Bazılarının durumu anlamakta zorluk çekmelerine şaşırmamak lazım;
 “Balyoz çöktü” diyenler de, “derin devletle hesaplaşmanın bittiğini” düşünenler de, farklı yerlerde duruyor görünseler de, aynı zihinsel yapının içinden baktıklarının farkında değillerdir.

Öncellikle şunu belirlemek gerekir. Türkiye “militer, bürokratik tahakküm geleneğine dayanan bir devlet aygıtından”, “demokratik sivil bir rejime doğru” radikal bir değişim yaşamaktadır. Bunun akşamdan sabaha olabilecek bir iş olmadığı ortadadır. Belli aşamaları vardır. Burada “12 Eylül’ün mahkûmiyeti” önemli bir aşamaya gelindiğini ortaya koymaktadır. 

1913’teki darbeden bugüne, yüz yıldan uzun süren bir zaman diliminde, Türkiye’nin darbecileri mahkûm etmesi, hiç de küçümsenecek bir durum değildir. Bu mesele yüz yıl sürmüşse, bizatihi bu durum dahi, ülkenin başının nasıl bir belayla karşı karşıya olduğunu göstermeye yeter.

Cuntanın akıbeti belli

Bazıları “12 Eylül sadece cuntanın yaşayan üyelerine yüklenerek mahkûm edilemez” türünden, sözde küçümseyici,  esasta ise yapılan “işin anlamını kavramaktan uzak” sözüm ona eleştirel bir tavır geliştirmeye çabalamaktadırlar. Oysa sorun “sembolik olarak” sadece o cunta mensuplarını yargılamak mahkûm etmek gibi görünse de, yapılan iş“darbeyi mahkûm etmektir”.

Tarihin ironisi denilen şey, bu olsa gerektir: Bir gün önce 12 Eylül’ün mahkûmiyet kararı gelmişken arkasından Anayasa Mahkemesi Balyoz darbe sanıklarının tutukluluk hallerinin kalkmasına yol açan kararı açıklayarak “yeniden yargılanmalarına” hükmetti. 2010 Referandumu’yla Anayasa Mahkemesi’ne “bireysel başvuru hakkının” verilmesi sonucu bu kararın alınmış olması önemlidir.

Bütün darbeci, cuntacı, anti demokratik unsurların, onlarla hareket eden siyasi parti ve grupların 2010 Referandumu’nda, karşı cephede yer almalarına rağmen, bu hakkı kullanmaları, “demokratikleşme sürecinin” demokrasiye karşı duranlara da, kazanım sağladığının açık ifadesidir.

Burada tespit edilmesi gereken birkaç husus vardır. Bunlardan ilki; Türkiye’nin sadece 12 Eylül’ün değil “militarizmin mahkûm edildiği” gerçeğidir. İkincisi; Türkiye’de demokratikleşmenin yargıyı da, ister militer ister paralel olsun, hukuk devletin işleyişine aykırı işlem ve karar vermiş olanları, denetleyecek bir mekanizma olarak AYM’nin, yeni bir fonksiyon üstlenerek sürece girmiş olmasıdır. “Yeniden yargılama müessesesi” bu bakımdan çok önemlidir. Üçüncüsü; Balyoz çökmemiş, “Balyoz darbe planını yapanlarla” bu süreçte sadece kendilerine emredilen görevleri kabul etmek durumunda bulunan ve “paralel unsurların rahatsız olduğu” anlaşılan ve bu listeye eklendiğinden kuşku duyulan personelin, durumunun ayrılmasına yönelik yeni bir değerlendirme fırsatı ortaya çıkmıştır.

Yeni bir demokrasi hamlesi

Şahitlerin dinlenilmesi, sahte delillerin ayıklanması “hak ihlalinin” ortadan kaldırılmasıyla, yapılacak yeniden yargılama sonucunda “objektif şartlarda ortaya çıkacak karar”Türkiye’nin demokratik hukuk devleti olma yolunda önemli bir kazanım olacaktır.

Netice olarak şunu söyleyebiliriz ki Türkiye, Ergenekon, Balyoz ve diğer davalarla birlikte 12 Eylül’ün mahkûm edilmesiyle, kesinlikle demokrasi içinde hukuksuzlukla mücadele etmede yeni bir aşamaya ulaşmıştır. Türkiye’nin dönüşü olmayan bir yolda ilerlemesi, demokrasi yönünde yeni hamleler yapması, yeni bir geleceğin inşası bakımından önemli bir dönemece girdiği söylenebilir.

Önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimini bu bağlamda değerlendirdiğimizde, eski rejimin, anti-demokrat militer yapının, işlemeyen bürokratik mekanizmaların tasfiyesinin, devletin önünü açacak yeniliklere hazırlık olduğunu söyleyebiliriz. Yirmi milyondan fazla oy alarak seçilecek cumhurbaşkanının, eski yapıdaki gibi davranmasını beklemek, değişimin anlamını kavramamak olacaktır.