Yıl 2009...

Gazi Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi yanında bulunan MEB Şura konferans salonunda düzenlenen konferanstan çıkmış, havanın güneşli olmasını sebebiyle Tandoğan üzerinden Kızılay'a yürümeye karar vermiştim. Tandoğan Meydanı trafiğe kapatılmış ülkücü bir grup gösteri yapıyor "Başbuğ Atatürk" sloganlarıyla meydan yıkılıyordu. Bir müddet kalabalığı izleyip, dağıtılan broşürlerden aldıktan sonra yoluma devam ettim. Kızılay'a geldiğimde Güven parkta eylem yapan İşçi partili bir grup bildiri yayınlıyor ellerindeki afişler ve pankartlarda "Ulu önder Atatürk" yazıyordu. Kalabalık arasından geçip heykelin yanındaki merdivenlere oturup bir çay aldıktan sonra bir müddet kalabalığı izlemiş, sonra beynimde derin yankı uyandıran soruyla karşılaşmıştım.

Birbirine zıt iki uzuv Atatürk ortak paydasında buluşuyorsa bu işin temelinde bir sakatlık olduğu yönünde bir yandan düşüncelerle boğuşuyor bir yandan Adil han kitapçılar çarşısına doğru ilerliyordum. Kitapçıya girmiş ihtiyacım olan kitapları tedarik ettikten sonra eve doğru yola koyulmuştum.
 
Cemil Meriç’i tekrar tekrar okuyor, okudukça tabulardan sıyrılarak hayatı ve ideolojileri sorgulamanın tadını çıkarıyordum. Köklerinden koparılıp batıya yönelen kendi kültürüne sırt çeviren bir devlette nesiller şaşkın balık gibi kendilerine cazip gelen her fikre kucak açıyor, sorgulamadan o fikrin bir askeri oluyordu. 

Cemil Meriç'in dediği gibi "Ülkenin mukaddesatına sarılanlar ve Sosyalizme gönül verenler, batının deyişiyle sağcılar ve solcular." 

Lakin ortak payda; Atatürk!
 
Akşam olduğunda Babacan çay ocağında kitapçı dedeyle buluşmuş bir yandan çay içiyor bir yandan hararetle sohbet ediyorduk. Sohbet esnasında söz dönüp dolaşıp mazide yaşanan sorunlara geldiğinde kitapçı dede yüzündeki kâmil tebessümle "İki millet var, dünya yüzünde bu milletler kadar sürgün edilen başka bir millet daha yoktur." Dedi ve ekledi "Yahudiler..." Diğeri dediğimde "Boş ver" dedi "Onlar zaten mazlum bir millet" dedikten sonra çayını yudumlamaya devam etti.

Yahudilere karşı beynimde ilk tecessüs o zaman başlamıştı. Okuyor, araştırıyor, düşünüyordum.
 
İnsanlık tarihi dünyanın yaratılmasıyla başlamıştı. Yaradılışla birlikte toprağa dökülen kan, yaradılıştan günümüze, günümüzden kıyamete olacakları güzel özetliyor. Demek oluyor ki; insanlık var olduğu sürece kan dökülecek!

Tevrat yaradılışı özetle şöyle anlatır:

"Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı. 

Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı, Işık olsun diye buyurdu ve ışık oldu. Işığa gündüz, karanlığa gece adını verdi. Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın diye buyurdu. Kubbeye gök adını verdi. Kuru alana kara, toplanan sulara deniz adını verdi. Tanrı şöyle buyurdu: gök kubbede gündüzü geceden ayıracak, yeryüzünü aydınlatacak ışıklar olsun. Belirtileri, mevsimleri, günleri, yılları göstersin. Tanrı büyüğü gündüze, küçüğü geceye egemen olacak iki büyük ışığı ve yıldızları yarattı.

Tanrı, “İnsanı kendi suretimizde, kendimize benzer yarattım.” Dedi. 

Tanrı insanı kendi suretinde yarattı. Böylece insan Tanrı suretinde yaratılmış oldu. İnsanları erkek ve dişi olarak yarattı. Onları kutsadı ve "Verimli olun, çoğalın" dedi.”
Hulasa; Tanrı, insanı yarattı... İnsanı yani kavgayı! 

Kabil Habil'i öldürmüş, toprağa ilk kan düşmüştü. İyi kötü savaşının başlangıcı olarak ilk iyi-kötü savaşı ve galip gelen kötünün uğramış olduğu Tanrı'nın gazabı! 

İnsanlık çoğalıyor, uzun yıllar yaşıyor, kötülükler artıyordu. Ta ki Âdem’e en çok benzeyen oğlu Şit'in soyundan gelen Nuh'a kadar.
Tevrat devam ediyor;

"Tanrı; İnsanı yarattığına pişman oldu. Yüreği sızladı. "Çünkü onları yarattığıma pişman oldum." Dedi.

Nuh peygamber çağındaki insanlara göre Tanrı’nın yolundan ayrılmıyor, kusursuz ve dürüst insandı. Tanrı'nın gözünde lütuf buldu.
Tevrat devam ediyor;

"Yeryüzüne tufanı ben göndereceğim. Oğulların, karın, gelinlerinle birlikte gemiye bin. Sağ kalabilmeleri için, her canlı türünden bir erkek, bir dişi olmak üzere birer çifti gemiye al."

Nuh peygamber Tanrının buyruklarını yerine getirmişti.

Tufan kopmuş, gök kapaklarını açmış, yerden sulan fışkırmıştı. Nuh peygamber ve ailesi dışında herkes sular altında kalmıştı. 

Nuh peygamberin oğulların; Sam, Ham ve Yafet idi.

Ham'ın oğlu Kenan kardeşleriyle bir olup Ham'ı öldürdüğünde Nuh peygamber beddua etmiş; "Kenan'a lanet olsun, köleler kölesi olsun kardeşlerine." 

Yıllar geçiyor, insanlık boy boy, kavim kavim çoğalıyordu. Çoğalan kavimler yeryüzüne dağılıyor, kentler kuruyordu. Kentler kuruluyor, kurulan kentler üzerinde krallıklar ve krallıklar arası savaşlar...

İnsanlık çoğalıyor, sapıklıklar ve kötülükler katlanarak artıyordu. Helak olan Lut kavmi bunun en bilinenidir. Diyar-ı Kenan (Filistin) savaşların, kanlı boğuşmaların en şiddetli geçtiği bölgeydi. 

Mısır'a yerleşen Yahudilerin esaretten kurtuluşu, rabbin bir mucizesiyle gerçekleşmişti. 

Musa peygamber kavmiyle birlikten Firavundan kaçıp Nil'in kıyısına geldiğinde gözlerini göğe dikip çaresizlik içinde Tanrı'ya yalvarmıştı. Tanrı asasını denize vurmasını söylemişti. Nuh peygamber buyruğu yerine getirmiş, asasını denize vurduğunda; Deniz yarılıp deniz yatağı meydana çıkmıştı ve kavmiyle karşıya geçip esaretten kurtulmuştu. Ardından gelen Firavun ve ordusu Nil'in serin ve soğuk sularında boğulup gitmişti. 

Musa  peygamber Mısır'a dönmüş Yahudilerin yüzyıllardır devam eden sürgün hayatları bir nebze azalmıştı.

Hazreti İsa çarmığa gerilmiş, Hristiyanlar sebep Yahudileri göstererek birçoğunu kılıçtan geçirmiş ve ülke sınırlarının dışına çıkartmıştı. Son iki yüz yılı aşkın zamandır dünyada beynelmilel güç olan Yahudilerin nihai hedefi büyük İsrail’i kurmaktır. Bayraklarındaki iki mavi şerit "Nil nehri ve Fırat nehri arasında" ortasındaki "altı uçlu yıldız" kurulacak büyük devleti işaret ediyor. İki nehir arasına kurulacak büyük İsrail!

Arzı mev'ud!

Sürgünle birlikte gittikleri yerlerde kendilerini "Yahudi kimliğini" saklamak için gittikleri toplumun kültür ve yaşantısına ayak uydurup, içten içe kendi benliklerini koruyarak yaşamlarına devam ettiler.

Yüzyıllar geçiyor, Yahudiler büyük emellerinden vazgeçmiyorlardı! Arzı mev’ud…

İslamiyet’in doğuşunda her ne kadar İslam’ı kabul etmiş gibi görünseler de, Peygamberin vefatıyla birlikte Yahudiler sahneye çıkmıştı!