Git vatan Kâbe’de siyaha bürün
Bir kolun Ravza-i Nebi’ye uzat
Bu şiiri okuyunca ruhum ürpermişti.
Bu şiiri yazdığı yıllarda, Namık Kemal’in gönülden bağlı olduğu, uğrunda her şeyini verebileceği vatanı ne durumdaydı acaba! Biraz tarih bilgisi olanlar, hemen bir film şeridi gibi, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinin nasıl bir boğuşma içinde geçtiğini hatırlayacaklardır.
O dönemde de; “Batılılaşacağız, kalkınacağız, ilerleyeceğiz, demokrasiyi getireceğiz, insan haklarını getireceğiz!” diye diye devletin bütün düzeni alt-üst edilmişti. Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı, Meşrutiyet hareketleri ve nihayet Sultan Abdülhamit Han’ın “hal” edilmesi ile sonuçlanan 31 Mart Olayı gibi belirleyici sabotajlarla devlet iyice takatten düşürülmüştü. Yönetim zayıflamıştı. Devlet sorumluluğunun kimin elinde olduğu dahi anlaşılamayan dönemler yaşanmıştı.
Tabii ki Namık Kemal, devletin giderek bozulan, giderek bölücü ve yıkıcı unsurların eline geçtiği oyunların son zamanlarını, tiyatronun son perdelerini göremedi. Meğer bütün bu açılımlar, yani Islahat hareketleri, aslında devleti çöküntüye sürükleyen hareketlermiş, anlayamadı. O hay huy içinde hatayı Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit Han’da bulmuştu. Ama yanılmıştı. Ne acıdır ki, yanıldığını anlayınca çok geç olmuştu. Hâlbuki asıl olan devletti! Saldıranlar devletin düşmanları idi! Düşman ikiyüzlü davranıyordu. Kendisini saklıyordu. Suret-i haktan görünüyordu.
Devletin düşmanları iktidarı ele geçirmeye çalışıyorlar, iktidarı ele geçirdikten sonra da devleti kurtaracaklarını söylüyorlardı. Ama aslında devlete saldırıyorlardı. Yürütülen müthiş yıkıcı-aldatıcı propagandayı, devlete yapılan saldırıyı, o günün aydınları anlayamamışlardı.
Zamanın en büyük vatan şairlerinden biri olan Namık Kemal bile, Osmanlı Sultanı’nın, vatanı yıkıma götürdüğünü zannediyordu. Asıl düşmanın yüzünü göremiyordu. Bu sebeple bütün olan bitenlerin suçunu padişaha yüklüyordu. Öyle zannediyordu.
Tabii devletin başının bile devleti yıkmaya çalıştığını düşününce artık yapacak bir şey kalmıyordu. Böyle bir hezeyan ortamında, düştüğü büyük ümitsizlik içinde bu şiiri yazmıştı. Onun için; “Git vatan Kâbe’de siyaha bürün!” diye hayıflanmıştı, üzülmüştü, kahrolmuştu.
Sonunda gerçek hainlerin kimliğini anlayınca kendisini affetmemişti. Padişahı anlamıştı, ama geç anlamıştı. Pişmanlığını anlatabilmek için “Ne Utanmaz Köpekleriz!” şiirini yazmıştı. Sultan’dan özür dilemişti sanki.
Şiiri aşağıya alıyorum.
Ne Utanmaz Köpekleriz
Edepsizlikte tekleriz
Biz bakmadan sağa sola
Düşman girdi İstanbul’a
Dalkavuklukla irtikâp
İnsan mı neyiz seçilmez
Gitme vatan kavgasına
Vatanın girdik kanına
Bu topraklar üzerinde bizim mücadelemiz bitmeyecektir. Bin yıl önce kurulan, yükselen, yükselen ve sonunda olgun bir meyve gibi düşen devletimiz, bu gün yine aynı “yok olma” tehlikesi ile karşı karşıyadır.
Edirne’ye çekildikten sonra Anadolu’ya sıkışan Türk Milleti, buradan da kovulmak ve yok edilmek gayesiyle, yine 21. Yüzyıl Haçlı Seferleri ile karşı karşıya getirilmiştir. Yine aynı açılımlar, aynı Islahat Hareketleri devam etmektedir. Vatan parçalama hareketleri aynan bugün de sürdürülmektedir.
Şimdi önemli olan bu kargaşada bizim gerçeği görebilmemizdir. Kimin dost, kimin düşman olduğunu anlayabilmemizdir.
İnanıyorum ki bu hengâmede tıpkı Namık Kemal gibi, yarın pişman olacak çok şairimiz, yazarımız, siyasetçimiz, aydınımız vardır.
Allah bizi bir daha; “Git Vatan Kâbe’de Siyaha Bürün” gibi sitem dolu şiirler yazmaya mecbur etmesin.