Aslında belirli bir dönemdir dillendirilen fakat çoğu kimsenin böyle bir hamle de beklemediği bir istifayı konuşuyoruz bugünlerde.
Seçilmiş bir Cumhurbaşkanı sonrasında, Türkiye’nin bugünkü anayasa ile nasıl sorunlar yaşayabileceği, en başta yine seçilmiş ilk Cumhurbaşkanının ağzından defalarca dile getirildi.
Nitekim sistemin eleştirilen yönü ilk arızasını, aynı davadan gelen ve iki ayrı seçilmişi temsil eden Cumhurbaşkanı ve Başbakan döneminde verdi. Allah’tan ki böyle oldu. Ve yine Allah’tan ki güçlü bir partinin iktidarında ve tolere edilebilir bir zeminde verdi arıza sinyalini.
Diğer ihtimallerin neler üretebileceğini düşünmek bile istemem. Nitekim yakın tarihimiz Meclisin seçtiği Cumhurbaşkanı ve seçilmiş bir Başbakanın olduğu dönemlerde bile nelerin yaşandığına şahittir.
Eğer Cumhurbaşkanlığı ya da Başbakanlık koltuğunda kişisel ihtiraslarının kurbanı olabilecek şahsiyetler olsaydı bu, tüm dünyanın da takdirini kazanan demokratik olgunluk gerçekleşebilir miydi?
Ben bu tavrın ileri bir demokrasi örneği olduğunu düşünüyorum. Bunun yanında uzun bir aradan sonra tıpkı ecdatları gibi ülkelerine kaybettirmek yerine, kendi kayıplarını tercih eden devlet adamlarının yeniden siyaset hayatımızın bütün dinamiklerini değiştirecek şekilde arz-ı endam ettiklerini görüyorum.
Bugün ağızlarının suyunu akıtarak etraftan gözetleyenlerin bir kez daha kaybettiği gündür aslında. Allah korkusuna ve vicdan muhasebesine sahip insanların gösterdiği bu sorumlu tavırların seküler ve muhteris kafalar tarafından yeteri kadar anlaşılabildiği kanaatinde de değilim.
Onlar daha dün “noter başbakan” dediklerini unutup, bugün Sayın Davutoğlu için “İradesini kullanan emanetçi olmayan bu başbakan gitti. Şimdi Cumhurbaşkanının talimatlarını uygulayacak yeni bir başbakan gelecek” diyecek kadar unutkan ve riyakârlar.
Bakın, şu çok açık ve nettir. Muhalefetin ya da onun medyasının bu tavrı, onların asıl dertlerinin isimler olmadığını bir kez daha ortaya koymuştur. Bu, bizim muhalefetin kendinden olmadığı sürece “gideni bırak, geleni haşla” tavrından başka bir şey değildir.
Oysa nasıl ki benzeri hadiseler Fransa’da demokrasinin nimeti olarak yaşanıyorsa bugün Türkiye’de yaşanan ve tıpkı oradaki örneklere benzeyen bu hadise de aynı değere sahiptir. Bir Avrupa ülkesine layık gördükleri tabloyu kendi ülkelerinden esirgeyen, ona yakıştıramayanlar, ruhlarını eziklikten kurtaramamış, acınası Batı hülyalarının zillet içerisindeki zihniyetlerdir.
Meselenin en öz hâli şudur bence. Türkiye, giderken darmadağın edenlerden, giderken birleştirenlere doğru bir ilerleme sergileyebilecek olgunluğa gelmiştir. Asıl kazanılan da budur. Yani kastettiğim en yeni yenimizdir bu. Gerisi seküler siyasetin oyun kurma kabiliyetinden başkaca bir şey değildir.