Meclis’te temsil hakkı elde etmiş muhalefet partilerinin, kullandıkları dil açısından geldikleri nokta gerçek anlamda sorgulanması gereken, üzerinde kafa yorulması gereken bir durum arz ediyor.
Bu hal, gerçek anlamda bir siyaset üretememe haliyle gelinen tıkanmışlığı gösteriyor.
Bu dil, aynı zamanda iktidar için denenmiş olan her ittifakın, AK Parti karşısında kaybedişinin getirdiği umutsuzluk tablosunun son fotoğrafıdır.
Seçmenini “direniş”e çağıran bir parti liderini anlamak için iki temel durumdan bahsedebilirim; biri “iktidar hırsı” diğeri ise “siyaseten tükenmişlik”tir. Düşünüyorum da acaba bir Başbakanlık ya da Cumhurbaşkanlığı koltuğu tek bir insan canından daha mı değerlidir.
Selahattin Demirtaş en son bu yolu denediğinde kırk insan hayatını kaybetti. Hatasını anlayıp, terleyerek yaptığı basın toplantısında söyledikleri dahi bu insanları geri getirmeye yetmedi.
Bizim inandığımız devlet geleneği, “Ey oğul! İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” değil mi? Peki ne oluyor da bizim bazı siyasilerimiz iktidar için neredeyse, “Gaye vasıtayı meşru kılar” diyen Machiavelli’yi kendilerine rehber olarak seçiyorlar.
Bugün Cumhuriyetle övündüğünü iddia eden bu muhalefet anlayışı, onların beğenmediği padişahlarda bile zinhar yoktu. Hatta kusura bakmasınlar ama adı demokrasi olmasa da bugünün sözde demokratlarına fazlaca demokrasi dersi verecek örnekleri vardı onların.
Aklıma pek çok örnek gelse de sadece birkaçını sıralamak isterim. Bunlardan ilki Sultan Abdülaziz’dir. Hal edildiğinde sarayın bahçesinde bekleyen askerlere hiç seslenmeden gidişi çok önemli bir tavırdır. Oysa orada bekleyen askerler Hüseyin Avni Paşanın bir oyunuyla oradaydılar. Padişah “benim bunca emek verdiğim askerlerim bunu yapacak duruma gelmişlerse hiç olmazsa kan dökülmesin” deyip kaderine razı olarak tahtını terk edebilmiştir.
Bir başka örnek II. Abdülhamid’dir. İttihatçılar tarafından tahttan indirildiğinde gösterdiği tavır yine insandan yana olmuştur. Kızı Ayşe Osmanoğlu onun tavrını şu sözlerle aktarır: “Evlat, bir kişi için bin kişi ölmez.”
Yine Sultan Vahdeddin de aynı geleneğin devamcısı olmuştur bana göre. Bazıları onun kaçtığına hükmetse de yaveri tarafından kaleme alınan San Remo yıllarına ait hatıralarında neden gittiğine dair ifadeleri durumu gayet iyi izah eder. Gerekçe yine aynıdır. Aynı ülkenin insanları yani kendi insanları ölmesin diye...
Osmanlı Padişahları aslında ülkeleri bölünmesin, güçlü kalsın diye yine en büyük acıyı kendilerine yaşattılar. Kardeşlerinin, torunların acısını göze alabilmek kuru bir taht kavgasının değil ülkenin bekası içindi.
Evet, bu tarihsel kodları unutan siyasetçilere bir kez daha hatırlatmakta yarar var.
Muhalefet olarak eğer umut siyaseti üretemiyorsanız bunun eksikliğini kendinizde aramalısınız. Sizi Meclis’e gönderenler sizden siyaset bekliyorlar. Siz de onlara bunun sözünü verdiniz.
Eğer, “Siyaset üretemez duruma gelirsek sizi direnişe çağırırız” diyerek oy isteseydiniz inanın orada olamazdınız. Şayet bu iddiamı doğrulamak isterseniz seçimler yakın…