Önce Şemsettin Günaltay’ın hatıralarından Atatürk’ün Hz. Muhammed hakkındaki görüşlerini okuyalım:
Hz. Muhammedi bana, cezbeye tutulmuş sönük bir derviş gibi tanıttırmak gayretine kapılan bu gibi cahil adamlar, onun yüksek şahsiyetini ve başarılarını asla kavrayamamışlardır. Anlamaktan da çok uzak görünüyorlar. Cezbeye tutulmuş bir derviş, Uhud muharebesinde en büyük komutanın yapabileceği bir planı nasıl düşünür ve tatbik edebilir?
Der ve önündeki kağıda Uhud harbinin planını çizer, İnönü’ye uzatır.
Her iki tarafın kuvvet ve durumlarını, alınan tedbirleri, savaştan önceki ve sonraki durumları büyük bir vukufa izah ettikten sonra İnönü’ye; “O zaman orada siz komutan olsaydınız, bundan başka mı hareket ederdiniz?” der.
Atatürk’ün bu sözleri söylerken muhatabı İsmet İnönü’dür.
O da onaylar.
Bunun üzerine Atatürk Günaltay’a döner ve şöyle der:
“Tarih hakikatleri tahrif eden bir sanat değil, belirten bir ilim olmalıdır. Bu küçük harpte bile askeri dehası kadar siyasi görüşüyle de yükselen bir insandı. Cezbeli bir derviş gibi tasvire yeltenen cahil serseriler, bizim tarih mesaimize katılamazlar. Hz. Muhammed, bu harp sonunda çevresindekilerin direnmelerini yenerek ve kendisinin yaralı olmasına bakmayarak, galip düşmanı takibe kalkışmamış olsaydı, bugün yeryüzünde Müslümanlık diye bir varlık görülemezdi.”
Atatürk’ün ölümünden kısa bir süre önce yayınladığı son mesajında söylediklerini de hatırlayalım:
“Bütün dünyanın Müslümanları Allah’ın son Peygamberi Hz. Muhammed’in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli. Tüm Müslümanlar Hz. Muhammed’i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli, İslamiyet’in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler.”
Evet, başka örnekler de var.
Gerektiğinde onlardan da söz edebiliriz.
Ama bu kadarı da şimdilik yetmez mi?
Peki Atatürk’ü kızdıran nedir?
Hz. Muhammed nasıl anlatılmaktadır ki Atatürk buna şiddetle itiraz etmektedir!
Şu meşhur “Ümmi” meselesini konuşalım mı?
Geçenlerde bir sohbette İlahiyat Fakültesi mezunu bilgili bir arkadaşım da buna yani “Ümmi” kelimesine “okuma yazma bilmez” anlamını verince doğrusu kızmaktan kendimi alamadım. Dedim ki: “Nasıl olur da herkese okuma yazma öğrenmeyi salık veren bir insan kendisi öğrenmez?”
Hz. Muhammed’in Peygamber olmadan önce 'kervan' yönettiğini, ticaretle meşgul olduğunu biliyoruz. Yine biliyoruz ki, Mekke’deki zulüm düzenine karşı teşkilatlanan gençler içinde 'O' da vardı. Yani hayatın içinde, itibarlı ve başarılı bir insandı. Ümmi, sözüne “okuma yazma bilmez” anlamını verip Hz. Muhammed’i böyle göstermeye çalışanların, zavallıca bir gerekçeleri vardır.
Yani “hiçbir şey okumadan sadece vahiy aldı” demek isterler. İnanan bir insan için böyle desteklere ne gerek var? İnanmayan için de bunlar delil olabilir mi? Hayır! Hz. Muhammed okuma yazma bilen ve aydın bir insandı. Ve vahiy böyle bir insana geldi. Peki “Ümmi” ne demekti? O dönem Arapçasında “Ümmi” Hıristiyanlık ve Musevilik gibi kitaplı dinlere bağlı olmayanlar demekti. Ve bu anlamda Hz. Muhammed Ümmilerdendi. Bu bahsi sürdürmeliyiz.