Seçim sonuçlarının AK Parti’nin kesin başarısını gösterdiği açıktır. Burada üzerinde durulması gereken bu başarının nedenleridir ve seçimden sonra AK Parti’nin önünde duran yeni sorulara vereceği cevaplardır. Bu sorulardan birincisinin cumhurbaşkanlığı seçimi olduğu açıktır.
Türkiye’deki siyaset ekseninin temelinin iki hattan oluştuğunu, bunlardan ilkinin “yerli kültüre ve halka dayalı siyaset”; ikincisinin ise “devletçi-batılılaşmacı, resmi elitlere dayalı siyaset” olduğu fikrini uzun süredir ısrarla vurgulamaktayım. “Yerli kültür ve halkın” “devlet ve resmi elitler” karşısındaki politik mücadelesinin, siyasi tarihimizdeki konumlanması “demokrasi güçleri “ ve “anti-demokratik ittifak” halinde şekillenmiştir.
AK Parti, Türkiye’nin demokratikleşme sürecinin 21.yüzyıldaki dinamizmini, bu konum içindeki rolüyle üstlenmiş görünmektedir. 2003’ten bugüne yaşanılan “yapısal değişim” bütünüyle bu bağlamda değerlendirilebilir.
Siyasal kutuplar tarihseldir
AK Parti iktidara geldiği günden itibaren, karşısında Türkiye’nin anti-demokratik yapısının ideolojik-politik unsurlarını, kurumlarını, zümrelerini ve ittifaklarını bulmuştur. Bu yapının en belirleyici unsuru şüphesiz ideolojik karakteridir. Bu ideoloji yerli kültürü, tam anlamıyla “otoriter laiklik anlayışı” ile reddedip, tasfiye etmeye dönük “din-kültür bağlantısı” üzerinden mahkum eden bir bürokratik-militarist anlayışa dayanmaktaydı.
AK Parti’nin, bu “monolitik, otoriter düşünce” dünyasına karşı ortaya koyduğu mücadelenin unsurlarından ikisi oldukça önemlidir. Bunlardan birincisi, demokrasi algısının genişlemesi ve buradan her türlü düşüncenin ve inancın meşru olduğu fikrinin savunulmasıyla ortaya çıkan çoğulculuğun toplumda karşılık bulmasıdır. İkincisi ise militarizme karşı verilen, açık mücadelenin toplumun farklı kesimlerince desteklenmesidir. 1960 darbesinden, 28 Şubat’a ve 27 Nisan’a kadar, siyasal hayatı “ara rejimlerle karartılmış” bir toplumun militarizme karşı bu cesur mücadeleyi desteklemesi ciddi bir “demokratikleşme talebi “ yaratmıştır.
Türkiye 2013 senesini, bir devrin bitişi olarak kapamaya hazırlanırken, “artık askeri darbelerin olmayacağı bir başlangıç” yapmak üzereyken 17 Aralık müdahalesiyle karşılaşması “yeni bir meselenin görülmesi gerektiğini “ ortaya çıkarmıştır. Türkiye demokratikleşirken, “anti-demokratik zihniyet “ in bu defa farklı gruplarda, bürokrasinin başka zümrelerinde “adeta hortlayıp” ortaya çıkması ilginçti!
Değişim ve yenilik politikası
Bu seçim sürecinde, 17 Aralık’tan bu tarafa demokrasi karşıtı bir zihniyet dünyasının, başta yargı olmak üzere, bürokrasinin çeşitli kanatları arasındaki “sivil ve resmi odakların ittifakına” yol açtığı görülmüştür. Burada ilginç olan husus ise, bazı dini-sivil grupların Türkiye’nin geleneksel anti-demokratik zihniyeti ile kolayca buluşmuş olmasıdır. Bu sorunu, “sivil fakat kapalı yapıların demokrasiye direnci “ olarak açıklamak mümkündür.
Seçim sonuçları, Başbakan Erdoğan’ın daha önce militarizme karşı mücadelede gösterdiği açık tavrı, bu defa bürokrasiden sivil kanadından gelen “paralel unsurlara” karşı da ortaya koyması yla, doğrudan doğruya “sivilleşme ve demokratikleşme projesinin” birlikte yürütülmesi gerektiği fikrinin halk tarafından benimsendiğini göstermiştir.
AK Parti’nin Türkiye’nin değişim dinamiğini “demokrasi, sivilleşme ve ekonomik kalkınma” üzerinden sürdürme konusundaki kararlılığı devam ettiği müddetçe, uygulanan politikalar toplumun talepleriyle bütünleştiği ölçüde, seçimlerde bir sürprizle karşılaşmayacağı açıktır. Bunu önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimi için de söyleyebiliriz.