Kenize Mourad, son romanı ‘Begüm’de(1) İngiliz emperyalizmine karşı 1856 yılında Hindistan bağımsızlık savaşını başlatan genç bir kadının öyküsünü anlatıyor. Eserden öğrendiğimize göre; İngilizler Begüm’ün lideri olduğu bu ayaklanmayı sadece Awadh Krallığı’nda otuz beş bini sipahi, gerisi köylü halktan, yaklaşık yüz elli bin savaşçıyı öldürerek kanlı bir şekilde bastırıyor. 

Kenize Mourad, son romanı ‘Begüm’de(1) İngiliz emperyalizmine karşı 1856 yılında Hindistan bağımsızlık savaşını başlatan genç bir kadının öyküsünü anlatıyor. Eserden öğrendiğimize göre; İngilizler Begüm’ün lideri olduğu bu ayaklanmayı sadece Awadh Krallığı’nda otuz beş bini sipahi, gerisi köylü halktan, yaklaşık yüz elli bin savaşçıyı öldürerek kanlı bir şekilde bastırıyor. 

Kenize Mourad, ‘Begüm’de kendine medeni dünya diyen, yalnız kendi kültür ve sanatını evrensel sayan,  sömürgeci Batı’nın başka milletlere armağanı; aşağılama, soygun, talan, çapulculuk, işkence, tecavüz ve soykırım olan gerçek yüzünü gösteriyor.

İngiliz emperyalizminin 19. yüzyılda Hindistan’da yaptıklarıyla, birçok ülkenin sınırlarının yeniden belirlendiği  günümüzde ABD ve Batı ülkelerinin emperyalist hedef ve uygulamaları arasında değişen bir şey olmadığını görüyoruz.

Emperyalizmi dünden bugüne değişmez kılan bu benzerlikler nelerdir? Emperyalizmi ülkesinden kovan Atatürk’ten bu yana Türkiye’de değişen nelerdir? Emperyalizm nedir ve de nasıl ortaya çıktı?

Emperyalizm, bir devletin başka ülke ya da ülkeler üzerinde kurduğu siyasal, askeri, ekonomik ya da kültürel üstünlüğe denir.

Batılılar Hıristiyanlık adına Haçlı Seferleri’nde İslam ülkelerinde talan ve katliamlar yaptı. Bu seferler Batı için başarısızlıkla sonuçlansa da, daha sonraki yüzyıllarda Batı, yeni keşfedilen Kuzey ve Güney Amerika’daki ülkeleri Hıristiyanlık adına ele geçirip talan etti ve bu yeni topraklar üzerinde yaşayan yerli halkları soykırıma uğrattı.

Batılı sömürgeciler Afrika ve Asya’daki ülkelerde ise, yeni yayılma yolları buldu. Bu ülkelerde sömürecekleri kaynaklar, ham maddeler, pazarları tespit ettikten sonra oraya önce misyonerlerini gönderdiler.  Misyoner okullarını açtılar.  Bu ülkelerde şirketler, temsilcilikler kurup, ticareti başlattılar, kârlı ticaret imtiyazları elde ettiler. Ülkeleri çeşitli projelerle yüksek faizlerle borçlandırdılar. Borçlarını geri almak için ülkelerin bütün gelirlerine el koydular. Hatta ‘’Reformlar yapmadınız’’  ‘’Borcumu alamadım’’ gibi bahanelerle ülkeleri işgal ettiler.

Sömürgeciler yerli halkın din, kültür ve medeniyetine hep yukardan baktı. Ama ticaret yapmak ve yerli halkla iş yapmak zorundaydılar. Yerli halkın dilini öğrenmeye tenezzül etmediler. Onlar için din, Hıristiyanlık idi. Kültür kendi kültürleri idi. Bu nedenle yerli halka, özellikle genç beyinlere kendi kültürlerini verecekleri okullar açtılar.

Sömürgecilerin yerli halktan yetiştirdikleriyle ortaya çıkan insan tipi; dili ve kültürü değiştirilmiş, efendilerine hizmet eden insan tipi idi. İngilizler Hindistan’da yukarda anlattığımız isyanı bastırdıktan sonra bu modele ağırlık vererek bütün Hindistan’ı ele geçirdi.

Batı emperyalizminin bu acımasız ve talancı yüzüne rağmen bizde ve diğer ülkelerdeki Batı yandaşları : "Ama Batı; Michelangelo, Mozart, Beethoven, İbsen, Flaman ressamları vs…" diye Batı’yı savunmaktadır. Antiemperyalist bir yazarımız bu görüşe çarpıcı bir örnekle şöyle cevap veriyor; "Çok kibar, çok varlıklı, çok ince bir komşunuz olsa; konağının duvarları usta ressamların tablolarıyla süslü, kitaplığı en namlı yapıtlarla yüklü olsa; piyanoya çöktü mü Bach’ı, Monteverdi’yi derya gibi çalkalandırsa parmaklarıyla, şiir okumaya durdumu duyarlığına vurulsanız; ama bir gün öğrenseniz ki, bu kibar ve kültürlü komşu bu evi kurmak, bu inceliğe varmak için çevresindeki bütün komşularını haraca bağlamış, kimini vurmuş, kimisini kırmış, kimisini evinden ve yurdundan etmiştir; yine de ona aynı saygıyı duyar, elini aynı içtenlikle sıkar mısınız ve sıkarsanız, aynada kendi suratınıza nasıl bakarsınız?"(2)  

Osmanlı İmparatorluğu’nun sömürgeleştirilmesi

1800 yıllarında Batı, sanayi devrimini gerçekleştirme yolunda idi. Özellikle İngiltere, sanayisine dünyanın dört yanında hammadde kaynakları ve pazar aramaktaydı.

Osmanlı Devleti, iç ve dış çeşitli sorunların sonucu güçsüzdü. İngilizlerin baskılarıyla kendi idam fermanı olan 1838 Balta Limanı Ticaret Anlaşması’nı imzaladı. Bu anlaşmanın aynısını birçok Avrupa ülkesi ile yapılan ticaret anlaşmaları izledi. Böylece Osmanlı ülkesinin talanı başladı. Bu ticaret anlaşmasına göre; Avrupalılar Türk ülkesini serbest pazar haline getirdi. Yerli sanayi geriletilip çökertildi.

Türkiye batılılaşacağız diye; 1839’da Tanzimat, 1856’da Islahat fermanlarını imzaladı. Bu fermanlar batının emperyalist yayılmacılığının birer aracıydı. Tanzimat’la Batı’ya yaranmak için Hıristiyan tebaaya tanınan haklar aslında bunların Avrupa’daki efendilerine daha rahat hizmet etmeleri için kaleme alındı. Bu yıllarda Osmanlı coğrafyasında Amerika, İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya sayısız misyoner okulları açtı. Misyoner okulları büyük kentlerden başka Güneydoğu Anadolu’da küçük kentlerde bile açıldı. Yalnız Amerikalıların Osmanlı Devleti sınırları içinde 304 eğitim misyoneri, 65.104 kilise adamı, 11 çocuk yuvası, 337 ilkokul, 28 orta öğretim kurumu, 11 kolej, 11 hastane ve 12 dispanseri vardı. (3) Batıların kendi çıkarları için maşa olarak kullanacakları azınlıklar, eğitilip, güçlendirildi ve onların aracılığıyla hem ekonomik hem siyasal konularda iç işlerimize karışıldı.

Tanzimat ve Islahat fermanları, 1856 Paris ve 1874 Berlin anlaşmalarıyla Osmanlı Devleti Avrupa’nın vesayeti altına sokuldu. 1850 yılından itibaren Osmanlı Devleti Avrupa’dan borç alarak yakasını tamamıyla Avrupa’ya kaptırdı.1874 yılında devletin ödemek zorunda olduğu borç taksidi ve faizlerin toplamı devletin toplam gelirlerinin %80’ine ulaştı.(4) Bu borçlarını geri almak üzere Avrupalılar Osmanlı Devleti’nin gelirlerine bugünün IMF’si olan Düyun-u Umumiye ile el koydu. Yönetim yabancıların emrine girdi. Çünkü devlet adamları bir büyük Avrupa devletinin himayesinde idi. Türkiye’ye ıslahat bahanesi ile gelen Avrupalı uzmanlar, özellikle Almanlar, orduyu ıslah ve Bağdat Demiryolu gibi projelerle Türkiye’den kârlı imtiyazlar kopardı.  

Kısaca; batılılaşma, Osmanlı İmparatorluğu’nun batmasında başlıca rolü oynadı ve Osmanlı ülkesi yukarda anlattığımız modelde batılılar tarafından sömürge haline getirildi.

Atatürk’ün emperyalizmi yenip Türkiye’den kovması

Emperyalist ülkeler, Birinci Dünya Savaşı’na (1914-1918) kadar çökertilen, talan edilen Türkiye’nin yok edilmesi için düğmeye bastı. Fakat bir mucize gerçekleşti. Türkler, milliyetçi bir ruhla, Atatürk’ün önderliğinde, Milli Mücadele’de (1919-1922) vatanlarını işgal eden emperyalist güçleri ve onların yerli uzantılarını yendi.  Atatürk’ün hedefi, tam bağımsızlıktı ve bu nedenle mandacılık, işbirlikçilik gibi her türlü ilişkiyi kabul etmedi. Atatürk emperyalistleri yenerek, sömürülen ülkelere bağımsızlık savaşlarında örnek oldu. Aslında Atatürk’ün emperyalizmle savaşı 1911’de Osmanlı toprağı olan Trablusgarb’ı işgal eden İtalyanlara karşı başlamış, daha sonra Çanakkale’de, Kanal Seferi’nde, Suriye’de, Filistin’de, Anadolu’da hep Avrupalılarla savaşmıştır.

Atatürk, emperyalist orduları Türkiye’den çıkarıp işgali önledikten sonra emperyalizmin her türlü dayatmasını ortadan kaldırdı. Cumhuriyet kuruldu. Lozan’da kazanılan haklarla yabancı devletlere verilen imtiyazlar sonlandırıldı. Osmanlı borçlarını alan, Düyun-u Umumiye kaldırıldı. Misyoner okulları kapatıldı. Azınlıklar mübadele edildi. Temeli Türk kültürü olan milli bir devlet kuruldu.  Milli iktisat modeli ile sanayileşmeye önem verildi.  Tarih ve dil kurumları açıldı. Atatürk’ün hedefi, Türkiye’yi çağdaş medeniyet seviyesine çıkarıp, tarafsız, bağlantısız bir dış politika yürütmekti. Atatürk mazlum milletlerden yana oldu. 1933 yılında o milletler hakkında; "Güneşin doğuşunu nasıl görüyorsam, Doğu’nun uyanışını da öyle görüyorum."dedi.

Atatürk’ten sonra çeşitli iktidarlar döneminde Atatürk’ün antiemperyalist politikalarından tavizler verildi. Günümüzde ise; Cumhuriyet ve Lozan’ın kazanımları bir bir ortadan kaldırıldı. Yerli sanayi dün geriletilip ve çökertilmişti. Bugün de sanayimiz çökertilme yolunda. AB ile imzalanan 1995 Gümrük Birliği anlaşması 1838 Balta limanı anlaşmasından daha ağır şartlar içermektedir. Toplum, yabancı devletlerin ve şirketlerin hâkim olduğu piyasa tarafından yönetiliyor. Bankacılıktan, sigortacılık, borsa, iletişim ve ulaştırmaya, enerjiden eğitime kadar her şey sermayenin ve Batı’nın tekeline terk ediliyor. Bireysel özgürlükler adı altında etnik, dini kültürel ayrıştırma ve parçalama alt yapısı AB sürecinde yavaş yavaş hazırlanıyor. Yeni hazırlanacak anayasada devletimizin antiemperyalist, milliyetçi kuruluş felsefesine karşı çıkılıyor, milli devlet yapımızdan vazgeçilmesi isteniyor. 

SONUÇ / Günümüzde her şey emperyalizmin yeni türü olan küreselleşme adı altında yapılıyor. Atatürk’ün kovduğu emperyalizm; okulları, vakıfları, büyük firmaları, şirketleri,  IMF’i, BOP, Dünya Bankası, Gümrük Birliği, AB’si ve maşası PKK ile yurdumuza giriyor. Emperyalizme karşı Milli Mücadele’de olduğu gibi;  bir ve beraber olmak zorundayız. Çünkü vatanımız tehlikede…

Kaynakça;
1) Kenize Mourad, Begüm, Çeviren: Ali Cevat Akkoyunlu, Everest Yayınları, İstanbul, 1. Basım, Mayıs,2011
2)Attila İlhan, Hangi Batı, İş Bankası Kültür Yayınları, 9.Baskı, İstanbul, 2010
3)Haluk Selvi, Milli Mücadelede Erzurum, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 1987
4) Hayri Mutluçağ, Düyun-u Umumiye ve reji soygunu, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı 2, Kasım, 1967

Kasım 2011