Üzengili köyümüz genciyle yaşlısıyla, genciyle geliniyle çocuğuyla, aklara bürünmüş kara yazısına yenik düştü, yazık…Pazartesi sabahı saat sekizde köyümüz haritadan, 9-10 ailede nüfus kütüğünden silindi… O’nlara yazık oldu… Yazık…İnancıyla yanan Bayburt halkı, başları yerde ağıtlarla boğuluyordu adeta;
Üzengili köyümüz genciyle yaşlısıyla, genciyle geliniyle çocuğuyla, aklara bürünmüş kara yazısına yenik düştü, yazık…
Pazartesi sabahı saat sekizde köyümüz haritadan, 9-10 ailede nüfus kütüğünden silindi… O’nlara yazık oldu… Yazık…
İnancıyla yanan Bayburt halkı, başları yerde ağıtlarla boğuluyordu adeta;
“-Ecel denen yaman el, bu sefer beyaz ölümle vurdu… Ve O’nların hikâyesi orada son buldu…”
Sonra eller kalktı havaya, Fatihâ’larla, buruk, küskün…
Diller Akifleşti o an, yutkunarak;
Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?
Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!
Nûr istiyoruz... Sen bize yangın veriyorsun!
'Yandık! 'diyoruz... Boğmaya kan gönderiyorsun!
***
Birde hatıramız var Üzengili köyümüzde. O kan gölünde boğulduğumuz anlarda, yüreğimize birazda olsun su serpen hatıramız.
Bütün gözlerin tedirginlikle enkazı taradığı bir anda, Gazeteci arkadaşlardan biri sevinçle, “bakınız, bakınız yaşıyor” diye bağırınca, cümle âlem arkadaşın işaret ettiği tarafa koştuk. Canlı olan, kurtarılan bir tavuktu, küçücük, zayıf bir tavuk!
Allah’ın yarattığı bir canlıyı kurtarmanın, -küçücük bir tavuk bile olsa- Türk insanına verdiği mutluluğu, inanmış, yiğit çehrelerde yaşadık.
Küçücük bir tavuk… Ve onu kurtarmak için yarışan insanlar… İyi, merhametli, tertemiz insanlar.
1 Şubat 1993 - Bayburt Postası