“Bilginin ışıklarından cömertçe yararlanmış bir ulus içinde, çamur atan bilgisizlik susar; akılcılık ve mantık silahından yoksun kalan güç titrer; geriye ise yalnızca sarsılmaz bir biçimde yasaların sağlam ve kesin gücü kalır.” CesareBeccaria

“Çamur atan bilgisizlik”… Ne de çok var bu ülkede… Bilginin ışıklarından, bırakın cömertçe yararlanmayı, hiç yararlanmayan, yararlanmayı gerekli görmeyen, ne de çok kafa var bu ülkede… 

Hilmi Yavuz “İnsanların cehaletiyle övündüğü tek ülke Türkiye’dir” suçlama ve saptamasını işte bundan dolayı yapar.

Ve ülkem insanları, en çok bildiğini sandığı, bağlandığı, savunduğu, hatta kutsadığı konularda bile bilgisizdir…  Araştırmaz, araştırılmasını istemez, tartışmaz, tartışılmasını hoş görmez, tartışmak isteyenlere söver…

Farklıdan korkar ve ürker de… “Aman yanlış anlaşılır, bunu burada deme, bunu yazma, bunun üstünü açma, kaşıma…” gibi gerekçeler bulur kendine, bunu da bir ince siyaset, bir büyülü yöntem sayar.

Sakallı Celal “Bu ülkede ilgililer bilgisiz, bilgililer ilgisizdir” dermiş. Bu da işin bir başka yanıdır ve bugün de büyük ölçüde geçerlidir. Bilgililer neden ilgisizdir, bu iyi sorgulanmalı… Bilgisine başvurulmazsa, bilgisi ile ilgilenilmezse, bilgisi kafasının içine hapsolmak durumunda bırakılmışsa, o insan nasıl “ilgili” olacak ki? Niye olsun ki?

Kazım Karabekir, “Cehaletle bilimin mücadelesinde, bilimin yenilgisini görmek acıdır” diyor ve biz bu acıyı durmadan tadıyoruz şimdilerde. İbni Sina “Bilim ve sanat, iltifat görmediği ülkeyi terk eder” diyor, bu da olagelmektedir bu ülkede nice yıllardır…

Ve bilgisizlik çamur atıyor, susmuyor, susturulamıyor… Çünkü çoğunlukta… Çünkü arkası güçlü… Çünkü yararlanılıyor ondan, o verimli bir iktidar aracı… Böyle olunca da CesareBeccaria’nın dediği “Yasaların sağlam ve kesin gücü” adaletle değil, adaletsizlikle gösteriyor kendini…  

ÜÇ DAKİKA KONUŞABİLMEK VE ZAMAN…

Gençlik yıllarımızda Erzurum Hemşin Pastanesinde, yarışı yapılırdı herhangi bir konuda 3 dakika konuşabilmenin…Yaş pastasına yapılırdı bu yarış…  Kolay sanırdı acemiler, başlarlardı güvenle, iki cümle sonra, su kesilirdi… Kendini bilenler, durumlarını görürler, konuşmak için önce bilgilenmek gerektiğini anlarlardı. Bu işi sıraya koyduğumuz bir gün, bir arkadaşımız “Ben zaman konusunda konuşmak istiyorum” dedi, “Olur” dedik, başladı: “Arkadaşlar zaman dediğimiz zaman, aklımıza namaz gelir, bu da beş vakittir, vakit de zaten zamandır” dedi ve kesti, gerisi yok… Güldük ve yedik yaş pastaları… 

Zaman konusunda o arkadaşımızdan daha fazla, hatta onun kadar laf edebilecek kaç kişi vardır ki bu ülkede? Laf ebeliği ve bal dudaklık numaraları çok yapılır da, iş ciddi konulara geldi mi, çuvallayan, tökezleyen, tekleyen çok olur. 

O ki söz zamana geldi, o arkadaşımızın o gün diyemediklerini biz diyelim azıcık, zamana dair özdeyişlerle yapmaya çalışalım bunu:

“Zaman sensin sevgilim.” Aragon
“Zaman her şeyin çaresidir ama zamanın çaresi yoktur” Montaigne
“Zaman, sözün karşısında güçsüzdür. Zaman kitabın karşısında güçsüz” Elçin
“Zamanın dışında hayat olur mu? Olamaz. Ölmedikçe zamanın dışına çıkılamaz.” Aydın Boysan
“Zaman, iyiden daha iyi ve zengindir; zaman iyi eğitilmişten daha bilgilidir.” Zerdüşt