Bir önceki yazımda “Cemaat’ten Cemiyet’e Cemiyetten Nereye…” diye bir başlık kullanmış ve konuya siyaset ve sosyoloji bağlamında güncel bir yorun getirmeye çalışmıştım. Bu yazımda da “Cemiyetten nereye?” sorusunun cevabını, Cemaat’le daha iyi empati yapmaya çalışarak vermeye çalışacağım. 
 
Aslında bir yapıyı bir inancı daha iyi anlayabilmenin yolu, o yapının ya da grubun tabiri caizse “fabrika ayarları”nı iyi tahlil etmekten geçer. Elbette “ben iyi tahlil ettim” demiyorum ama bahsettiğim ayarlar benim şahsen bugün Cemaat’in ne yapmak istediğini daha iyi anlamama vesile oldu. Kafamdaki onlarca sorunun cevabını verdi.
 
O ayarlara bakmak, artık Cemaat’in “Mavi Marma Olayı”ında neden öyle davrandığını, “Dershane” meselesinde gösterdiği tavrın sebeplerini benim için çözen bir şey oldu.
 
Dershanelerin kapatılması meselesi neden Cemaat’i bu kadar öfkelendirdi?
 
İşte bu sorunun cevabi şudur. Çünkü dershane açmak Cemaat için bir ibadettir. Bu empatiyi yapamazsanız bu tepkiyi anlamak mümkün olmaz. Bunu anlamak için yine Bediüzzaman’ın ifadelerine bakmak gerekir. "’Dershane-i Nuriye’ açmak lâzımdır. Gerçi herkes kendi kendine bir derece istifade eder, fakat herkes her bir mes'elesini tam anlamaz. Hem îman hakikatlarının izahı olduğu için, hem ilim (Hâsiye), hem mârifet, hem ibadettir.” Aslında üniversite dershanelerinin kapanması tam bu kapsama girmesede bu yolun ilk adımı olarak görüldüğü kanaatimce.
 
Benim anlayabildiğim bir diğer boyutu da Cemaat’in mutlaka “şakird”lerden çıkacak bir devlet yöneticisi hayalidir. Bugüne kadar oluşturulmaya çalışılanda aslında “İnsan ve Para kaynağı” çalışmasıdır.  Peki, neden bugüne kadar “bizim siyasetle işimiz olmaz” dendi o zaman. Onunda cevabi gayet açık aslında; ezoterik bir anlayışla yapılan bu çabanın da yine izlenen bu yolun bir parçası olduğunu düşünüyorum. Yani bu sürecin, büyümeye zarar vermeden ve kışkırtmadan yapılması gerekiyordu.
 
Fethullah Gülen Hoca bir konuşmasında şunları ifade ediyor, mealen yazıyorum; “İnandığınız yolda ilerlerken bazen önemli yol ayırımları karşınıza çıkar, işte böyle zamanlarda karşınızdakine kükreyişinizi hissettirmeniz, inandığınız yolda kararlılıkla ilerlemeniz gerekir.” İşte kanaatimce bugünki kükreyişi de buradan bakarak daha iyi anlayabiliriz.
 
Bundan sonraki kısımda da bana göre Cemaat’in nereye varmak istediğini gösteren ve yine o fabrika ayarlarından birini paylaşmak isterim. Bu ifadeler aslında her inanç sahibinin kendi inancını bir dünya nizamı olarak görmek isteyişinin doğal bir tezahürüdür. Bunu çok iyi anlayabiliyorum. Fakat anlayamadığım, tevile ihtiyaç duyduğum noktalar da hala yok değildir. Mesela Bediüzzaman’ın bu ifadelerini bugün yorumlayanlar, bu yorumlarında “bir Müslümanla da yol ayırımına gelindiğinde ona da kükreyin” mi diyorlar?
 
Ya da “Dinler Arası Diyalog”u aşağıdaki metinde yer alan,   “O zâtın üçüncü vazifesi, Hilâfet-İslâmiyeyi İttihad-ı İslâma bina ederek, İsevî ruhanîleriyle ittifak edip Dîn-i İslâma hizmet etmektir.”i kendilerince yorumlayarak mı oluşturuyorlar? O İseviler hangi İseviler? Bu sorularımda iyi ve doğru bir cevaba muhtaçtır. Zira bendeki bu akıl bu tevili çıkarmaya/açıklamaya yetersizdir. O büyük zatın neyi kast etiği konusunda yanlış bir sonuç çıkarmak istemem. Fakat bugün bazı yorumcuların yorumlarının bu noktalardan neşet ettiği kanaatimde de kendime çok haksızlık etmek istemem.
 
Zira her Müslümanın kendince idare tasavvuru olabilir. Fakat yine her Müslümanın idaresinde de farklı düşünen diğer Müslümanlar için mutlaka merhamete dayalı bir yer olmalı kanaatimce; kaldıki gayrimüslimlere dahi yer olmalıyken.                          
 
İşte 21. Asrın Müceddidi Bediüzzaman hazretlerinin kendisinden sonra gelecek zatla ilgili yazdıkları.
 
“Ümmetin beklediği, âhir zamanda gelecek zâtın üç vazifesinden en mühimmi ve en büyüğü ve en kıymetdarı olan îman-ı tahkikîyi neşr ve ehl-i îmanı dalâletten kurtarmak cihetiyle, o en ehemmiyetli vazifeyi aynen bitemâmiha Risale-i Nurda görmüşler. İmam-ı Ali ve Gavs-ı Âzam ve Osman-ı Hâlidî gibi zatlar, bu nokta içindir ki, o gelecek zâtın makamını Risale-i Nurun şahs-ı mânevîsinde keşfen görmüşler gibi işaret etmişler. Bâzan da o şahs-ı mânevîyi bir hâdimine vermişler, o hâdime mültefitane bakmışlar. Bu hakikatdan anlasılıyor ki; sonra gelecek o mübarek zat, Risale-i Nuru bir programı olarak neşr ve tatbik edecek.
 
O zâtın ikinci vazifesi, Seriatı icra ve tatbik etmektir. Birinci vazife, maddi kuvvetle değil, belki kuvvetli îtikad ve ihlâs ve sadakatle olduğu halde, bu ikinci vazife, gayet büyük maddî bir kuvvet ve hâkimiyet lâzım ki, o ikinci vazife tatbik edilebilsin.
 
O zâtın üçüncü vazifesi, Hilâfet-İslâmiyeyi İttihad-ı İslâma bina ederek, İsevî ruhanîleriyle ittifak edip Dîn-i İslâma hizmet etmektir. Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakârlarla tatbik edilebilir. Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade kıymetdardır, fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve çok geniş bir dairede ve şa'şaalı bir tarzda olduğundan umumun ve avâmın nazarında daha ehemmiyetli görünüyorlar. İşte o has Nurcular ve bir kısmı evliya olan o kardeşlerimizin tâbire ve te'vile muhtaç fikirlerini ortaya atmak, ehl-i dünyayı ve ehl-i siyaseti telâşa verir ve vermiş.. hücumlarına vesile olur. Çünkü birinci vazifenin hakikatını ve kıymetini göremiyorlar, öteki cihetlere hamlederler.” [1]
 
Empati yapmak karşı tarafı anlamakla ilgilidir. Ben onu yapmaya çalıştım. Fakat şunu ifade etmeliyim ki artık açık ve şeffaf olarak ortada olma zamanıdır. Niyetler açıkça sergilenmediği zaman bu durum niyeti açık olanın diğer tarafa haksızlığı şeklinde de yorumlana bilir. Bir meseleyi herkesin yanlış anlaması diye bir şey olamaz. İşte bu sebeple bu günlerde yaşananların çok anlamlı olduğu kanaatindeyim.
 
Ve diyorumki, bu çağın en büyük gücü “açıklık ve şeffaflık”tır. Aksi halde hep birlikte kaybederiz.  

[1] Risale-i Nur Külliyatından, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9-10.