Artık emindim…
Mazoşist bir aşktı bu!

Gün içinde belirli aralıklarla değişen; delicesine sevme ve sonsuza dek terketme arasında gidip gelen bozuk bir ruh haline dönüşmüş, mazoşist bir aşk!

İstek ve taleplere boğmama hali!

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı takip etmek üzere Bayburt’a indiğim ilk gün oda başkanlarının basın açıklaması vardı. Gidip dikkatlice dinledim. Yine bazı STK yöneticileri ve şehrin dinamikleri ile görüşme şansım oldu.

Hiç biri planlı, öncesinde çalışılmış, randevulu görüşmeler değildi: Tıpkı Bayburt’un Erdoğan hazırlığına benzer; plansız ve programsız, amaçsız, öylesine, ayaküstü konuşmalardan ibaretti!

Korkak ve ürkek geçiyordu sohbetlerim…
Çünkü şehre “tedirginlik” hakimdi! 

Bir, ne yapacağını bilememezlik hali…
Bir, bir araya gelememezlik hali…
Bir, devletten çekinme, utanma hali…

“Hadi be Başkanlar, bu defa vurun masaya yumruğunuzu” diyemiyordum, çünkü şehir ve bürokrasi, bir anda ne olmuşsa olmuş; belki bir telefon aracılığıyla uyarılmış, “rekor oy balonu” acemi çocuğun elinde çekiştirip bıraktığı lastiğimsi, tatsız tuzsuz, arada bir acıtan gösterişsiz oyuncağa dönüşmüştü!

Öyle ya, Cumhurbaşkanı gelip gidecek ve bir daha kim bilir ne zaman gelecekti! Hem, bir daha bu kadar güçlü yaklaşabilir miydik devlete?

Bu manzaradan sonra, hepsi birer “boş gonuşuk”tan ibaretti artık…

Artık emindim…
Mazoşist bir aşktı bu!



Kale gibisin be Reis…

Akşamüstüydü artık…

Cumhuriyet caddesi, seçilmiş ve atanmışların “ortak” ürkekliğinden sıyrılıp, kendine güvenen damat tarafının telaşıyla hazırlanmaya, süslenmeye başlamıştı. 

İşte tam da yazının başında anlatmaya çalıştığım ruh halim, yeniden değişmiş, bir sonraki acı seansına dek, yerini keyfe bırakmıştı!

“Trabzon’a tünelle, Erzincan’a trenle…”
“Havaalanı Bayburt’a da yakışır…”
“Kadim şehir Bayburt’u ayağa kaldır…”

Hem geziyor, hem de hayal kuruyordum: 
Erdoğan cadde boyunca asılmış bu istek ve talepleri okuyacak, derken o ara SOCAR Türkiye Başkanı Kenan Yavuz’un Bayburt Kalesi’ne astırdığı “Kale gibisin be Reis” pankartını görecek ve aşka gelip, “merak etmeyin tren de geçecek, uçakta inecek” diyecek!

Bu hayalin keyfiyle olan biteni izliyor, çarşı ile taş köprü arasına “umut” ekiyordum…

Derken bir hareketlilik, bir telaş, bir toz duman.
Acı acı, kesik kesik çalan siren sesi duyulmuştu sanki!

Biri düğmeye basmış; saklanma, gizlenme ve kaçışma hali şehrin tüm sokaklarını baştan sona sarmıştı! 

Şu iki kuruşluk keyif ve hayal bile fazlaydı işte…

Ne var ne yok toplanıyor, sökülüyor, geriye “Hoş geldiniz Cumhurbaşkanım"lar gibi 3-5 şey bırakılıyordu!

Artık emindim…
Mazoşist bir aşktı bu!

Protokol çadırı!

Bir haftadır Bayburt tadında illet bir mikrop girmiş içime, çıkmak bilmiyor. 
Başımı gövdemin üzerinde zor tutuyor, miting alanını dört dönüyorum…

Güvenlik had safhada...

Protokol çadırının olduğu "özel" bölüme girmek, "hac" kurasından çıkmak kadar zor!
Oldu ya, bir mucize oldu ve ismin okundu, "hacı" olmak için yeterli değil...

Protokol çadırı, stratejik ve derinden bir “sandalye savaşı”na sahne oluyor…

Tek sandalyeye iki kişi razı olup, çok derin mevzular konuşuyormuşta, onun için bu kadar dipdibe oturuyormuş gibi yapan kanaatkarlara sözüm yok... 
Ama "sırtı kaşınıyormuş" gibi yapıp mevcut isim etiketini yok etmeye çalışmayı, doğrusu yaratıcı bulmuştum!

***

Hava serin… 
Bulutlar kararıyor… 
Kadınlar, çocuklar… 
Erdoğan’ı bekliyoruz…

Yağmur bastırıyor…
Aşağı yukarı 20 dakika!
Protokol çadırında bütün taşlar oynuyor…
-Yeni bir stratejik savaş başlayacak az sonra!-

Kalabalıklar arasından bayılan bayılana…
Sedyeler dolup dolup boşanıyor…
Fena fikir gibi durmuyor aslında…
Bırakayım şu kenara kendimi diyorum…

Yağmura rağmen ayakta duran Erdoğan sevgisine, sunucu daha fazla kayıtsız kalamıyor ve mikrofonu eline alıp, şöyle bağırıyor: “İşte Bayburt bu!”

***

Nihayet beklenen an geldi…

Dosyasız, isteksiz, talepsiz, pankartsız, slogansız da olsa…
Erdoğan'dan umutluyum…

Erdoğan protokolde…

Erdoğan, önce havadan sonra karadan Bayburt’u ayağa kaldırıyor…
Erdoğan’ın rüzgarı, neredeyse Bakanlar Kurulu ve meclisi de Bayburt’a taşımış… 

-Yaklaşık 4 saattir protokol çadırında yaşanan sandalye savaşı, hazin bir sonla bitiyor... Yorgun ve bitap taraflar, çadırdan çekilmek şartıyla barış ilan etmek zorunda kalıyor!-


***

Belediye Başkanı Mete Memiş “Bayburtlular olarak diyoruz ki" diye söze başlayınca, sorunlarımızı tek tek sayacak sanıyorum ama öyle olmuyor... Şahsen Bayburt'a dair yüzlerce hayal kurmuş ve gerçekleştirememiş biri olarak Başkan'ı ve hayallerini gıpta ederek dinliyorum! Başkan konuyu daha da ileriye taşıyor ve "bırakın yapmayı, başkalarının hayal bile edemeyeceklerini, şehrimizde gerçekleştirdiniz" diyor!

O an bir süre meydandan kopmuşum...
Kendime geldiğimde 
Vali Yusuf Odabaş konuşuyordu... 
“Vali gene değişti ele? Vola bu nasıl iştür?” gibi belli belirsiz serzenişler duyuyorum...

Neredeyse Bakanlar Kurulu Bayburt’ta ama sadece Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam kürsüye çağrılıyor. Miting alanında kadın ve çocukların coşkusunu hissedince, “bir bildikleri buymuş demek ki” diyorum! 

Sonunda Erdoğan kürsüde…

Gerçekten de Bayburtlu Erdoğan’ı seviyor…
Kıyamet kopuyor Cumhuriyet Caddesi’nde…

Umutla beklediğim konuşmasına gelince, aklımda kalanlar şunlar: 

- Konuşması boyunca "rekor oy" desteğine aralıklarla değindi ve Bayburt’a teşekkür etti…

- Bayburt’a dair hizmet ve yatırımlardan bahsetti… Törenin adı toplu açılış töreniydi ve 25 yatırımın resmen hizmete girdiğini duyurdu…


- Yeni bir şeyden bahsetmek gerekirse, mesela Zigana Tüneline dair bilgiler verdi… Kasım ayında ihalesinin yapılacağını söyledi… “Zigana Tüneli, Gümüşhane’nin olduğu kadar Bayburt’a da aittir” dedi. “Bayburt Bayburt olalı bele tünel görmedi diyeceksiniz” diye de ekledi…

- Göreve geldiğinde Bayburt’ta bölünmüş yolun 2 kilometre olduğunu, bugün ise 79 kilometreye kadar uzandığını açıkladı. 

- Bayburtlu işadamlarına üstüne basa basa seslendi… “Kazandıklarınızın belli bir kısmını sadaka-i cariyeniz olarak gelin Bayburt’a yatırın, yarın hayırla yadedilesiniz” dedi…  

- Mesela Demiryolu güzergahından hiç bahsetmedi… En azından, binlerce kampanya, imza ve beklenti sonrası, konuyla ilgili bir açıklama yapar diye düşündüm ama Erdoğan’ın gündeminde bu konu yoktu. 

- Türkiye’nin her iline havaalanı yaptıklarını hatırlattı… “Batıda yaşayanlar uçuyorsa doğuda yaşayanlarda uçmalı” deyince, heyecan yaptığımı ve yutkunduğumu hatırlıyorum… Hakkari, Şırnak, Kars, Ağrı ve Muş Havaalanı gibi örnekler verdi ama Salyazı Havaalanı beklentisine değinmedi…

- Sonra ise konuşmasının tamamını güncel konulara ayırdı… Kürt düşmanlığına, hainlere ve şiddet yanlılarına izin vermeyeceklerini açıkladı… Bayburt’un bu tür oyunlara zaten hiçbir zaman gelmediğini, bundan sonra da gelmeyeceğini bildiğini söyledi…

-Bu arada; Recep Tayyip Erdoğan’ın, Bayburt’ta yaptığı mitinglerde, Kürt konusu veya sorununa bu kadar değindiğine ilk defa şahit oldum…-

Erdoğan daha sonra kendisine hediye edilen Bayburt Grup Özel İdarespor formasını kabul etti, boynuna Bayburtspor atkısı taktı, el salladı… 

Konuşma bitti…

O an ne hissettim?

Kocaman bir boşluktu sanırım. 

Açıkçası Erdoğan’ın şu son Bayburt programına dair umutlandığım kadar bugüne kadar hiçbir Erdoğan mitingine bu kadar umut taşımamıştım. 

Hayal kırıklığı yaşamış mıydım?
Hem de nasıl!

Tamamen umutsuzluğa mı kapılmalıydım?
Bilmiyorum!

Ama şunu artık kabul edelim: 

Gerek kendi başarısızlığımız, gerekse de Türkiye’nin gürültülü gündemi arasında, ne yaparsa yapsın Bayburt Ankara’dan görünmüyor ve duyulmuyor. 

Birbirimizi kırıp dökmeden bu durumu kabullenip, bu şekilde yol alamadığımızı, alamayacağımızı görüp, yeni umut kapılarını aralamaktan başka şansımız yok. 

***

Anlayacağınız ben artık emindim…
Mazoşist bir aşk bu!

Gün içinde belirli aralıklarla değişen; delicesine sevme ve sonsuza dek terketme arasında gidip gelen bozuk bir ruh haline dönüşmüş, mazoşist bir aşk!