AKP iktidarı ve AKP’li belediyeler, Necip Fazıl’ı putlaştırma, idealize etme, idolleştirme faaliyetlerine hız verdiler. Bu kampanyanın öncülüğünü belediyeler ve okullar yapıyor.
Ve keramet arıyorlar bu kişinin izinde, sözünde, yaptıklarında.
Ben çeşitli yayın organlarında yazdığım birçok yazıyla bütün bunlara karşı çıktım ve Necip Fazıl’ın tüm ayıplarını şahitli, ispatlı olarak ortaya döktüm. Bunları aşağıya alıyorum, akıl ve iz’an sahiplerinin bilgisine sunuyorum.
İşte Kerameti, Ondan Başlayalım
1969 yılında Kayseri’de yapılan kongrede
“Bozkurt Amblemli” MTTB
(Milli Türk Talebe Birliği),
“Ecmain” adlı dinci grubun eline geçti, Refahyol Hükümeti döneminde Kültür Bakanlığı yapan İsmail Kahraman genel başkan seçildi.
(Şimdilerde RTE’yi kahramanca savunmaktadır)
MTTB bu olaydan sonra, Büyük Doğucu gençliğin karargâhı haline geldi. Necip Fazıl konferanslar verip duruyordu merkezinde ve şubelerinde. Abdullah Gül ve Recep Tayyip de bu MTTB gençliği arasındaydı.
MTTB, 12 Eylül yönetimince kapandı, 4-5 yıl önce yeniden açıldı. Açıldı ama artık ambleminde
“bozkurt” yok. Bu
“Yeni MTTB”nin de işi gücü Necip Fazıl. Birkaç gün önce baktım, afişler asmış sağa sola Kocaeli Şubesi, bir dizi etkinlikler düzenlemiş. 110’uncu doğum yıldönümünde
“Üstadlarının” izindeymişler.
Keramet arıyorlar
“üstadlarının” şiir ve nesirinde…
Ben bu yazımda onlara üstadlarının, İsmet Bozdağ ve Paris günlerinden dostu Namdar Rahmi Karatay’a anlattığı bir
“keramet” fıkrasını aktaracağım.
(Kaynağımı merak eden ya da daha fazla ayrıntı isteyenler Bozdağ’ın “Yıldızların Arkası” adlı kitabına bakabilirler.)
CHP’nin tek parti devrinde, Ankara’da karşılaşırlar bu üç isim. Namdar sorar:
-Necip ne arıyorsun Ankara’da?
-Nafakamı Namdarcığım!.. Biliyorsun,
“Ağaç”ı çıkarıyordum, kapattılar. Şükrü Saraçoğlu,
“gelsin görüşelim” demiş. Ben de kalktım geldim.
Şükrü Saraçoğlu, o devrin Başbakanı. Türkçü Başbakan. Hani şimdi bazı dinci ve Kürtçüler, adını Fenerbahçe stadından silmek istiyorlar ya işte o.
Namdar anlar ki, NFK, el etek öpüp, para sızdıracak Başbakan’dan. Uyarma gereği duyar:
-Yahu Necip sen ne zaman adam olacaksın?
Necip Fazıl
“Bak sana bir hikâye anlatayım” der ve şunları anlatır:
Hani tekke şeyhlerinin birçok müridi olur, sonra bu müritlere zamanı geldiğinde şeyh bir keramet gösterip el sunar ve o müritler de şeyh olup bir başka yerde tekke kurarlar. İşte böyle bir tekkede bir mürit, artık vaktinin geldiğine kanaat getirerek:
-Ya Şeyh, keramet buyur! Der.
Şeyh, bakar anlamlı anlamlı yüzüne, karısını o gece kendisine yollamasını söyler. Kadın yollanır, gelir, çok kötü şeyler anlatır ağlayarak, fakat mürit
“gavat” ruhludur, kötüye yormaz. Varır şeyhine birkaç gün sonra, yine keramet diler. Şeyh bu kez de kızının eve yollanmasını ister. Kıza da olanlar olur. Olur ya, ne şeyh uçkuruna sahip olabilmektedir ne de bu müritte icazet alma tutkusu bitmektedir. Şeyh oğlunu da ister, “vardır bir hikmeti” deyip oğlanı da yollar ırzı kırık mürit. Oğlan gelir ya oğlanda da hal kalmamış, mürit hırsla gidip sarılır şeyhinin yakasına:
-Keramet dedim ya şeyh keramet! Artık sabrım kalmadı. Göster kerameti de gidip bir bucağa yerleşeyim!
Şeyh, yakasını müridin elinden çekip kaşlarını çatar der ki:
-Yahu ne kalın kafalı adammışsın, bunca günahımla hâlâ ayakta duruyorum, bundan büyük keramet olur mu?
Necip Fazıl, fıkrayı bitirdikten sonra ne demiş biliyor musunuz? Üstadın izinde olanlar iyi dinlesinler bunu:
-Hangi adam olmaktan bahsediyorsun Namdar? Bunca günahımla ayakta duruyorum; gittiğim yerde hoplayıp önümde ayağa kalkıyorlar! Başbakan
“Gelsin görüşelim” diyor! Bundan iyi adamlık mı olur günümüzde? Keramet gösteriyorum keramet!
Necip Fazıl, Namdar’dan o gün 100 lira borç istemiş, sonra 10 liraya fit olmuş. Ve sonra gidip Saraçoğlu ile görüşmüş ve Bozdağ’ın anlattığına göre örtülü ödenekten parayı ve dergiyi çıkarma iznini de koparmış. O akşam Karpiç lokantasında kafayı bir güzel çekmiş.
Yani
“Üstad” örtülü ödeneğe ta o günlerden alışmış. Sonra devir değişip iktidara Demokrat Parti gelince bu kez de Menderes’e yaltaklanıp ondan paralar koparmış
(Menderes’e yazdığı mektuplar yayımlandı basınımızda). Tabii yine örtülü ödenekten…
Evet iyi kerametler Üstadçılar!...
Amerikancılığı
17 Temmuz 1959 tarihli Büyük Doğu Dergisi’nde şöyle yazıyordu bu şair:
“Amerikan politikasını korumakla mükellefiz... Amerikan siyasetini tutmak biricik yol... Amerika’dan nazlı bir sevgili muamelesi görmek biricik dikkatimiz olmalı. Yoksa bir Amerikan bahriyelisinin, iki yana açık bacakları arasında mütalaa ettiği kadından ileri geçemeyiz. Dış siyasetimizde Amerikan siyaseti ve iç bünyemizde Amerikanizm politikasını kendimize tecezzi etmez (birbirinden ayrılmaz) bir siyaset vahidine (tekliğine) göre ayarlamakta büyük ve her işe hâkim bir mânâ gizlidir.”
Evet, iyi mi? Sizde ne derler bunu yazana?
Belgeli ayıpları...
“Hazreti Ali” adlı kitabında,
“ne şiş yansın ne kebap” politikası güder:
“Ali kesinlikle haklıdır, fakat Muaviye haksız değildir” diyerek.
Ama sıra Dersim’e gelince,
“Son Devrin Din Mazlumları” adlı kitabında iftiralar yağdırır Cumhuriyet’e:
“Dayandığı tek sebep de bir takım âsâyişsizlik ve itaatsizlik bahanesi altında, bütün Doğu Anadolu’yu kapsayıcı olarak, o mıntıkanın bir türlü sulandırılamayan koyu İslâmi rengidir. Bir kıvılcım halinde gösterdiğimiz Dersim yangınının kömürleştirilmiş 50.000 cesedinde, kutup şahsiyetler dışı bir yığın olarak din mazlumluğunun en çarpıcı levhasını seyredebilirsiniz.”
DP devrinde, hapse tıkılınca
“Biz erkeğiz Menderes, olamayız muannes (dişi)” diyen, sonra dışarı salınıp örtülü ödenek aktarımlarıyla cebi doldurulunca, ağız değiştiren bu adam, 27 Mayıs ihtilalinin lideri Cemal Gürsel’e yazdığı mektupta bakın neler diyordu:
“Pek Sayın Cemal Gürsel,
Şu anda Balmumcu’da nezâret altında bulunuyorum. Hiçbir suçumun olmadığı kanaatindeyim. Ama beni suçlu görüyorsanız, ben sizden ve şanlı Türk Ordusu mensuplarından özür dilerim. Politikanın ne olduğunu artık anlamış bulunuyorum. Sizler en iyi müdâhaleyi yaparak güzel yurdumuzu kötü politikacılardan kurtardınız. Demokrat Parti kötü idâresiyle zaten bunu hak etmişti. Ben çok hastayım. Beni zindandan kurtarabilirsiniz. Esâsen nâmusum, şerefim üzerine yemin ederim ki, serbest kaldıktan sonra hayâtımın sonuna kadar politika ile ilgili hiçbir yazı yazmayacağım. Siz büyüklük gösterip de beni af edin, beni kurtarın, dâima sizlerin emrinde olacağım.”
Bu mektup 15 Eylül 1968 tarihli Ekspres gazetesinde yayımlanmıştır.
Necip Fazıl, demokrasiye dönülünce, Gürsel’e verdiği sözü tutmadı, politikayla ilgili yazdı da yazdı. Bir de
“Benim Gözümde Menderes” diye bir kitap yazdı. 12 Eylül ihtilali olunca, yine ustaca döndü NFK, Büyük Doğu’nun kapağına Demirel, Ecevit, Türkeş ve Erbakan’ın fotoğrafını koydu, üstüne bir çarpı çekip
“Bir çapraz çizgi ile çözüldü muadele (denklem)” dedi.
Ramazan ve oruç
Altan Deliorman,
“Tanıdığım Atsız” adlı kitabında anlatıyor. Necip Fazıl, Yeni İstanbul Gazetesi’nde yazarlık yapmaktadır. Aylardan Ramazandır, vakitlerden öğle vakti. Necip Bey, bir tepsi içindeki öğlen yemeğini yemektedir. Birden gazete görevlileri içeri girer misafirleri olduğunu, içeri aldıklarını odaya gelmekte olduklarını söylerler. Laf ağızlarında kalır, ziyaretçiler içeri damlar. Necip Fazıl hemen yemek tepsisini karşı masada oturan arkadaşının önüne sürer ve misafirlerine
“İşte bunlar böyledirler, ne Ramazan bilirler ne oruç, ne olur kusura bakmayın” der.
Arkadaşı şaşkın şaşkın yüzüne bakmaktadır...
Şimdiii... Gerçek Necip Fazıl bu...
Bir de maskeli Necip Fazıl var, onu da internette dinciler tarafından hararetle paylaşılan bir anısından, kendi kaleminden okuyalım da görün:
“Çocuktum. 6-7 yaşlarında var yoktum. Bir Ramazan günüydü. Çemberlitaş’ta oturduğumuz büyük konaktan sokağa çıktım. İleride, bir sehpaya oturttuğu tablasından çoluk çocuğa şeker meker satan birini gördüm. 10 para mı, 20 para mı, ne verdiğimi hatırlayamadığım bir horoz şekeri satın aldım. Şekeri eme eme konağa dönmek üzereydim ki, üzerime hamal kılıklı bir adam çullandı. Yarı ciddi, yarı şakacı bir edâ ile haykırdı:
-Şu bacaksıza da bak! Sokakta, elâlemin karşısında yiyor!
Ödüm patlamıştı sanki... Şekeri yere attım ve evime doğru koşmaya başladım.
Adam beni kapıya kadar kovaladı. Konağın açık kapısını bu herifin suratına çarparcasına kapatıncaya kadar adeta baygınlık geçirdim.
Şimdi, masum çocuklara değil, Ramazan günü açıkça ve iftihar edercesine sigaralarını tüttüren her vasıf dışı insanlara o hamal kılığı içindeki saffet ve hassasiyetle hitap etmek istiyorum:
Günahınızı niçin ALLAH’la aranızda bırakmıyor ve sanki onun reklâmını yaparcasına, zedelediğiniz ALLAH hakkına kul hakkını da ekliyorsunuz? Eskiden Ermenisi, Rumu, Yahudisi bu kul hakkına tecavüz etmemek için Ramazanlarda Müslümanların karşısında oruca aykırı bir harekette bulunmazlardı. Düşünün, sizin derekeniz ne olmalı! Hamalın kovaladığı çocuk bugün 75 yaşında ama, kovalayanın soyundan kimse kalmadı.”
CHP’den adaylığı
Geçenlerde bir genç kardeşim, Necip Fazıl’ın 1940 yılında CHP’ye yaptığı milletvekilliği adaylık başvurusunun belgesini yolladı bana (yanda). Çok net değil, bayağı eskimiş bir belge, ama yine de okunuyor. Tek parti dönemine demediğini bırakmayan “Üstad”, tek partiye sığınmış bir zamanlar...
Ve şimdi sıkı durunuz, Habertürk Gazetesi’nde 2 Ocak 2013 tarihinde, Abdullah KILIÇ imzasıyla ve Özel Haber anonsuyla yayımlanan haberde, Necip Fazıl’ın Adnan Menderes’e kendisine yardımlar edilmesi için nasıl onursuzca yalvardığını ve bu yalvarma mektuplarının örtülü ödenek belgeleri arasında bulunduğunu şöyle aktarmaktaydı.
Meraklısına bu haberin erişim adresini verelim sonra da haberi: http://www.haberturk.com/kultur-sanat/haber/808111-necip-fazildan-menderese-yalvaran-mektuplar
Menderes’e mektuplar
‘Benim yaptığımı yapanlara hükümetler servet yağdırır’
HABERTÜRK, Menderes’in Yassıada’da yargılandığı
“Örtülü Ödenek” dosyasına ilişkin çarpıcı belgelere ulaştı. Ünlü yazarların Menderes’e yazdığı mektuplarda bazen yalvaran, bazen üstü kapalı tehdit içeren ifadeler yer alıyor. Necip Fazıl
“Benim yaptığımı yapanlara hükümetler ve rejimler servetlerini ve nimetlerini yağdırır” diyor.
1960 ihtilalinden sonra asılarak idam edilen Başbakan Adnan Menderes ile Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih Korur’un, Yassıada’da yargılanmasına neden olan yazar ve sanatçılara örtülü ödenekten verilen paralarla ilgili belgelere Habertürk ulaştı. Örtülü ödeneğin nereye harcandınağı dair belge tutma zorunluluğu bulunmamasına rağmen Menderes, tüm harcamaları Müsteşar Korur’dan kayıt altına almasını istemiş, şahsi harcamaları da kendi banka hesabından karşılanmasını emretmişti.
Kahverengi bavul
Darbeden sonra evinde yapılan aramada, örtülü ödenek harcamalarının binlerce makbuzunun olduğu kahverengi bavul bulundu. Açılan bu bavulda, gizli tutulması gereken makbuz ve mektuplar da çıktı. İşte o belgelerden bazıları, Örtülü Ödenek Davası’na konu olan yazar ve sanatçılara yapılan yardımlardı. Sanatçılara yapılan yardımlarla ilgili makbuzların yanısıra, o sanatçıların Menderes’e yardım talebiyle yazdığı mektuplar da ortaya çıktı.
Kimler yok ki
Menderes’e gönderilen mektuplar arasında başta Necip Fazıl Kısakürek olmak üzere Peyami Safa, Yahya Kemal Beyatlı, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Cemal Kutay, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Mesut Cemil Bey, Yusuf Ziya Ortaç ve ressam İbrahim Çallı’nın mektupları dikkat çekiyor. İşte o mektuplardan bazıları:
21 Ocak 1954-Muhterem Efendim
- “Muhterem efendim” diye başlayan mektupta Emniyet Genel Müdürü’ne kovuşturmalarla ilgili gerekli talimatın verilmesini, huzura kabul edilmesini ve kendisine yardım yapılmasını talep ediyor.
26 Aralık 1956 -‘Her şeyi uğrunuza risk ettim'
“Müsteşar Bey’den 2500 lira ve ’Mecmuanı çıkar da görelim ve sonra yardım edelim’ cevabı aldım. İlk defa bir itimatsızlık sezer gibiyim. Ben parayı alır da mecmuayı mı çıkarmam veya çıkarırım da uygunsuz bir istikamet mi tutarım? Ben ki her şeyi uğrunuza riske etmiş, her defa mükemmel eseri vermiş ve bu kadar tecrübe ve çileden geçmiş bir adamım. Şahsım, kalbim ve kalemim her türlü teminatın üzerindedir.
Benim yaptığımı yapanlara hükümetler ve rejimler servetlerini ve nimetlerini yağdırır. Bütün bunlara karşı 15 bin lira zarar çarpıtılmış ve daha nice kasıt ve sabotaja karşı yalnız bırakılmış olarak sürünmekteyim. Haftalardır Ankara’nın bu hücra ve münzevi otelinde cinnet buhranları içinde çırpınmaktayım. Bütün istediğim zarara birkaç bin zamla 20 bin lira temininden ibarettir. Bunca muvaffakiyetten sonra uğratıldığım bu hal ve düştüğüm şeref kırıklığı hayatıma mal olabilir. (...) Artık Necip hakkında olmak mı olmamak mı kararı sizi de üzüntüden kurtaracak şekilde verilmeli ve bu iş bitirilmelidir. Ben kararlıyım ve her şeye razıyım.”
14 Ocak 1958 ‘Hesabı nasıl vereceksiniz?’
“Ben hastayım. Şekerliyim. Ayrıca çıldırmak üzereyim. Bütün hastane halime acıyor. Bu vaziyette emrin uzaması benim ölüme ve cinnete terk edilmem demektir. Başıma bir hal gelecek olursa Allah’a, Türk Milletine ve ”Allah bir “ diyenlere karşı hesap nasıl verecektir. Kadiri mutlakın üzerine yemin ederim ki yalan söylemiyorum, mübalağa etmiyorum, rol oynamıyorum, edebiyat yapmıyorum.”
14 Haziran 1958 ‘10 bin lira lûtfedilirse’
Reklam ve sair ihtiyaçlarım için 10 bin lira lütfedilirse... Ayda 6 bin lira tahsis olunursa... Akis, Kim, Form gibi mecmuacıklarla bütün muhalefet matbuatını saf fikirle çürütücü, muazzam bir içtimai ve edebi, ideoloji, bina edici kafalara ve yüreklere nüfuz edici bir mecmua kuracağıma emin olunabilir. Bu da olmazsa tam altı aydır bir tek yardım görmeyen beni vazife günüme kadar her ay muayyen ve mukarrer bir mikyas altında kurmaktan ve gözyaşları içinde yalnız ibadet ve mücerret eserler kaleme almaya terk etmekten başka iş kalmaz.
Evet… Yeter mi?