Yıllardır seviyesiz ve lüzumsuz bir tartışma yapılır. Tabii bunu yapanlar, ucuz haber avcıları ve Türk Kültür hayatının baş belâsı televizyon kanallarıdır. Sadece reklâma dayalı, başka hiçbir özelliği olmayan, düşük seviyeyi tavsiye ve propaganda eden bu insafsız sermaye organlarını durduracak tek güç devlet de zaman zaman kararlarında hatalı davranmaktadır.

Yıllardır seviyesiz ve lüzumsuz bir tartışma yapılır. Tabii bunu yapanlar, ucuz haber avcıları ve Türk Kültür hayatının baş belâsı televizyon kanallarıdır. Sadece reklâma dayalı, başka hiçbir özelliği olmayan, düşük seviyeyi tavsiye ve propaganda eden bu insafsız sermaye organlarını durduracak tek güç devlet de zaman zaman kararlarında hatalı davranmaktadır.

Bunun en acı örneklerinden biri, Ankara’da düzenlenen, bizim de katıldığımız 1. Müzik kongresinde yaşanmıştı. O zamanki Kültür Bakanı, hepimizi hayret ve dehşet içinde bırakarak, “Acısız” ismi altında, kerâmeti kendinden menkul ucûbeye çanak tutmuştu.

Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, bugünde, sanatını ve sanatkârını tanıyamayan, değerlerine sahip olmayı bilmeyen bir kadro vardır. Devletin imkânlarını boş yere akıtmaktadır. Meydana gelen boşluktan, azman sermaye, gaddar kapital, aziz milletin zevk—i selimini istismar ederek, menfaat sağlamaktadır. Üstelik bu hasta anlayış, ucuz polemikler ve seviyesiz şirretliklerle, kamuoyu oluşturmaya çalışmakta, zevksizliğin zevk olması çabasını, meşrû hale getirmeğe çalışmaktadır.

Halbuki bu, müzik bile olmayan nesebi gayr—i sahih türün ne tarifi ne de kuralı vardır. Dolayısıyla ilmi de yoktur. Dinlenmez, işitilir. Bestelenmez uydurulur. Öğrenilmez ve öğretilemez. Ne doğuludur, ne batılı, hatta ne kuzeyli, ne de güneylidir. Vatanı da yoktur.

Tarifi, kurali ve ilmi olmayan, yersiz yurtsuz, dinlenmeyip işitilen, bu tür, Gülistana musallat olmuş zararlı bitkilere benzer. Bahçıvan işinin ehli değilse, ziyadaleşir. Kıymetli mahsullerin yerini gaspeder.

Unutulmamalıdır ki, gâsıplar daima temizliğe uğrar. Zaralılar, çapa kâfi gelmezse, zehirli tarım ilâçlarıyla telef edilir. İlâçlama zamanı çoktan gelip geçmiştir.

İnsan bedeni, fizyolojisi ve psikolojisinin kaynaşması ile hayatını sürdürür. Ekonomi bir ülkenin bedeni ise, kültür de ruhudur. İkisinin de sağlıklı beslenmeğe ihtiyacı vardır. Şimdi bir alay câhilin uydurduğu, kibar zırıltıyı savunmak, idâreyi de “acaba?” sorusunun yılankavî şüphesi içine çekmek girişimleri, hangi çıkar oyunlarının, üçüncü dünya kolaycılığının eseridir?

Bu işleri irtikâp edenlerin İMÇ borsasında fiyatları vardır. Alınabilir, satılabilir, değiştirilebilirler. Fiyatı fazla ödeyenin üstünde kalırlar.

Hiçbirinin ne ideâli, ne ufku, ne de iler tutar bir mantığı vardır. Para îman, satış mezhep, reklâm tarikat, medya da kibar maşadır.

Yalnız, insan organizması, aynı zamanda hastalıklara karşı, bağışıklık sistemleri tarafından korunur. Yeni savunma ögelerini devreye sokar. İnsan ruhu da mânevi güçlerle kendini savunur. Kötüyü siler, yok eder.

Hele bir “zaman sultan” vardır ki, bu türden çerçöpü, fazla yaşatmadan yok eder. Bu kötü yola düşenlerin düşünmesi gerekir. Gelecekte hiçbir kaynak onlardan sanat adına tek kelime etmeyecektir. Hiçbir ansiklopedi maddesi, bu türü ele almayacaktır. Geleceğe hiçbir hâtıraları kalmayacaktır. Peki bu hasta ruhlar neyin çabası içindedirler.

Zaman sultanın, gözünü boyamak, rüşvetle kandırmak, nüfuz ticaretine boyun eğdirmek mümkün değildir. Fiyatı yoktur. Kimse ödeyemez. Bu ucûbe patırtının, Türk Mûsikîsinden aşırdığı, canımız ciğerimiz Halk Musikîmizden uğruladığı, Batılı bestekârların orkestra düzenlemelerinden çalıp çırptığı kopyalar bile onları kurtaramaz.

Yiğit bağlamaya yükselticiler ekleyip, onu gürültü âleti haline sokan bu anlayışı, yine, “Ardıç ağacından kolu,” yayla yumruğuyla çukuruna gömecektir. O bağlama ki, Kutsal Kopuz, Ata soyundandır. Hıyâneti gözünden anlar. Efe kucağında süt emen, Seymen elinde gam çeken. Veysel’le dem derleyip gül eken, Hacı Taşan’la coşup çağlayan bağlama yiğit, böyle üç buçuk çapulcunun köküne her zaman kibrit suyu eker. Kimsenin şüphesi olmaya!

Bazı yayın organlarının hafifmeşrepli, maksatlı ve solakları, işi varoş-maroş kem kümüyle, ciddiye aldırtmaya uğraşıyor. Halbuki bu işin bir tek sebebi var. Teknik gelişme sonucu evlere giren ses cihazlarına konacak hiçbir şey yoktu. Açıkgözler bu boşluğa yumuldu. Batıdan pompalanan vücut çalkalama müziği ile yerli sesleri karıştırıp ortaya bu menhus yapımları sürdüler. Önceleri minibüs müziği dendi. Derken, tatil yerlerine bulaştı. Özel radyolar (yani rezil radyolar) mal bulmuş mağrıbî gibi bunlara yapıştı. Gurbetçi kardaşlarımıza “Vatan”dan gelmiş ses diye hortumlandı. Bazı siyâsîlerimiz bile tiryâkiliklerini beyan etmişler.

Asıl sorumluyu soracak olursanız, Yunancı eğitim anlayışının zebûnu olanlar, kurtuluşu batı müziğinde arayıp Türk Musikîsine savaş açanlardır. Batı müziği yapan Türkler ise batı müziğini bile öğretemediler. Bu toz duman arasından Arabesk çıktı. İlk işi de Alafrangacıları hazin bir şekilde bertaraf etmek oldu. Şimdilerde, orkestra elemanları, üç beş kuruş için o yapımlarda icrâ-yı sanat ediyor.

Türk Musikîsi, bu son vebayı da gerekli müstahzarlarla defedecektir. Böyle daha büyük ve organize akımların hakkından gelmiştir. Unutulmamalıdır ki, azmanların yok oluşu daha çok patırtı üretir. Kervan ardına bakmadan menziline âheste yürür.