Şehirlerin de ruhu vardır. Onlara bu ruhu, kuruldukları günden itibaren gelip geçen insanlar, diğer canlılar; yağmur, kar, rüzgârla dış görünüşü şekillenen mekânlar, tarih boyunca karşılaştığı hadiseler verir. O ruhu idrâk edebilen insanlar, daha çok şehrin yaşayan insanlarıdır.

Şehirlerin de ruhu vardır. Onlara bu ruhu, kuruldukları günden itibaren gelip geçen insanlar, diğer canlılar; yağmur, kar, rüzgârla dış görünüşü şekillenen mekânlar, tarih boyunca karşılaştığı hadiseler verir. O ruhu idrâk edebilen insanlar, daha çok şehrin yaşayan insanlarıdır.

Şehrimiz sakinlerini göz önüne alırsak, geçmişte ‘Koruk’ olarak bildiğimiz yerin mesire alanlarında veya Çoruh kenarlarında yaşadıkları mutluluğu; Kırkçeşmeler civarındaki demirci, bakırcı, nalbant esnafının bir zamanlar çalışırken çıkardıkları ritmik çekiç seslerinde duydukları yaşama sevincini; tarihi mekânlarda duydukları yalnızlık duygusuyla karışık hüznü; mahalle odalarında yaşadıkları coşkuyu; başka bir şehirde duyup hissetmeleri imkânsızdır.

O şehrin ruhu, onlara yabancıdır çünkü.

Göç sonucu son yıllarda yaşadığımız hicran duygusu, maddî sıkıntı çeken insanımızın hali, kaybolan zahire meydanı ve sebze hali ile yoklara karışan hancı, demirci, nalbant, alaftar gibi esnaf ve dibe vuran üreticiliğimiz bu şehrin ruhundan nasıl bir şeyler kopardı ise; yeni kurulan üniversitenin cıvıl cıvıl gençleri, yapı kooperatiflerinin ürettiği yep yeni evler, doğru dürüst ekip biçmeden alınan teşvikler de bir şeyler katacaktır o ruha.

"Önce ben kaptım"
veya “bizden olsun taştan olsun” düşünceleriyle, şehir sakinlerine sorulmadan seçilenler; liyakatli değillerse şehrin ruhu incinecek, rencide olacaktır hiç kuşkusuz...
                                
Nisan 2011