Kendinizi kutsamak veya paralamak olarak tezahür eden özgüven eksikliği. Kendinize olan inancınız ve özgüveniniz yeterli değil ise, bu eksikliği kapatmak için ‘’kendini kutsamak’’ en temel davranış modeli olarak ortaya çıkar. Her şeyin en mükemmelini yaptığınızı iddia eder, kusursuzluğunuzu ispatlamak için olmadık argümanlar türetirsiniz. Bireysel yetersizlikler, kendini kutsama yolu ile yok edilmeye çalışılırken, toplumsal özgüven eksikliği de, başka toplumları kutsama şeklinde tezahür eder.
Kendinizi kutsamak veya paralamak olarak tezahür eden özgüven eksikliği. Kendinize olan inancınız ve özgüveniniz yeterli değil ise, bu eksikliği kapatmak için ‘’kendini kutsamak’’ en temel davranış modeli olarak ortaya çıkar. Her şeyin en mükemmelini yaptığınızı iddia eder, kusursuzluğunuzu ispatlamak için olmadık argümanlar türetirsiniz. Bireysel yetersizlikler, kendini kutsama yolu ile yok edilmeye çalışılırken, toplumsal özgüven eksikliği de, başka toplumları kutsama şeklinde tezahür eder.
Yüzyıllardır batı toplumlarını kutsuyor, onların her şeyi ne kadar mükemmel ve kusursuz yaptıklarını anlatıp, derin hayranlık duygularımızı kuşaktan kuşağa taşıyoruz. Oysa onları tanıyıp, daha objektif bir analize tabi tuttuğumuzda, durumun hiçte öyle olmadığını fark etmeye başlıyoruz.
Batı toplumlarının içinde bulundukları eksiklikler ve gayri medeni davranış modelleri, sahip oldukları ekonomik güç sayesinde perdelenmekte ve göz ardı edilebilmektedir. Örnek isterseniz işte size İsviçre… Biraz makyajını kazıdığınızda karşınıza çıkan yüz bir felaket.
Zayıflar, tarih boyunca özendikleri ve kutsadıkları güçlülerin zaaflarını görmek istememişlerdir. Kendimizden daha güçlüyü sorgulamadan rol model olarak almak, taklitçiliği beraberinde getirir ve toplumsal ve kurumsal özgüvenimizi yok eder. Nitekim içinde bulunduğumuz açmaz budur. Kekliği taklit eden karga durumuna düşmemek için, hem kendimizi ve hem de bizden daha güçlü olanları sorgulayabilmeliyiz.
Çağdaş yönetim anlayışı, kendini sorgulama sürecine ‘’özdeğerlendirme’’ adını veriyor. Kurumun kendini sorgulama süreci olarak tanımlanabilecek olan özdeğerlendirme sistematiği, yönetim kademelerindeki hiyerarşinin azaltılmasını ve daha katılımcı bir yapıya sahip olunmasını gerekli kılmaktadır. Sürecin doğal sonucu yalın düşünce ve yalın bir organizasyona sahip olmaktır.
Kalıplaşmış hiyerarşik yapılanmalar, insanların yaratıcılığını yok eder ve düşünsel tembellik yaratır. Oysa hiyerarşi, sadece karar mekanizmalarında geçerli olmalıdır. Türk toplumu olarak hiyerarşiyi ceket iliklemek, şapka çıkarmak, elpençe divan durmak, büyüklerin yanında söz söylememek ve amirin söylediği her şeye ‘’evet efendim’’ demek olarak algılanmaktan vazgeçmeliyiz. Böyle hiyerarşi olmaz.
Organizasyon tartışabilmeli, konuşabilmeli ve verilere dayalı olarak eleştirebilmelidir. Böylesi süreçlerden geçtikten sonra alınacak karar, herkesin uyması gereken ve uygulanması gerekendir. Hiyerarşi budur, aksi halde kendi kendini kutsayan ve kendi kendini kandıran bir yapı ortaya çıkar ki, bu tür yapılar kimseye hayır getirmez.