1918’de vardık oralara... Nuri Paşa idi kumandanımız... Ermeni zulmünden, İngiliz, Alman ve Rus emperyalizminden azat ettik Azerbaycan’ımızı. Sonra, 30 Ekim 1918’de Mondros denilen o esaret ve utanç belgesini imzaladılar başımızdakiler. Ordumuz çekilmek zorunda kaldı. Bir başına kaldı bu kurtlar sofrasında Azerbaycan. “Gelişin bir toy bayramdı/Gidişin ağır.../Yüreğinde meni de sesle/Meni de çağır” diye seslendiler şairler. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a bir volkan umut çıktı ya, düştü ya Anadolu yollarına; yolunun yolcusu oldu ya tüm ulusalcılar. İşte o günlerde en evvel Doğu cephesini ele aldı paşaların paşası Mustafa Kemal Paşa. Doğu Cephesi Kumandanı Kazım Karabekir Paşa, bir yandan düşmanı atmanın planlarını yaparken bir yandan da Sovyetler’le işbirliği yollarını arıyordu. Sovyetler bu işbirliğinin verimli olması için, Kafkas Seddi denilen üç cumhuriyeti (Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan) aşmak zorunda olduklarını ifade ediyorlardı. Ve biz 23 Nisan 1920’de Ankara’da meclisimizi toplarken, 27 Nisan 1920’de Sovyet 11. Ordusu Azerbaycan’a girdi. Birileri bu girişten dolayı Mustafa Kemal Paşa’yı, Halil Paşa’yı, Karabekir’i suçlarlar. Hayır, onlar böyle bir girişi değil, Azerbaycan’ın bağımsızlığı korunarak Sovyetleştirilmesini, böylece, Sovyetler’le Türkiye arasındaki emperyalizme karşı oluşacak işbirliğinin önünde engel kalmamasını istiyorlardı. Dr. Mehman Ağayev, “Kurtuluş Savaşı Yıllarında Türkiye-Azerbaycan İlişkileri” adlı kitabında (IQ Yayınları) bu yorumu yapıyor ki, bana göre de doğrudur. Sovyetler’le işbirliği yapılmasa idi, 1920 yılının 29 Eylül’ünde ordumuz Sarıkamış’ı, 30 Ekim’de Kars’ı alıp, sonra Gümrü’ye zor girerdi. Nahçıvan’ı Bolşeviklerle birlikte, Taşnak sürülerinden temizleyemezdik. Mehman Bey’in 464 sayfalık bu dev eserinde, Kurtuluş Savaşı yıllarında Sovyet Azerbaycan’ı ile Türkiye ilişkileri ayrıntısıyla aktarılıyor. Yardım etmişler onlar bize, Moskova’ya rağmen yapılmış bu yardımlar. 23 Mart 1921’de 30 vagon petrol, 2 vagon benzin, 8 vagon gazyağı gelmiş. 2 Nisan 1921’de Bakû’daki Türk temsilciliğine 1 milyon altın ruble bağışlanmış. 2 Mayıs 1921’de ise 62 vagon petrol gelmiş. Dahası da var, Azerbaycan’dan gönüllü birlikler gelip katılmışlar ordumuza, bu askerlerin içinde Türk ordusunda generalliğe kadar yükselmiş isimler var.

Sovyet Azerbaycan’ının Ankara’da açılan elçiliğine bayrak çekilirken Mustafa Kemal Paşa’nın dedikleri, Azerbaycan’ın bizim için anlamını ve önemini yansıtıyor: “Sefir Hazretleri; Azerbaycan sancağının Türkiye sancağının yanında, Türkiye semasında dalgalandığını görmek bütün milletimiz için büyük bir bayramdır. Bize böyle bir bayram yaşattığınızdan dolayı samimi teşekküratımı tekrar ederim.” Büyük Atatürk Nahçıvan için de şunları diyordu: “Nahçıvan Türk kapısıdır. Kapımızın mevcudiyetini muhafaza ediniz, bizim için mühim olan budur. Bunu hususi olarak nazara alıp elinizden geleni yapınız”  Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi’nin 31 Ekim 1921 tarihli sayısında ise şöyle yazıyordu: Cihan harbinde en çok severek döktüğümüz kan, Azerbaycan istiklali için akan Türk kanıdır. 

O ki sözü Azerbaycan-Türkiye ilişkilerinden açtık bugün, “Türk’e Baştan Başlamak” adlı kitabımıza da aldığımız bir şiirimizi aşağıya alarak söze yekûn vuralım:

YOLUMUZ İKİ BULAĞA DÜŞTÜ

Ormanın belinde bir ince kemer
Yol gider kervan yolu.
Yolumuz Şamahı'dan Bakü'den gelir
Yolumuz Şirvan yolu.

Nuri Paşa ordusunda bir Türk'ün oğlu
Kadim Şirvan yollarında bir mezar.
Kardeş toprağında nazarlık
Destani öyküsü dillerde gezer.

Yolumuz Sabir'den Şirvani'den
Yolumuz Bugurt'a, Kafkas'a doğru.
Yolumuza ilgi, sevgi döşeli
Yolumuz Odlar Yurdu.    

Vermişler ses sese kol boyu iki oluk
Yolumuz iki bulağa düştü.
Biri şerbet tadında, ılık
              Biri serin sulu, atılgan, koçak!..
Şerbet tadında Dede Korkut
              Türkçemin ab-ı hayatı.
                           Öteki Köroğlu'nun dokuz kolundan biri
                                   Güldür güldür dokuzu gibi.

Bu iki bulaktan içerken kana kana
Yolumuzu düşündüm Kafkas yollarında.
Üç hilal ortasında çağlayan ve ağlayan
Nice bulak vardır ki
Biz koyduk adlarını bizi söylerler.

Anadolu'dan gelen bir testiyim ben
Doldum
        Doldum
                 Doldum
                          Doldukça sermest oldum.

"Yahşı yol" diledi bulaklar bize
İzimiz, gözümüz, sözümüz kaldı.
"Su gibi azîz olun" dedi Azîze Câferzâde
Bulaklar gönlümü doldurdu taştı
"Niyee menden uzaklaştı?"