Jan Myrdal hakkında 02 Eylül 2008’de Yeniçağ Gazetesi’nde "Türk olsaydım, AB'ye karşı olurdum" başlığıyla yazmışım.
Yakup Şahin adlı okurum haber verdi ölümünü ve bu yazımı anımsattı. Ve bir yazı daha yazmamı diledi.
Önce Yeniçağ’daki o yazımı sunayım:
“Kim Jan Myrdal? Tanımayan, okumayanlar için önce kısaca bir anlatalım İsveçli yazarı. Myrdal, 81 yaşında, 81 eseri var. Dünyaca tanınmış bir araştırmacı, gazeteci, yazar. Şiirden romana, gezi yazılarından siyasal tartışmalara dek her konuda yazılar yazıyor. Türkçeye iki kitabı çevrildi. “Hain Bir Avrupalının İtirafları” adlı eserinden birkaç yazımda söz ettim, bu köşenin sadık okurları hatırlayacaklardır. O yazıma aldığım şu sözünü de: ‘Şimdi dünyanın durumunu bir kez daha analiz edebilir, savaşları tarif edebilir ve çoğunluğun niçin aç ve yoksul olduğunu açıklayabiliriz. Ama artık açıklamıyoruz. Bizler bilinç sahipleri değil, mantık orospularıyız.’
Bu birikimli ve çok yönlü aydının ‘Çin Raporu’ adlı eserini ise henüz -ne yazık ki- okuyamadım.
Abdullah Gürgön, Jan Myrdal’la 30 yıl önce (1978 yılında) bir söyleşi yapmış ve Aydınlık gazetesinde yayımlamış. Otuz yıl sonra gidip bulmuş yine Myrdal’ı, yine söyleşmiş. Bu söyleşi, Berfin Bahar Dergisi’nin ağustos sayısında yayımlandı. Derginin genel yayın yönetmeni, değerli dostum İsmet Arslan, “Çürümüş aydınlarımıza tokat gibi yanıtlar var bu söyleşide” diyor. Katılıyorum, ama onlar aydın değiller ki. Yalçın Küçük’ün deyimiyle ‘Maydın’ onlar.
Neyse, biz dönelim Myrdal’a ve bu uzun söyleşiden bölümler aktaralım:
‘Benim, Türklerin ne yapacağı konusunda aslında bir şey söylememem gerekir. Bu benim meselem değil. Buna ne isteğim ne de hakkım var. Ben de Türklerin bana İsveç’te ne yapacağımı söylemelerini istemem. Öte yandan eğer Türkiye’de insanlar AB’den başka diğer işbirliği şekilleri var diye düşünürlerse daha olumlu bulurum. Eğer ben Türk olsaydım AB’ye karşı olurdum. En basit nedeni de sorunların yerel olarak, ulusal sorunların da Ankara’da, seçimle gelen siyasetçiler tarafından çözülmesini istememdir. Türkiye’nin meseleleri, Ankara’da, İstanbul’da, Türkiye’nin içinde çözülmelidir, Brüksel’de değil.’
‘İsveç, AB üyesi. AB’nin komutası altında. Siyasetçiler halktan koptu (...) Öte yandan AB’ye karşı olanlar örgütlü değil. Tüm İsveç bir bakıma AB’nin komutası altında. Hadi tarafsızlığımızı demeyeceğim, zaten tarafsız değildik, ama egemenliğimizi büyük çapta kaybettik.’
‘Kürtler... Kürt sorunu konusunda uzman değilim. Bir zamanlar benim oraya gelmemi istediler. Eşim Gun Gessle ile gidiyorduk. Ancak bunu kimin düzenlediğini fark ettik. Şah’ın gizli polisi SAVAK örgütlüyordu. O zaman kabul etmedik. Şunu söyleyebilirim: Kürt liderler ne yazık ki, düşünülebilecek herkesle ittifak kurmaktan çekinmediler. Bu, Şah da olabiliyordu, GPU da, CIA da, MOSSAD da... Maalesef...’
‘Kuşkusuz İran bölünebilir, Türkiye bölünebilir. Hindistan’ı söyledim. Düşünmesi bile insanı korkutuyor. (...) Bu tipik bir süreçtir. Türkiye’nin bununla karşı karşıya bulunuyor olması kuşku götürmez. Büyük ve güçlü bir ulus... Onu çökertmek, onlar için büyük kazanç olacaktır...”
“Bu başörtüsünü de ilginç bir sorun haline getirdiler Avrupa’da. Halkı parçalamak için kullanıyorlar. Türkiye’de, Almanya’da, Fransa’da değişik şekillerde ama hep aynı amaçla, halkı parçalamak için kullanıyorlar.’
‘Bence böyle soykırım ataması yapmaya kalkmak yanlış. Bunlar tarihi olaylardır. (...) 1800’lü yılların sonlarında ve 1900’lü yılların başında Türkiye’de yaşanan olaylar tartışılmalı, görüşülmeli ama İsveç meclisinde değil.
Şimdilerde bu tür konuları mecliste ele almak gibi bir gelenek oluştu. Örneğin başka bir konu var:
’Homoseksüellik ırsi midir yoksa bulaşıcı mıdır?’ gibi. Yazdım bu konuda. Meclis bunun ırsi olduğuna karar verdi.’
‘ABD aslında gerileyen çöken bir güç. (...) Yeniler geliyor. Çin, Hindistan. Çin artık çok büyük yol aldı. Hindistan da öyle, durmadan yükseliyor. ABD ise krediyle savaşı sürdürüyor.’”
Jan Myrdal’ın ölüm haberini ve özgeçmişini ise İsveç Postası adlı gazeteden aktaralım:
“Jan Myrdal adı sosyalist ve komünist çevrelerce olduk fazlasıyla tanınan bir kişidir. Jan Myrdal gerek yazarlığı gerek panelist ve gerekse insan hakları konusundaki mücadelesi gerçekten takdir edilmeye değer bir insandır.
Jan Myrdal yine İsveç’te tanınan Gunnar ve Alva Myrdal’ın oğludur. Myrdal ailesi sosyal demokrat politikacılar olarak verdikleri mücadelelerle tanın kişilerdir. Myrdal, böyle bir ailede 19 Temmuz 1927 yılında dünya gelmiştir.
Jan Myrdal üçüncü dünya ülkelerini dolaşarak yayınladığı kitaplar ve röportajlarıyla daha fazla tanınmıştır. 1963 yılında Çin’e yaptığı bir gezi sonrası yayınladığı “Bir Çin Köyünden Rapor” adlı kitabıyla büyük bir atılım yapmış, kendisinin çok fazla tanınmasını sağlamıştır. Kitap pek çok dile çevrilmiştir. Kitap çerçevesinde çok tartışmalar yapılmıştır. Ayrıca, Çin'in Shaanxi Eyaletindeki küçük Liu Lin köyünden bir belgesel röportaj kitabı da büyük ilgi görmüştür. Pek sosyalist kişi bu kitaplarla Çin’i içinden daha iyi tanıma olanağı bulmuştur.
Jan Myrdal, Çin’deki ortaya çıkan değişimleri daha iyi anlatabilmek için geziler gerçekleştirdi. Röportajlar yayınladı. Fotoğrafçı eşi Gun Kessle ile Afganistan, Hindistan, Kamboçya, Meksika ve yukarıda belirtildiği gibi Çin gibi üçüncü dünya ülkelerine sayısız gezi yaptı. Seyahatler Afganistan'da Seyahat (1960), Hindistan Bekliyor (1980) ve Meksika (1995) gibi seyahatnamelerle sonuçlandı.
Jan Myrdal hem içeride hem dışarıda insan özgürlüklerini savunda. Düşünce ve düşünceyi yayma, yayınlama gibi konularda dünya iktidarlarını ve kurumları fazlasıyla eleştirdi. Her türlü faşizan baskıların, terörün karşısında oldu.
Myrdal, 1982'de ebeveynleriyle olan çatışmaları açık bir şekilde anlattığı ve yetiştirme yöntemlerini eleştirdiği ‘Çocukluk’ kitabını yayınlandı. Alva ve Gunnar Myrdal İsveç'te çok tanınan bir çift olası ve haklarında büyük çaplı övgüler bulunması, oğul Myrdal’ın eleştirisi büyük bir heyecan yarattı. Çocukluğundan sonra kendi romanlarını yazmaya devam etti: İtiraflar(1968) ilk oldu ve onu Başka Bir Dünya (1984), Ergenlik (koleksiyon 1988'de yayınlandı), On Üçte On İki (1989), Yarınlar Şarkı Söylediğinde (1994), Mayıs izledi. Bir Aşk (1998) ve Yaşlı Adam Hastalığı (2002). Çocukluk, On Üçte On İki ve Başka Bir Dünya, çocukluk hakkında bir üçlemesidir.
Yakup Şahin adlı okurum haber verdi ölümünü ve bu yazımı anımsattı. Ve bir yazı daha yazmamı diledi.
Önce Yeniçağ’daki o yazımı sunayım:
“Kim Jan Myrdal? Tanımayan, okumayanlar için önce kısaca bir anlatalım İsveçli yazarı. Myrdal, 81 yaşında, 81 eseri var. Dünyaca tanınmış bir araştırmacı, gazeteci, yazar. Şiirden romana, gezi yazılarından siyasal tartışmalara dek her konuda yazılar yazıyor. Türkçeye iki kitabı çevrildi. “Hain Bir Avrupalının İtirafları” adlı eserinden birkaç yazımda söz ettim, bu köşenin sadık okurları hatırlayacaklardır. O yazıma aldığım şu sözünü de: ‘Şimdi dünyanın durumunu bir kez daha analiz edebilir, savaşları tarif edebilir ve çoğunluğun niçin aç ve yoksul olduğunu açıklayabiliriz. Ama artık açıklamıyoruz. Bizler bilinç sahipleri değil, mantık orospularıyız.’
Bu birikimli ve çok yönlü aydının ‘Çin Raporu’ adlı eserini ise henüz -ne yazık ki- okuyamadım.
Abdullah Gürgön, Jan Myrdal’la 30 yıl önce (1978 yılında) bir söyleşi yapmış ve Aydınlık gazetesinde yayımlamış. Otuz yıl sonra gidip bulmuş yine Myrdal’ı, yine söyleşmiş. Bu söyleşi, Berfin Bahar Dergisi’nin ağustos sayısında yayımlandı. Derginin genel yayın yönetmeni, değerli dostum İsmet Arslan, “Çürümüş aydınlarımıza tokat gibi yanıtlar var bu söyleşide” diyor. Katılıyorum, ama onlar aydın değiller ki. Yalçın Küçük’ün deyimiyle ‘Maydın’ onlar.
Neyse, biz dönelim Myrdal’a ve bu uzun söyleşiden bölümler aktaralım:
‘Benim, Türklerin ne yapacağı konusunda aslında bir şey söylememem gerekir. Bu benim meselem değil. Buna ne isteğim ne de hakkım var. Ben de Türklerin bana İsveç’te ne yapacağımı söylemelerini istemem. Öte yandan eğer Türkiye’de insanlar AB’den başka diğer işbirliği şekilleri var diye düşünürlerse daha olumlu bulurum. Eğer ben Türk olsaydım AB’ye karşı olurdum. En basit nedeni de sorunların yerel olarak, ulusal sorunların da Ankara’da, seçimle gelen siyasetçiler tarafından çözülmesini istememdir. Türkiye’nin meseleleri, Ankara’da, İstanbul’da, Türkiye’nin içinde çözülmelidir, Brüksel’de değil.’
‘İsveç, AB üyesi. AB’nin komutası altında. Siyasetçiler halktan koptu (...) Öte yandan AB’ye karşı olanlar örgütlü değil. Tüm İsveç bir bakıma AB’nin komutası altında. Hadi tarafsızlığımızı demeyeceğim, zaten tarafsız değildik, ama egemenliğimizi büyük çapta kaybettik.’
‘Kürtler... Kürt sorunu konusunda uzman değilim. Bir zamanlar benim oraya gelmemi istediler. Eşim Gun Gessle ile gidiyorduk. Ancak bunu kimin düzenlediğini fark ettik. Şah’ın gizli polisi SAVAK örgütlüyordu. O zaman kabul etmedik. Şunu söyleyebilirim: Kürt liderler ne yazık ki, düşünülebilecek herkesle ittifak kurmaktan çekinmediler. Bu, Şah da olabiliyordu, GPU da, CIA da, MOSSAD da... Maalesef...’
‘Kuşkusuz İran bölünebilir, Türkiye bölünebilir. Hindistan’ı söyledim. Düşünmesi bile insanı korkutuyor. (...) Bu tipik bir süreçtir. Türkiye’nin bununla karşı karşıya bulunuyor olması kuşku götürmez. Büyük ve güçlü bir ulus... Onu çökertmek, onlar için büyük kazanç olacaktır...”
“Bu başörtüsünü de ilginç bir sorun haline getirdiler Avrupa’da. Halkı parçalamak için kullanıyorlar. Türkiye’de, Almanya’da, Fransa’da değişik şekillerde ama hep aynı amaçla, halkı parçalamak için kullanıyorlar.’
‘Bence böyle soykırım ataması yapmaya kalkmak yanlış. Bunlar tarihi olaylardır. (...) 1800’lü yılların sonlarında ve 1900’lü yılların başında Türkiye’de yaşanan olaylar tartışılmalı, görüşülmeli ama İsveç meclisinde değil.
Şimdilerde bu tür konuları mecliste ele almak gibi bir gelenek oluştu. Örneğin başka bir konu var:
’Homoseksüellik ırsi midir yoksa bulaşıcı mıdır?’ gibi. Yazdım bu konuda. Meclis bunun ırsi olduğuna karar verdi.’
‘ABD aslında gerileyen çöken bir güç. (...) Yeniler geliyor. Çin, Hindistan. Çin artık çok büyük yol aldı. Hindistan da öyle, durmadan yükseliyor. ABD ise krediyle savaşı sürdürüyor.’”
Jan Myrdal’ın ölüm haberini ve özgeçmişini ise İsveç Postası adlı gazeteden aktaralım:
“Jan Myrdal adı sosyalist ve komünist çevrelerce olduk fazlasıyla tanınan bir kişidir. Jan Myrdal gerek yazarlığı gerek panelist ve gerekse insan hakları konusundaki mücadelesi gerçekten takdir edilmeye değer bir insandır.
Jan Myrdal yine İsveç’te tanınan Gunnar ve Alva Myrdal’ın oğludur. Myrdal ailesi sosyal demokrat politikacılar olarak verdikleri mücadelelerle tanın kişilerdir. Myrdal, böyle bir ailede 19 Temmuz 1927 yılında dünya gelmiştir.
Jan Myrdal üçüncü dünya ülkelerini dolaşarak yayınladığı kitaplar ve röportajlarıyla daha fazla tanınmıştır. 1963 yılında Çin’e yaptığı bir gezi sonrası yayınladığı “Bir Çin Köyünden Rapor” adlı kitabıyla büyük bir atılım yapmış, kendisinin çok fazla tanınmasını sağlamıştır. Kitap pek çok dile çevrilmiştir. Kitap çerçevesinde çok tartışmalar yapılmıştır. Ayrıca, Çin'in Shaanxi Eyaletindeki küçük Liu Lin köyünden bir belgesel röportaj kitabı da büyük ilgi görmüştür. Pek sosyalist kişi bu kitaplarla Çin’i içinden daha iyi tanıma olanağı bulmuştur.
Jan Myrdal, Çin’deki ortaya çıkan değişimleri daha iyi anlatabilmek için geziler gerçekleştirdi. Röportajlar yayınladı. Fotoğrafçı eşi Gun Kessle ile Afganistan, Hindistan, Kamboçya, Meksika ve yukarıda belirtildiği gibi Çin gibi üçüncü dünya ülkelerine sayısız gezi yaptı. Seyahatler Afganistan'da Seyahat (1960), Hindistan Bekliyor (1980) ve Meksika (1995) gibi seyahatnamelerle sonuçlandı.
Jan Myrdal hem içeride hem dışarıda insan özgürlüklerini savunda. Düşünce ve düşünceyi yayma, yayınlama gibi konularda dünya iktidarlarını ve kurumları fazlasıyla eleştirdi. Her türlü faşizan baskıların, terörün karşısında oldu.
Myrdal, 1982'de ebeveynleriyle olan çatışmaları açık bir şekilde anlattığı ve yetiştirme yöntemlerini eleştirdiği ‘Çocukluk’ kitabını yayınlandı. Alva ve Gunnar Myrdal İsveç'te çok tanınan bir çift olası ve haklarında büyük çaplı övgüler bulunması, oğul Myrdal’ın eleştirisi büyük bir heyecan yarattı. Çocukluğundan sonra kendi romanlarını yazmaya devam etti: İtiraflar(1968) ilk oldu ve onu Başka Bir Dünya (1984), Ergenlik (koleksiyon 1988'de yayınlandı), On Üçte On İki (1989), Yarınlar Şarkı Söylediğinde (1994), Mayıs izledi. Bir Aşk (1998) ve Yaşlı Adam Hastalığı (2002). Çocukluk, On Üçte On İki ve Başka Bir Dünya, çocukluk hakkında bir üçlemesidir.
Jan Myrdal birçok üniversiteden “Onur Doktoru” ödülleri almıştır.”
Bir dünya aydını:
Evet Jan Myrdal, bir dünya aydınıydı. Ve bu dünya aydını sıfatını bu dünyada en çok hak edenlerin başında geliyordu. Bu dediklerime ilişkin son derece çarpıcı bir örneği Berfin Bahar Dergisi’nin Haziran 2018 sayısında Abdullah Gürgün yayımlamıştı.
14 Haziran 1967 tarihinde Stockholm’de Vasa Parkında Filistin halkıyla dayanışma için bir gösteri yapılacak. Konuşacak önemli bir isim aranmış bulunamamış. Ve sonuç fiyasko, doğru dürüst kimse katılmamış bu gösteriye. Jan Myrdal tam o günlerde “Yardımcı” isimli film çalışması için gittiği Küba’dan dönmüştür ülkesine. Ona gidiyorlar, konuşma yapmasını istiyorlar. Hiç düşünmeden kabul ediyor ve yapıyor o konuşmayı.
O konuşmadan ve gösterilerden sonra eşiyle evine gitmekte olan yazar, İsrail bayraklı bir grubun saldırısına uğruyor. Yalnız bu da değil, Myrdal Vietnam ile dayanışma gösterisine de katılıyor ve polisler tarafından coplanıyor.
Şimdi geliniz Myrdal’ın Filistin için yaptığı o konuşmanın bir bölümünü okuyalım: “İsrail liderleri emperyalist güçlerden ve almakta oldukları büyük güçle savaştan yararlanıyorlar. İsrail, ırk ve din temelinde, kurgusal sınırlar içinde, saldırgan bir devlet olduğu sürece rahat durmayacaktır. İsrail’in komutanları Guderian Menstein’den öğrendikleri yıldırım savaşı taktikleriyle başarılar da kazanacaklardır. Ancak İsrail’in uzun sürecek savaşları kazanmak için gerekli nüfus temeli ve olanakları yoktur. Eğer büyük güçlerin katılımı olmazsa İsrail liderleri yayılmaya devam edemezler ve kazanamazlar. O nedenle emperyalizmin İsrail’in hızlı saldırılarına ve BM Güvenlik Konseyi’nin İsrail zaferini garanti edecek müdahalelerine gereksinimi vardır.
Bir dünya aydını:
Evet Jan Myrdal, bir dünya aydınıydı. Ve bu dünya aydını sıfatını bu dünyada en çok hak edenlerin başında geliyordu. Bu dediklerime ilişkin son derece çarpıcı bir örneği Berfin Bahar Dergisi’nin Haziran 2018 sayısında Abdullah Gürgün yayımlamıştı.
14 Haziran 1967 tarihinde Stockholm’de Vasa Parkında Filistin halkıyla dayanışma için bir gösteri yapılacak. Konuşacak önemli bir isim aranmış bulunamamış. Ve sonuç fiyasko, doğru dürüst kimse katılmamış bu gösteriye. Jan Myrdal tam o günlerde “Yardımcı” isimli film çalışması için gittiği Küba’dan dönmüştür ülkesine. Ona gidiyorlar, konuşma yapmasını istiyorlar. Hiç düşünmeden kabul ediyor ve yapıyor o konuşmayı.
O konuşmadan ve gösterilerden sonra eşiyle evine gitmekte olan yazar, İsrail bayraklı bir grubun saldırısına uğruyor. Yalnız bu da değil, Myrdal Vietnam ile dayanışma gösterisine de katılıyor ve polisler tarafından coplanıyor.
Şimdi geliniz Myrdal’ın Filistin için yaptığı o konuşmanın bir bölümünü okuyalım: “İsrail liderleri emperyalist güçlerden ve almakta oldukları büyük güçle savaştan yararlanıyorlar. İsrail, ırk ve din temelinde, kurgusal sınırlar içinde, saldırgan bir devlet olduğu sürece rahat durmayacaktır. İsrail’in komutanları Guderian Menstein’den öğrendikleri yıldırım savaşı taktikleriyle başarılar da kazanacaklardır. Ancak İsrail’in uzun sürecek savaşları kazanmak için gerekli nüfus temeli ve olanakları yoktur. Eğer büyük güçlerin katılımı olmazsa İsrail liderleri yayılmaya devam edemezler ve kazanamazlar. O nedenle emperyalizmin İsrail’in hızlı saldırılarına ve BM Güvenlik Konseyi’nin İsrail zaferini garanti edecek müdahalelerine gereksinimi vardır.
Bu nedenlerle uzun erimli savaşta zafer Araplarındır.”
Onu tanıyan ve söyleşen bir yazarın, Yavuz Çekirge’nin satırları ile sürdürelim yazımızı:
“Kütüphanesinde oturup konuşmuştuk. Kırk bine yakın kitabın bulunduğu özel kütüphanesi Myrdal’ın çalışma alanıydı. Göl manzaralı çalışma masasında bir daktilo ve kağıtlardan başka bir şey yoktu. Keçe terlikler giyiyordu. Türkiye ile ilgili çok şey biliyordu. O dönemde Şili’de Yunanistan’da ve Türkiye’de dikta rejimleri bireysel hak ve özgürlükleri hiçe sayarak rejim muhaliflerini bertaraf etmek için türlü baskı yöntemleri kullanıyorlardı. İsveç siyasi göçmenlerin akın akın geldiği Almanya’dan sonra ikinci ülkeydi.
Myrdal kendi kurduğu sol eğilimli ‘Folket-i Bild Kulturfront’ dergisinde zehir zemberek yazılar yazıyordu. Dikta rejimlerini eleştiriyor, Sovyetler Birliği’ni faşist ülke olarak tanımlıyordu. Her yazısı uzun süren polemikler yaratıyordu.
Jan Myrdal ile o gün uzun süre sohbet ettik. Eşi Gun Kesse çektiği fotoğrafları gösterdi. Uzak Doğuya kim bilir kaç kez gittiler diye merak ediyordum ama sormadım. Tüm seyahat notlarını zaten yayınlamışlardı. Çin’e ve Hindistan’a en az yirmi kez gittiklerini biliyordum.
Onunla yaptığım söyleşi. Aydınlık gazetesinde yayınlandı. Gazeteyi ona ikinci ziyaretimde göstermiştim. Her cümlesini tercüme ettirmiş, tekrarlatmıştı. Bazı sözleri hatırlamadı. Hoşuna gitmeyen cümlelerdi.
Bana göre ‘anarşik’ bir düşünce yapısı vardı. Her fikrin karşısına zıt bir argüman çıkaran analitik bir düşünce tarzı vardı. Çin’in ve Hindistan’ın ilerde süper güçler olarak dünya siyasetinde yer alacağını düşünüyordu.
Bugünkü duruma baktığımızda kırk yıl önce söylediği şeylerin gerçekleştiğini görüyoruz. Yanılmıyordu.
Jan Myrdal İsveç entelektüel yaşamının çok önemli bir üyesiydi.
Onu sevenler de vardı nefret edenler de.
Benim anılarımda hep o kütüphanesinde oturmuş göle bakarak yazı yazan, sohbetini özlediğim bir dost olarak kalacak.”
Hindistan Üzerinde Kızıl Yıldız adlı kitabı hakkında
Onu tanıyan ve söyleşen bir yazarın, Yavuz Çekirge’nin satırları ile sürdürelim yazımızı:
“Kütüphanesinde oturup konuşmuştuk. Kırk bine yakın kitabın bulunduğu özel kütüphanesi Myrdal’ın çalışma alanıydı. Göl manzaralı çalışma masasında bir daktilo ve kağıtlardan başka bir şey yoktu. Keçe terlikler giyiyordu. Türkiye ile ilgili çok şey biliyordu. O dönemde Şili’de Yunanistan’da ve Türkiye’de dikta rejimleri bireysel hak ve özgürlükleri hiçe sayarak rejim muhaliflerini bertaraf etmek için türlü baskı yöntemleri kullanıyorlardı. İsveç siyasi göçmenlerin akın akın geldiği Almanya’dan sonra ikinci ülkeydi.
Myrdal kendi kurduğu sol eğilimli ‘Folket-i Bild Kulturfront’ dergisinde zehir zemberek yazılar yazıyordu. Dikta rejimlerini eleştiriyor, Sovyetler Birliği’ni faşist ülke olarak tanımlıyordu. Her yazısı uzun süren polemikler yaratıyordu.
Jan Myrdal ile o gün uzun süre sohbet ettik. Eşi Gun Kesse çektiği fotoğrafları gösterdi. Uzak Doğuya kim bilir kaç kez gittiler diye merak ediyordum ama sormadım. Tüm seyahat notlarını zaten yayınlamışlardı. Çin’e ve Hindistan’a en az yirmi kez gittiklerini biliyordum.
Onunla yaptığım söyleşi. Aydınlık gazetesinde yayınlandı. Gazeteyi ona ikinci ziyaretimde göstermiştim. Her cümlesini tercüme ettirmiş, tekrarlatmıştı. Bazı sözleri hatırlamadı. Hoşuna gitmeyen cümlelerdi.
Bana göre ‘anarşik’ bir düşünce yapısı vardı. Her fikrin karşısına zıt bir argüman çıkaran analitik bir düşünce tarzı vardı. Çin’in ve Hindistan’ın ilerde süper güçler olarak dünya siyasetinde yer alacağını düşünüyordu.
Bugünkü duruma baktığımızda kırk yıl önce söylediği şeylerin gerçekleştiğini görüyoruz. Yanılmıyordu.
Jan Myrdal İsveç entelektüel yaşamının çok önemli bir üyesiydi.
Onu sevenler de vardı nefret edenler de.
Benim anılarımda hep o kütüphanesinde oturmuş göle bakarak yazı yazan, sohbetini özlediğim bir dost olarak kalacak.”
Hindistan Üzerinde Kızıl Yıldız adlı kitabı hakkında
Myrdal’ın dilimize çevrilen ve okuduğum bir kitabı hakkında yazdıklarımla bitireyim.
“Hindistan Üzerinde Kızıl Yıldız”, kitabın adı “Patika Kitap” tarafından yayımlanmış. Dilimize çeviren Sinan Jabban. Myrdal, 30 yıl sonra yeniden Hindistan’a gidiyor bir davet üzerine ve dağlardaki Maoist Hindistan Komünist Partisi yetkilileri ve üyeleri ile günler geçiriyor; onların düşünceleri, eylemleri, kararları, tartışmaları ve belgeleri üzerinde duruyor, kafa yoruyor.
İndia Today adlı gazetenin yazarı Rajani Palme Dutt’un bir sözünü almış kitabının başlarına Jan Myrdal, diyor ki Dutt “Hindistan bir yoksullar ülkesidir, ama kesinlikle yoksul bir ülke değildir.”
Yani kaynaklar var, gelgelelim iyi değerlendirilmiyor, eşitlik ve hakça bölüşüm yok, ezilenler, paryalar var.
Hindistan Komünist Partisi’nin derdi de bu. Yoksul-varsıl arası uçurumun en derin olduğu, dinsel ve etnik ayrışma ve sömürünün de en keskin biçimde yaşandığı bu ülkede sınıfsız ve sömürüsüz uygar bir toplum yaratmak.
Myrdal, bu ikinci yolculuğunu 2010 yılında ve 84 yaşında yapıyor. Ghat Dağları’na, Dandakaranya’daki kurtarılmış bölgelere, gerektiği yerlerde bambudan yapılmış sedyeyle bile taşıyorlar onu gerillalar. O örgüt, öyle bir örgüt ki, nereye gitse güneş ışığı ile çalışan matbaasını da taşıyor, yani eğitim, kültür, belge önemli. HKP’nin Hindistan üstüne tasarımları, önerileri, düşünceleri, bunların hepsi kâğıda dökülmüş, Myrdal, bunları bu kitabına da almış.
Bu kitabı tüm aydınlara, özellikle de sol aydınlara salık veririm.