinci maddesinin fıkra-i evvelisine ve memâlik-i şahânenin bir kıt‘asını ifrâz ve tefrîk ile Ermenistan teşkil eylemek niyet-i fâsidesiyle Ermeni karyelerinden para toplamış ve fedâi-i merkûmunun suret-i hareketlerini tayin ve ihlâl –ı asâyişe teşvik ve tesrîb ve mukteza-yı esliha ve cephane tedârik ve tahsiye ve i‘mâl ve celbine sâi‘bulundukları mâr’ul-zikr eşhâsın ifâdelerinden istidlâl olunan Bayburdlu Ağababayan Haçator ve biraderi Ohannes ve sarrafyan Arakil ve keşişoğlu Sihak ve Simonoğlu Hacı Avadis ve Koçuyan Manuk ve akdemce politika töhmetiyle mahküm olub ikmâl –i müddetle salıverilmiş olan Keleverek karyeli Varcabet Mikâil ve bunlara kavlen ve fiilen muavenet ettikleri kezâ merkûmun ihbâr ve ifadeleriyle ve Ağbanın hanesinde bulunan varaka-ı mazarra muhteviyatıyla müsebbit olan Hindili Varcabet veled Kirkor’un hareket-i vakı‘aları da kanunnâme-i hümâyûnun elli beşinci maddesiyle elli sekizinci maddeye ilave edilen zeyl ahkâmına mutabakat ve para itasıyla cemiyet-i mezkûreye muavenet ve teshilâtta bulunmuş oldukları kezâlik fedâilerin ifâdâtıyla mezkûr Ermeniyyül-ibâre kağıd münderecâtından anlaşılan ve nahiye müdiri Muğdis Kiyork ve Varcabet Mikail’in ihbarları yardımıyla muhakkik olarak Hindili Tomas ve Partu Kısantalı Papas Artin’in ifaları da kanun-ı mezbûrenin birinci faslına ilave olunan zeylin ikinci fıkrasına temas edilmiş olduğundan mevâd-ı mezkûre mucibince mücazatlarının tehdid ve icrasına ve Trabzon’un Tosi karyesinden katırcı Yıldız Ahmed ve sarrafoğlu ve Avadis’in Bayburd kasabasına hafiyen esliha ve cephane idhal ve Ağababayan Haçator ve Sarrafyan Arakil‘e teslim etmiş oldukları Kısa Kirkor’un takriri mazbatasında sebk etmiş ise de merkumunun bilkülliye inkâr-ı taht ettikleri gibi merkûm Kirkor’un dahi ifâde-i vakı‘asında tekevvül eylemiş ve icrâ kılınan tahriratta eslihanın zuhur etmemesiyle beraber mezkûr eslihanın dühuluna dâir delil ve amâreye dahi desres olunamamış olduğundan merkûmun Katırcı Yıldız Ahmed ile Sarı Ohannes ve Avadis’in dahi men‘i muhâkemelerine karar verildiği nümâyân olmuşdur mezkûr mülkiye ceza kanunnâmesinin devlet-i aliyyenin emniyet- i dahiliyesini ihlâl eden cesaret ve cünhalara dair olarak ikinci faslının elli sekizinci maddesinde fasl-ı mezkûrun diğer maddelerinde mezkûr cinayetlerden ve ellibeşinci ve elli altıncı maddelerde beyan olunan fesâdlardan birini icrâ kasdıyla iki veyahut daha ziyâde eşhâsın beyninde bir ittifak hattı teşkîl olunubda ol ittifakda tasmim olunan fesâdın icrâsı söyleşilüb karargir oldukdan başka esbâb-ı icrâiyesini tehiyye zımmında bazı efâl ve ve tedbire teşebbüs olunmuş ise ol ittifakda bulunan kimseler müebbeden kal‘abend olunur deyü muharrer olduğuna ve merkûmundan Artin ve Serkis ve Dikran ve diğer Dikran ve Sirob ve Simon ve İstepan ve Mesrop ve Leon ve Zakar ve Kirkor ve Kasbar ve Takfur ve Acemoğlu Bağdasar ve Sihak ve Muğik ve Manuşaryan Karabet nâm on yedi şahsın efâl-i cinâiyeleri madde-yi mezkûreye muvafık bulunduğuna binâen mezbûr madde mucibince müebbeden küreğe vaz‘ olunmalarına ve Ağababayan Haçator ve biraderi Ohannes Sarrafyan Arakil ve keşişoğlu Sihak ve Simonoğlu Hacı Avadis ve Koçuyan Manuk ve Varcabet Mikail ve Hindili Darcabet veled Kirkor nâm sekiz neferin hareket-i vakı‘aları dahi bir heyet-i fesâdiyenin maksadını icrâ veyahut bir şahıs veyahut müteaddid eşhasa su-î kasd içün her ne şekil ve surette olur ise olsun esliha-i nariye ve alât ve edevât-ı sâire-i cârha ve mehleke îcâd ve i‘mâl ve istihzâr eden veyahud taşıyan şahsın madde-i fesâd ve katl-i faale çıkar ise idâmı çıkmayub da teşebbüs derecesinde kalur ise on beş seneden ekall olmamak üzere küreğe konulmalarını mutazammın olan elli sekinci madde-i kanuniye zeylinin fıkra-i saniyesine suret-i mutabıkda bulunduğundan merkûmunun dahi zeyl-i mezkûr hükmüne tevfikân on beş sene müddetle küreğe konulmalarına ve Hindili Tomas ve Parnu ve Kısantalı Papas Artin nâm üç şahsın cemiyet-i mezkûreye para i’ta etmeleri dahi memâlik-i devlet-i aliyenin bir kıt‘a ve ya bir cüzünü veyahud vilâyât-ı mümtâzesindenden birini kâmilen ve kısmen diğer bir vilâyet-i mümtâzeye cebren ilhâk ettirmek veyahud al-el-ıtlâk memâlik-i devlet-i aliyenin bir kıt‘asını idare-i hükümetten çıkarmağa teşebbüs eden kimselere para i‘tâsıyla muâvenet ve teshilâtda bulunduklarını meydana koymuş olduğundan merkûmdan Tomas ve Parnu ve Kısantalı Papas Artin’in dahi elli dördüncü madde-i kanuniye zeyl ve ilâvesinin ikinci fıkrası mucibince kezâlik on beş sene müddetle vaz‘-ı kürek eylemelerine karar verilmiş ve Katırcı Ahmed ve Sarı Ohannes ve Avadis’in men‘-i muhâkemeleri hakkındaki karar muvafık-ı kanun bulunmuş olduğundan icrâ-yı icâbı zımmında mezkûr zîri mazbatalı istindaknâme ile evrâk-ı müteferriasının tezkere-i aliye-i serasker yediyle cânib-i bâb-ı aliye ba‘s ve takdimi bâbında emr-u fermân hazret-i menlâhul- emrindir.
Fî 24 Zilhicce 1313/ 6 Haziran 1896
Muhâkemât dâiresi reisi Mehmed - Daire-i mezkûre reis nâibi
Daire-i mezkûre memuru Hüseyin Gıyas Paşa tebdil-i hava da
Daire-i mezkûre memuru Esseyyid Mehmed Cevad
***
Heyetin yargılama sonuç raporundan anlaşıldığı kadarıyla, suçlular mülkiye ceza kanununa göre yargılanmışlardır. Mahkeme heyeti zanlılardan Artin, Serkis, Dikran, Sirop, İstepan, Mesrub, Leon, Zakar, Kısa Kirkor, Kasbar ve Bağdasar’ın itiraflarına ve Pitos, Manuk, diğer Manuk, Nihabet ve Serkisoğlunun ihbarları ile Acemoğlu Bağdasar ile Tevanoğlu Zakar’ın fedâilere mahsus elbiseli olmaları delaletine dayanarak nihai kararını vermiştir.
Suçlular yargılandıkları dönemde yürürlükte olan 1858 tarihli ceza kanunname-i Hümayununa göre muhakeme edilmişlerdir. 1858 tarihli ceza kanununun ilgili maddelerine geçmeden evvel, Tanzimat sonrası Osmanlı Devleti’nde tatbik edilen ceza kanunlarına değinmekte yarar vardır.
Tanzimat fermanında yeni kanunlar yapılacağına dair hüküm doğrultusunda ilk olarak 1840 yılında ceza kanunu çıkarıldı. Bu kanun Sultan Abdulmecid devrinde, icra vekilleri, büyük alimler, Meclis-i Valâ-yı Ahkâm-ı Adliye ve bazı devlet erkanından oluşan heyet tarafından hazırlandı. Daha sonra bu kanundaki bir takım eksikliklerin giderilmesi için 1851’de kanun-ı cedid çıkarıldı. Tanzimat sonrası ortaya çıkan ve yer yer bir takım değişikliklere uğramasına rağmen 1926 yılına kadar uygulamada kalan bu ceza kanunudur. Bayburt olaylarının sanıkları da 1895 tarihinde de yürürlükte olan bu kanuna göre yargılanmışlardır. 1274/1858 tarihli ceza kanunname-i Hümayunu Ahmed Cevdet Paşa’nın başkanlığındaki bir heyet tarafından hazırlanmıştır. Kanun bir mukaddime, üç bâb, 32 fasıl ve 264 maddeden oluşmaktadır.
Bayburt olaylarının sanıklarını yargılayan mahkeme heyeti, zanlıları ilgili kanunun 55. , 56. ve 58. maddeleri kapsamında yargılamışlardır. Verilen cezalara değinmeden önce bu maddeleri ortaya koymak gerekir. Her üç madde kanunun ikinci faslında Devlet-i Aliyyenin Emniyet-i Dahiliyesini İhlal Eden Cinayet ve Cünhalar bölümünde yer almaktadır.
Kanunun 55. maddesi; Her kim bizzat veya bilvasıta tebea-i Devlet-i Aliye ve sekene-i memâlik-i mahrûseyi, saltanat-ı seniyye aleyhine musellehan isyan ettirmek üzere tahrik edip de maksadı olan kaziye-i isyan tamamiyle fiile çıkar veyahut madde-i isyanın icrasına başlanmış bulunur ise ol kimse idam olunur.
Kanunun 56. maddesi; Her kim memâlik-i mahrûse ahalisini yekdiğeri aleyhinde silahlandırarark mukateleye tahrik ve iğrâya veyahut bazı mahallelerde gasp ve gâret ve tahrib-i memleket ve katl-i nüfus efalini ikaa mütecâsir olup da, kaziye-i fesad tamamiyle fiile çıkar yahut madde-i fesadın icrâsına başlanmış olur ise, ol kimse kezâlik idam olunur.
Kanunun 58. maddesi; 55. ve 56. maddelerde beyan olunan fesadlardan birini icra kasdıyla bazı eşhas beyninde bir ittifak-ı hafi teşkil olunup da, ol ittifakda tasmim olunan fesadın icrası söyleşilip karargîr olduktan başka esbâb-i icrâiyesini tehyie zımmında bazı efal ve tedâbîre dahi teşebbüs olunmuş olup da, madde-i fesad henüz fiilen icra derecesine gelmemiş ise, ol ittifakda bulunan kimseler nefy-i ebed cezasıyla mücâzât olunur. Ve eğer öyle bir ittifak-ı hafîde ber vech-i muharrer fesadın esbab-ı icraiyesini tehyie zımmında teşebbüs olunmuş bir fiil ve tedbir tebeyyün etmeyip yalnız icrası söyleşilerek karar verilmiş olmaktan ibaret bulunur ise, ol halde dahil-i ittifak bulunan kimseler muvakkaten kal-a bend kılınır. Ve yine maddeteyn-i mezkûreteynde beyan olunan fesadlardan birini icra etmek üzere bir ittifak-ı hafî teşkiline dair teklif vuku bulup da kabul olunmamış ise, ol teklifi eden kimse bir seneden üç seneye kadar haps olunur.
Buna göre, sanıklardan Artin, Serkez, Dikran, Diğer Dikran, Sirop, Simon, İstepan, Mesrop, Leon, Zakar, Kirkor, Kaspar, Takfur, Acemoğlu Bağdasar, Sihak,, Muğir, Manuşaryan Karabet ceza kanununun 58. maddesinin 1. fıkrasında yer alan “memalik-i şahanenin bir kıtasını ifraz ve tefrik” yani ülkenin her hangi bir bölümünü o bütünden ayırarak başka bir ülkeye katma ya da yeni bir yer oluşturma ile ilgili maddeden yargılandılar ve adı geçen sanıklar ömür boyu küreğe mahkum edildiler.
Cemiyetin reisleri olan Ağababayan Haçator, kardeşi Ohannes, sarrafyan Arakil ve Keşişoğlu sihak, Simonoğlu Hacı Avadis, Koçuyan Manuk ve bunlara söz ve fiilleriyle destek olan Keleverekli Varcabet Mikail, Hindili Varcabet adlı şahıslar da aynı kanunun 55. ve 58. maddelerine göre yargılandılar. Bu maddelere göre adı geçen kişiler, bir Ermenistan teşkili amacıyla fesat cemiyeti oluşturmaları, bu cemiyete köylerden para toplatmaları, fedaileri organize etmeleri ve eylemlere teşvik sevkleri nedeniyle 15 sene müddetle küreğe mahkum olmuşlardır.
Hindili Tomas, Parnu, Kısantalı Papaz Artin adlı şahıslar ise cemiyete para toplanması ve böylece memleketin bir bölümünü tamamen ve ya kısmen bir başka bölüme katma fiilini işledikleri gerekçesiyle kanunun 54. maddesine göre yargılandılar 15 sene müddetle küreğe mahkûm edildiler.
Sanıklardan Katırcı Yıldız Ahmet, Sarı Ohannes ve Avadis’in ise mahkemelerinin menine karar verilmiştir.
Mahkeme sonucu sadarete bildirildi ve Sadrazam Kâmil Paşa’da “… mahallince verilen kararın muvafık-ı kanun olduğu gösterilmiş olmağla olbâbda hernevechle irâde-i seniyye-i hazret-i hilâfetpenâhi müteallık buyurulur ise hükm-ü ‘âlisi infâz edileceği beyânıyla tezkere-i senâveri terkîm kılındı …” ifadeleri ile infaz için padişahın iznini istedi. Padişah II. Abdulhamit, yaveri aracılığıyla “iş bu tezkere-i sâmiye-i sadâretpenâhileri üzerine mucibince irâde-i seniyye-i cenâb-ı hilâfetpenâhi şerefmüteallık buyurulmuş olmağla…” diye cevap verince, cezaların infazına izin çıkmış oldu.
Böylece Bayburt olaylarını tertipleyen, kargaşada aktif rol oynayan toplam 27 Ermeni cezalandırılmış oldu. Ancak belirli bir süre sonra çok önemli bir gelişme meydana geldi ve cezalarını çekmekte olan suçlular padişahın aff-ı şahanesi ile affedildi ve serbest bırakıldılar.
Padişahın Aff-ı Şahânesi ve Mahkûmların Salıverilmesi
1895 yılında Anadolu’nun muhtelif şehirlerinde isyanlar baş gösterdiği sırada, Osmanlı Devleti kararlı bir şekilde bunların üzerine gidiyordu. Ancak başta İngiltere olmak üzere düvel-i muazzamanın sefirleri olayları çok sıkı bir şekilde takip ediyor ve hükümetin Ermeniler aleyhine karar vermemesi için büyük çaba harcıyorlardı. Bu tür baskılar dolayısıyla Sultan II. Abdulhamit bütün imparatorluğu kapsayacak şekilde bir af kararı çıkardı ve asiler affedildi.
Bayburt hadisesinin meydana çıkmasında rolleri olan bir kısmı reis mesabesindeki 27 kişi, kurulan divan-ı harp tarafından yargılanmış ve ceza kanununun ilgili maddelerine istinaden müebbet hapis ve belirli süre kürek cezasına mahkûm edilmişti.
Bu sayede Bayburt olayları sona ermiş herkes derin bir nefes almıştı. Ancak Anadolu Umum müfettişi sıfatıyla Erzurum’da bulunan Şakir Paşa’nın 21 Aralık 1895 tarihinde Bayburt’ta incelemeler yaptırması her şeyi değiştirdi. Şakir Paşa incelemeler sonucunda çok önemli bir karara imza atarak, mahkûm edilmiş olan 27 Ermeni’yi serbest bıraktı. Şakir Paşa’nın bu hareketi şehirde pek hoş karşılanmadı. Merkezi Erzincan’da bulunan IV. Ordunun müşiri Zeki Paşa da bu duruma çok büyük bir tepki verdi ve 5 Eylül 1896 tarihinde, Şakir Paşa’nın salıverdiği mahkûmları yeniden hapse attı. Bu gelişmeler, İngiltere ve diğer büyük devletlerin elçilerinde büyükbir infial uyandırdı. Sefarethane baş tercümanları hemen Hariciye Nazırına giderek durum hakkında bilgi istediler.
Tercümanlar, merkûmların icrâ-yı muhâkemeleriyle haklarında hükm i‘tâsına divân-ı harbin salâhiyettdâr olmadığı gibi müfettiş müşârunileyhin hâiz olduğu ma’zûniyet hasebiyle bu hükmü feshe muktedir olduğu gibi ifadeleri dile getirerek, Hariciye Nazırına adeta akıl vermeye çalışıyorlardı. Tercümanlar, suçluları divan-ı harbin yargılama yetkisinin olmadığını, hüküm verilmiş olsa bile, Şakir Paşa’nın bunu fesh etme hakkının bulunduğunu, dolayısıyla salıverilme işleminin doğru olduğunu iddia ettiler. Hatta biraz daha ileri giderek, Müşir Zeki Paşa’nın vazifesinin umur-u askeriyeyi idareden ibaret olduğunu söyleyerek, müfettiş Şakir Paşa’nın icraatına müdahale hakkının bulunmadığını öne sürerek, Şakir Paşa’nın vermiş olduğu kararın muteber sayılmasını istediler.
Hariciye Nazırı, durumu 16 Kasım 1896’da sadrazama bildirerek yapılması gerekeni sordu. Sadaret de Erzurum Valisi Rauf Bey’e şifreli bir telgraf göndererek durum hakkında geniş bir malumat istedi.
Erzurum Valisi Rauf Bey, 20 Kasım 1896 tarihinde sadrazama gönderdiği cevabi telgrafta, gelişmeleri şu şekilde özetledi. “… kargaşayı müteakip Bayburt’ta bir divan-ı örfi teşkil edildi. Padişahın irade-i seniyyesi doğrultusunda Bayburt, İspir ve Kiğı kazaları örfi idare altına alındı. Burada teşkil edilen divan-ı harp vasıtasıyla Ermeni ileri gelenlerinden bir takımı tevkif ve haps edildiler. Bu olayın duyulması üzerine o zamanlar Erzurum’da bulunan Şakir Paşa, Tevfik Efendi ile iki zabıtayı Bayburt’a göndererek olayın araştırılmasını istedi ve kısa süre sonra da haps edilenler serbest bırakıldı. Bayburt divan-ı örfisi tarafından bu kişiler hakkındaki evrak Erzurum divan-ı örfisine gönderilmiş, oradan Ordu-yu hümayuna ve oradan da seraskerlik makamına gönderildi. Bab-ı seraskeri muhakemat dairesinin tasdik ve onayıyla bu kişilerin haps edilmesine dair irade-i seniyye çıkarıldı ve böylece bahsi geçen Ermeniler haps edildiler…”
Erzurum valisi Rauf Bey, esasında Bayburt hadisesinin bütün aşamalarından haberdardı. Ancak görünen o ki, başkentin Avrupa devletlerinin elçileri vasıtasıyla olayı etraflıca irdelemek istemesi, onu biraz tedirgin etmiş ve divân-ı örfice evrak-ı mezkûre lâzım-ı vechle tetkik ve icâb edenlerin celb ve isticvabı gibi lüzum-ı kanuniye ifâ ve tatbik olunmaksızın sathice bir nazardan geçirildikten sonra ordu-yu hümayuna gönderilmiştir diyerek, meselede Erzurum divan-ı örfisinin biraz ihmali olduğunu öne sürmüştür.
Bu şekilde bilgilendirilen sadaret, ertesi gün tekrar Erzurum valiliğine gönderdiği telgrafta, haps edilen Ermenilerin salıverildikten sonra tekrar Zeki Paşa tarafından hapse atılmasının nedenini tam olarak anlayamadıklarını ve bunun izahının yapılmasını istedi.
Osmanlı seraskeri Rıza Paşa da meseleye el atarak, konuyu iyice araştırdı ve elde ettiği bilgileri sadaretle paylaştı. Rıza Paşa’nın kanaati, Erzurum valisi Rauf Bey’den oldukça farklıydı. Rauf Bey, Erzurum divan-ı örfisinin ihmali olduğunu ima ederken, Rıza Paşa evrak-ı tahkikiye ve istindakiye Erzurum divân-ı harbine irsal olunarak ve oraca usul-ü vechle tetkikât-ı mukteziye ba‘delifâ bu tarafa gönderilmesi üzerine diyerek, Erzurum divan-ı örfisinin usulüne göre değerlendirme yaptığını ve ondan sonra da kendilerine gönderdiği kanaatindedir. Rıza Paşa, meselenin daha sonra muhakemat dairesinde ele alındığını ve daha önce seraskerlik makamına gönderilmiş olan mazbatalarda, mahkûm edilmiş olan söz konusu Ermenilerin, suçlarını itiraf ettiklerini, bunların ikrarlarıyla sabit olduğunu ve bundan dolayı da Erzurum divan-ı örfisince verilen hapis cezasının muvafık-ı kanun olduğunu, padişahın da bu doğrultuda irade beyan ettiğini, uygulamanın da bu meyanda yapılmış olduğunu dile getirdi.
Rıza Paşa son olarak, Avrupa sefirlerinin baş tercümanlarının, Şakir Paşa’nın uygulamasının muteber sayılması isteğinin olduğunu da hatırlatarak, bu hususta nihai kararın sadaretce verileceğini ve kendilerinin de bu karar hükmünce icraat yapacaklarını sadrazama bildirdi
Gerçekten de Avrupa devletlerinin baskıları sonuç vermiş ve Osmanlı hükümeti de onların bu istekleri doğrultusunda hareket etmiştir. 24 Aralık 1896 tarihinde Erzurum Valiliğine gönderilen telgrafta, meseleye aff-ı umumi kararının, Bayburt’ta yeniden haps edilen Ermeniler için de geçerli olduğu yolundaki emirle son nokta koyuldu ve bahsi geçen Ermeniler salıverildi.
Böylece Ekim 1895’de Bayburt ve köylerinde baş gösteren, yüzlerce kişinin ölümüne sebep olan Ermeni olaylarının müsebbipleri, padişahın affıyla tahliye edilmiş ve yargılama süreci de tamamlanmış oldu.
Osmanlı Devleti biryandan asileri affederken, diğer yandan da olay sırasında zarar gören ailelere yardım elini uzattı.
Olaydan Zarar Görenlere Devletin Yaptığı Yardımlar
Osmanlı hükümeti, tarihi boyunca pek çok olayda olduğu gibi, Ermeni isyanlarında da, isyancılarla, bu isyana karışmayan halkı birbirinden ayırt etmesini iyi bilmiştir. Yani bütün Ermenileri asi olarak görmemiş, bunu yargılama sürecinde de göstermiştir.
Bir baba şefkati ile meseleye yaklaşan hükümet, isyan sırasında asilerle birlikte ailelerinin de zarar gördüklerini tespit ederek bunlara yardım etme ihtiyacı duymuştur.
Bayburt hadisesinde, olaylara karışmadığı halde doğrudan ya da dolaylı yönden zarar gören ailelere ve olaya karışan kişilerin aile bireylerine devlet tarafından kısa ve uzun vadeli olmak üzere üç türlü yardım yapıldı. Kısa vadeli olarak ekmeklik zahire yardımında bulunan Osmanlı hükümeti, mağdur ailelerin yeniden üretim faaliyetlerine katılmasını sağlamak üzere de uzun vade de tohumluk zahire ve zirai alet yardımı yaptı, ziraat bankasından kredi alımını kolaylaştırdı.
İhtiyaç Sahiplerine Belirli Bir Süre Ekmeklik Yardımı
Devlet, evvela mağdurlarının ekmek ihtiyaçlarını gidermeye teşebbüs etti. Bunu yaparken, ihtiyaç sahiplerine doğrudan ekmek yerine ekmeklik buğday vermeyi tercih etti. Yapılacak yardımların tam anlamıyla yerine ulaşması için, öncelikle yerel idareciler tarafından yardıma muhtaç aile ve birey sayısı tespit edildi. Daha sonra yapılacak yardımın miktarı üzerinde müzakereler yapıldı. Sadaretten Erzurum valiliğine 29 Ekim 1895 tarihinde çekilen telgraftan anlaşıldığına göre, meclis-i mahsus-ı vükela olaydan zarar gören ve yardıma muhtaç olan Ermeni ailelerine, bir ay süreyle günlük yarımşar kıyye ekmek yapılabilecek miktar zahire verilmesini kararlaştırdı.
Dahiliye Nezaretinin Sadaretle yaptığı yazışmalar sonunda, yardım miktarı hususu biraz daha netleştirildi. Buna göre, olaydan zarar görenlerin büyüklerine 300, küçüklerine 200 dirhem ekmek hasıl olacak miktarda zahire yardımı ön görüldü. Konu üzerinde görüş beyan eden Erzurum Valiliği, yaptığı hesaplamalar sonucunda, belirlenen ölçüde yapılacak olan yardımın, 116 bin 740 kuruş 35 para tutacağını bildirdi. Valilik, 1895 yılı bütçelerinde böyle bir harcama kalemi olmadığından zor durumda kalcaklarını ve bunun bütçe açığına neden olacağını söyleyerek, meselenin ne şekilde aşılacağının kendilerine bildirilmesini istedi. Ortada ciddi bir problem vardı ve bu meslenin de halledilmesi gerekiyordu. Sonunda yapılan uzun müzakereler neticesinde, bütçe açığının bir sonraki yılın gelir fazlasından karşılanması gibi bir formül bulunarak mesele çözüme kavuşturuldu. Böylece insanların en temel besin kaynağı olan ekmekten mahrum kalmalarının önüne geçilmiş oldu. Alınan karar doğrultusunda, belirlenen miktar üzerinden bir ay süreyle ilgililere yardım yapıldı.
Sürenin bitiminde Erzurum Valisi Rauf Bey, 23 Kasım 1895 tarihinde sadarete bir telgraf göndererek, durum hakkında malumat verdi. Buna göre Vali Bey, kargaşanın artık bittiğini, ortamın sakinlediğini, kaybolan eşyaların bulunarak sahiplerine teslim edildiğini ve hepsinden önemlisi Ermenilerin artık dükkânlarını açtıklarını belirttikten sonra, bundan böyle ekmek yardımının 24 Kasım itibariyle kesilmesi gerektiğini ileri sürdü.
Gerçekten de verilen süre dolmuş, bu süre zarfında yardımlar da yapılmıştı, ancak kış mevsiminin yaklaşıyor olması, aileleri endişelendiriyordu. Özellikle kargaşa esnasında babaları ve eşleri ölmüş olduğundan zor durumda kalan, yetim çocuklar ve dul kadınların varlığı Erzurum valiliğini, bu hususta yeni bir karar alma yoluna sevk etti. Yardımın kesilmesi durumunda, geçimlerini hiçbir surette temin etme şansı olmayan bu insanların, bölgede çok ağır geçen kış mevsiminde daha da perişan olacakları çok iyi biliniyordu. Bütün bunlardan dolayı valilik, yardımın ilkbahara kadar devam etmesini istedi ve bu doğrultuda karar alındı.
Bu kararla Osmanlı Devleti, “devlet baba” lığını tebaasına göstermiş oldu. Babaları ya da eşleri devlete isyan eden kişilerin, masum eş ve çocuklarına devlet eli bir kez daha uzatılarak, sıkıntılarına çare bulundu.
Tohumluk Zahire ve Ziraî Araç-Gereç Yardımı
Ermeni olaylarının vuku bulduğu dönemde Bayburt merkezdeki halkın bir kısmı, köylerdekilerin ise tamamına yakını çiftçilikle geçimlerini sağlıyorlardı.
Günümüzde olduğu gibi o dönemde de, Bayburt yöresinde tohum ekme zamanı kışın yoğunluğuna bağlı olarak Mart başında başlayıp Nisan sonunda bitmekteydi. İlkbaharın gelişi ile mülki idareciler, Ermeni hadisesinden zarar görmüş olan ailelerin, bu sezonda mutlaka tohumlarını ekerek, hayatın normalleşmesini sağlamak istiyorlardı. Bu yapıldığı takdirde hayat normalleşmiş olacak, aileler kendi yiyeceklerini temin edecek ve devletin üzerindeki yük de hafiflemiş olacaktı.
Bu yönde yapılan çağrılara olumlu tepkiler verildi ve hadiselerin çıkmasına sebep olan, ancak o süreçte yine kendileri zarara uğrayan bir kısım Ermeni aileler, hükümet makamlarına başvurular yaparak, tarlalarını ekmek istediklerini ancak kendilerinde tohumluk olmadığını ifade ettiler ve devletten bu konuda yardım istediler.
Gerçektende kaza yönetimi tarafından yapılan incelemeler de, durumun bahsedildiği gibi olduğu görülmüştür. Bunun üzerine kaza yönetimi meseleyi derhal Erzurum valiliğine bildirerek, kendilerine bu hususta yardım edilmesini talep etmişlerdir. Bayburt’un bu talebi, Erzurum Valisi Rauf Bey tarafından Dahiliye Nezaretine bildirilerek, tohum ekme zamanı geçmeden acilen bir cevap istendi.
Tohum ekme zamanının hızla sonuna doğru yaklaşılması ve muhtaç ailelere yardımın yetişmeme ihtimalini gören Valilik, yapılacak masrafın geçici olarak mahalli mal sandığından karşılanmasını ve daha sonra iane komisyonun gelirinden tahsil edilmesini önerdi ve sadaretin bu hususta iznini istedi.
Durumu değerlendiren Sadaret, Erzurum vilayetinden yardıma muhtaç olanlar hakkında genel bir malumat istedi. Erzurum valiliği buna 13 Nisan 1896 tarihinde cevap verdi. Buna göre, Bayburt’ta 600 hane halkının yardıma muhtaç olduğu ve bunların tamamının Ermenilerden ibaret bulunduğu bildirildi.
Valilik esasında Ermenilerin Müslüman köylerine saldırıda bulunduğunu ancak fazla zarar veremediğini bu yüzden kendilerinin zarara uğradığını ve ihtiyaç sahiplerine verilecek yardımın 121 bin kuruşluk bir meblağı bulduğunu ifadesine ekledi. Kısa sürede verilen cevapta, meselenin meclis-i mahsusu-ı vükela’da görüşüldüğünü ve istenilen meblağın hazine tarafından karşılanmasının çeşitli nedenlerden dolayı mümkün olamayacağı, ancak halkın da zaruri bir ihtiyacı olduğunun bilindiği ve bütün bunlara rağmen hazinenin bunun ancak yarısını karşılayabileceği bildirildi. Sadaret, verilecek paranın mahalli mal sandığından ödenmesi ve iane komisyonunun daha sonraki varidatından tahsil edilmesi önerisini de uygun bularak meselenin bu doğrultuda hallini istedi.
Yardımın dağıtılması işi, yörenin güvenilir, muteber ve ileri gelenlerinden müteşekkil bir komisyona bırakıldı ve dağıtım esnasında herhangi bir suiistimale meydan verilmemesi özellikle vurgulandı.
Alınan bu karar doğrultusunda, komisyonlar kurularak, Bayburt’ta ihtiyaç sahiplerine tohumluk zahire ve zirai araç-gereç dağıtımına başlandı. Böylece tohum mevsimi sona ermeden, muhtaç ailelerin tarlalarını ekmeleri sağlandı, yeniden güven ortamı tesis edildi.
Ziraat Bankası'nca Yapılan Kredi kolaylığı
Hükümet tarafından ailelere üçüncü bir yardım, ziraat bankasının kredi hususunda sağladığı kolaylıklar vasıtasıyla oldu. Daha önce de değinildiği gibi, hükümet hayatın bir an önce normalleşebilmesi için, mutlaka üretim faaliyetinin yeniden başlamasını istiyordu. Bu meyanda zarar gören çiftçilere, tohumluk buğday vermişti. Ancak, gerek belirli bir süre ekmeklik yardımı, gerek se tohumluk ianesi, bu aileleri tam olarak tatmin etmedi ya da ihtiyaçlarını tam olarak gideremedi. Onlar tarım aletleri başta olmak üzere, çeşitli ihtiyaç listesi çıkarıyor ve bunların karşılanması için de kredi imkânı arıyorlardı. İşte bu noktada ziraat bankası devreye girmiştir.
Osmanlı devletinde uygulanan sistem gereği, çiftçiler bir gayrimenkulü rehin bırakmak suretiyle, ziraat bankasına borçlanabiliyorlar ve kredi alabiliyorlardı. Kargaşa sırasında ölenlerin varisleri de, babalarından kalan arazilerini rehin ederek Ziraat Bankası'ndan borçlanmak istediler. Ancak arazilerinin kayıtlı kıymetlerinin çok yüksek oluşu, onları sıkıntıya düşürdü. Arazinin değerinin yüksek olması, onun üzerinden kesilecek intikal harcı miktarını yükseltiyor ve bu durum varislerin işine yaramıyordu. Bu yüzden, girişimde bulunan varisler, bu şartlar altında borçlandıkları takdirde, kesilecek harç oranının, bankadan almak istedikleri borç meblağının 1/3’üne denk geleceğini ve bu durumda da kalan miktarla ziraat etmelerinin mümkün olamayacağını dile getirdiler. Tohum ekme zamanının sonuna doğru yaklaşılıyor olması, çiftçileri daha da zor duruma düşürüyordu. Onlar, bu sene ürün ekemedikleri takdirde sıkıntılarının daha da artacağını ve bunun için, kendilerine bir kolaylık sağlanarak, bu defa intikal muamelesi uygulanmadan borç verilmesini talep ettiler. Erzurum vilayeti Ermenilerin bu isteğini sadarete bildirerek yapılması gerekenler hakkında bilgi istedi.
Vilayetin bu isteğine cevap veren Sadaret, meselenin, Ticaret ve Nafia Nezareti, Ziraat Bankası genel müdürlüğü ve Defter-i Hakani tarafından incelenerek bir neticeye varılacağını bildirdi.
Durumu enine boyuna değerlendiren Ticaret ve Nafia Nezareti, banka borçlanmasının öteden beri gayrimenkul rehin bırakılarak yapıldığını ve bunun bir kanun olduğunu hatırlatarak, intikal yapılmadan gerçekleştirilecek olan borçlanmanın, karşılıksız para basmakla eşdeğer olduğunu ve bunun da nizamlara uygun olmadığını ayrıntılı olarak izah etti.
Bütün bu izahatlardan sonra Nezaret, daha önce Bayburt olaylarında mağdur olan Ermenilere, birçok konuda kolaylığın sağlandığını ve kanun ve nizam hükümlerine rağmen yinede bu insanlara borçlanma hususunda bir istisna olarak iki seçenek sunulabileceğini belirtti. Bunlardan biri, intikal harçlarının uygun bir zaman tespit edilerek taksitli ödenmesi sağlanabilir ve intikal muamelesi şimdiden yapılarak varislerin adına senetler verilebilir. İkincisi ise, kesilecek harç miktarı, verilecek borçtan düşürülmek şartıyla Şura-yı Devlet’in ilgili kararı doğrultusunda arazilerin gerçek değerleri yeniden tespit edilebilir ve böylece harçlar da arazinin gerçek değeri üzerinden alınmış olur.
Ticaret ve Nafianın bu önerisi, Erzurum vilayetince pek memnuniyetle karşılanmamıştır. Vilayet, sadarete gönderdiği telgrafında, Bayburt’ta tohum ekme zamanının bir hafta sonra sona ereceğini ve bu müddet içinde arazinin gerçek değerlerinin tespit edilmesinin ve ona göre harç alınmasının mümkün olamayacağını ifade etti. Meselenin çözümü için valilik yeni bir öneri getirdi. Buna göre, arazilerin değeri yeniden tespit edilerek, ortaya çıkacak gerçek kıymet üzerine intikal muamelesi icra edilmeli, harçlar da ona göre alınmalıdır. Bu yapıldığı takdirde çiftçiler de ellerindeki arazileri rehin bırakarak bankadan borç alabileceklerdir.
Sadaret de özellikle bölgede tohum ekme dönemin sonuna gelinmesinden dolayı, durumu yeniden ele almış ve vilayetin yeni önerisini uygun bularak aynı doğrultuda uygulama yapılması yolunda gerekli emirleri vermiştir. Böylece, arazilerin gerçek değeri daha sonra tespit edilecek ve intikal harçları da bu tespit edilen yeni değer üzerinden verilecek ve çiftçiler arazilerini şimdiden rehin ederek Ziraat bankasından borç alabilecektir.
Görüldüğü üzere, Bayburt’ta olayları Ermeniler çıkarmalarına rağmen, hükümet ailelerine her türlü kolaylığı göstermiştir. Aylarca süren ekmek yardımının ardından tohum ekme döneminde de ihtiyaç sahiplerine hem tohumluk hem zirai alet yardımı yapıldığı gibi, nizamlara aykırı olmasına rağmen Ziraat Bankası’ndan alacakları kredide de çok büyük kolaylıklar sağlanmıştır.
KAYNAKÇA:
Yard. Doç. Dr. Yunus Özger / 1895 Bayburt Ermeni Ayaklanmaları, IQ Yayınları, İstanbul 2008
Editör: 1890’lı yıllarda Bayburt’ta yaşanan Ermeni olaylarıyla birlikte 1910’lu yıllarda yaşanan Ermeni olaylarının nedenlerini ortaya koyan, “1895 Bayburt Ermeni Ayaklanmaları” adlı yazının devamına buradan ulaşabilirsiniz...