CHP gerçekten inançlara saygılı mıydı? Hani Sarıgül demiş ya “CHP geleneğinde inançlara saygı vardır.” diye. Aslında bunun böyle olmadığını en iyi bilen öyle zannediyorum ki yine Sarıgül’ün kendisidir. CHP ne zaman dini argümanları kullandıysa bu, onun dine olan hoş görüsünden değil, rekabet ettiği, toplumun gözünde önemli bir değeri olan partinin önünü kesmek içindir.

DP, 1946’dan sonra yükselişe geçerken de CHP yine aynı taktikleri kullanmıştı. Propagandaları daha dini bir jargon içermeye başlamıştı. Bu aslında CHP’nin “dindar” bir siyaseti arzulamasından değil, sadece DP’ye olan inancı ve teveccühü kırmak içindi.
 
Bana göre bugün yapılmaya çalışılan da budur. İsterseniz inançlara saygılı CHP’nin bu saygısını, biraz tarihe giderek ifade edeyim. CHP’nin inançlara saygısının birinci tecellisi Takrir-i Sükûn Kanunu’dur. Bu kanun ile Kasım 1924 ortalarında “dinsel gericilik tehlikesi”ne karşı Başbakan İsmet İnönü sıkıyönetim ilân edilmesini ister. Fakat bu isteği kabul edilmeyince İstifa eder ve yerine daha ılımlı olan Fethi Okyar getirilir. Oda Şeyh Said Ayaklanmasında yetersiz görülünce yerine Tekrar İnönü getirilir; bu emeline 1925’te ulaşır. Aslında bu, İnönü için de bir fırsat olur. İki yıl süreyle çıkarılan Kanun, lüzum üzerine dört yıl yürürlükte kalır.

Bu kanunla Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası da, “İrtica” gerekçesiyle kapatılmıştır. Hatta içerisinde Kazım Karabekir gibi paşalarında olduğu bu Parti, bahsettiğim kanun çerçevesinde verilen ilk iki sıkıyönetim kararını da desteklemiştir. Fakat daha sonra İstiklal Mahkemelerinin elinde çok geniş yetkilerle kullandırılan bu kanunla yapılanlar TCF’yi muhalif olmaya itmiştir. Yani “Din” adına tehlikeli olarak görülen ne varsa mesele kökten çözülmüştür artık. Bu dönemde yaşananları E. Jan Zürcher’in “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası” isimli çalışmasından okuyabilirsiniz.

Bundan sonra 1946’ya kadar da Din (İslam) bir daha sorun olmayacaktır; CHP için. Çünkü halk ürkütülmüş, bastırılmış, önemli din âlimleri devre dışı bırakılmıştır; buna idamlar da dâhildir. Daha sonraki süreçte Atatürk’ün dahi “imajını zedelediği” gerekçesiyle tasvip etmediği, adeta Türk’e yeni bir din arayışı olan “Kemalizm” çabaları vardır. “Türkün Amentüsü”nü dahi yazan bu zihniyet, Din’inden kopardığını zannettiği millete yeni bir inanç yolu bulmaya çalışmıştır. Türkçe ibadetler, camilerin satılması, camilere yeni form arayışları vs. Bütün bu çabalar aslında CHP’nin barışık olmadığı, hatta hoşgörülü olmadığı Din’e karşı olan tutumlarının tezahürleridir.

CHP, 1946’dan sonra da konjonktür gereği dini ifadelere yönelmiştir. Truman Doktrini ve Marshall Planı çerçevesinde ABD yardımlarına mecbur kalan Türkiye hükümetinin ve İnönü’nün bir anlamda mecburi istikameti olmuştur. Yeni yol Sovyet tehdidine karşı ABD anlayışlı sağcı bir gençlik ve Türkiye’ydi çünkü. Aksi halde ciddi bir çaba sarf edilerek tasfiye edilen Din, onu tasfiye edenler tarafından gönüllü olarak geri getirilemezdi. Bu konjonktür onlarında hesap etmediği bir şeydi.

Bu günde CHP içerisinde yer alan ulusalcı kanadın asla tasvip etmeyeceğine inandığım bu İslami jargonun CHP üzerinde “iğreti” durduğunu ifade etmek isterim. “irtica” kavramını elastik bir manayla kullanan CHP, bir muhafazakâr olarak hala bana güven vermiyor açıkçası.

Sarıgül’ün “sevgi” sözcüğünün altına da gizlense bu anlayışı görebilmek mümkündür. Ben Sarıgül’ün, ısrarla ciddi meselelere girmek istemediğini de görüyorum. Hani derler ya “kuru aşk karın doyurmaz” diye. Bu gün yapılan budur. Ben ciddi meselelerle ilgili “Kürtler, Ortadoğu, AB, ekonomi vs.” Sarıgül’ün hiçbir beyanına rastlamadım. Hatta “özellikle kaçındığına” dair duyumlarım oldu. Çünkü iktidarda olmakla muhalefette olmak farklıdır. Yumurta küfesi kimin sırtındaysa ona göre düşünmek bu “hoş gürü masalı”nı bitirebilir. Bunun için ayrıca ilmi bir derinlikte gerekir. Ve tabi sihri çözülmemiş, tertemiz birde mazi…