1933 yılında son görev yeri olan Pulur İlkokulu Başöğretmenliği'nden emekli olduktan sonra, muallimliği sona erdi ama; aynı heyecan ve şevkle başladığı ve İslami İlimleri öğrettiği, resmi bir tarafı olmayan gönüllü eğitim hizmetleri, vefat ettiği 27 Aralık 1955 gününden bir hafta öncesine kadar devam etti.
Arzusu üzerine, evine yakın Şingâh Ketenci Cami imam ve hatipliğine fahri olarak tayin edildi. Camiye bitişik şimdi mahalle odası olan mekânda tesis ettiği ilim yuvasında bir çoğu ilerde imam, müftü, vaiz olacak olan yüzlerce talebe okuttu. Bayburt Müftülüğü 30.3.1950 tarih ve 16 sayılı yazı ile bu görevini yıllar sonra resmen tescil etti.
Şingah Mahallesi'ndeki hizmetlerinin dışında Ulu Camii'nde Cuma günleri vaaz veriyordu. Selahattin Tuncer'in yazdığı gibi, Kırkçeşmeler civarındaki Kara Vaiz'in kahvesinde; Oltulu Hoca, Fahrettin Kumbasar, Nazım Köklü gibi devrin alimleri ile yaptıkları ve halkın pür dikkat dinlediği sohbetler ve bu alimlerle evlerinde yaptıkları derslerle şehrin ilim ve bilgi çoraklığını bir nebze gideriyorlardı. Mutlu Köyü'nden Aşık diye bilinen yaşlı bir adamın; "Ahmet Efendi Kara Vaiz'in kahvede şükrün çeşitlerini şöyle anlatmıştı…’’ diye kırk yıl önce anlatılanları nasıl zihninde tuttuğuna, Müftü Fahrettin Efendi ve diğer zikredilen alimlerden sorulup ya da dinlenilip öğrenilen şeylerin hâlâ anlatıldıklarına şahit olunca rahmetli Tuncer'in bu kahvehanedeki sohbetleri önemsemesine hak verdim.
Talebe okuturken en büyük yardımcıları daha kıdemli olan eski talebeleri idi. Bunlardan en çok bilinenler: Bayburt Yakutiye (Yeni) Camii'nde imamlığa başladıktan sonra Hocası Ahmet Hasbi Efendi'nin vefatının ardından 50 yaşından sonra Erzurum'a gidip Kurşunlu Camii'nde görev alan Polatlılı (Kormas) İnam Hoca, İzmir'e yerleşip orada vefat eden emekli müftü Everekli (Örence) Mehmet Ali Ayyıldız, Bergicili Ziya Topyay (Ziya Hafız), öğrencilerin Sarı İsmail dediği, Alıçlıklı (Kestesi) İsmail Polat.
1933 yılında Bayburt Müftüsü olması için ısrarla müracaat ettirildi. O tarihlerde müftüler belediye meclislerinde seçilirdi ve zamanın siyasi partisine yakın olan medrese arkadaşı bir oy farkla seçimi kazandı. 1950'de iktidar değişince çoğu talebesi olan, yeni iktidar partisinin ilçe yöneticilerinin kendisini hemen müftü tayin etme ısrarlarını; "Talebelikten beri arkadaşım olan birisine böyle bir yanlış yapamam" diyerek kabul etmedi. Sonradan, belgelerin de teyit ettiği Erzurum'da kazandığı müftülük imtihanı sonucu Bayburt dışında önerilen müftülük tekliflerini ve siyasi makam önerilerini kabul etmemiş, öğrencilerini yetiştirmeyi ve insanlara doğruyu anlatmayı, hizmet etmeyi tercih etmişti.
Öğrencilerine bu kadar tahammüllü, sabırlı ve güler yüzlü olmasına rağmen, şahit olduğu haksız işlere ve dinde olmayan şeyleri yapan dindar görünümlü şahıslara gündelik sohbetlerinde, Ulu Camii ve Şingâh Camii'ndeki sohbetlerinde karşı çıkıyordu. Bir iki defa bazı olaylar karşısında değneği eline alacak kadar asabileştiğini, ata binmeyi, Çoruh'ta yüzmeyi, Kaleardı Mahallesi'ndeki arazisinde; arılarla, koyunları ile uğraşmayı sevdiğini oğlu Yaşar Aker her fırsatta anlatıyor. Benim bir türlü anlayamadığım husus ise, kurucu başmuallim olduğu okuldan yeni cereyanlara uymuyor diye sürgün edilen, ömrü İslam'ı anlatmakla ve talebe yetiştirmekle geçen alimin, bazı dar çevrelerce evinde gramofon bulunduruyor, memuriyetinin bir kısmında sakalını kesmişti, kızlarını okula gönderiyor diye haksız eleştirilere uğrayabilmesidir.
Onun şimdi çok normal sayılacak hayatı bazılarına farklı geliyordu belli ki... Medreseye başladığı günden itibaren her gün sabah namazından bir kaç saat önce kalkıp okumaya başlıyor, sonra camiye geçip akşama kadar talebeleri ile uğraşıyordu. Çok iyi okuyup yazdığı Arapça ve Farsça'ya medrese hayatından sonra öğretmen Reşat Göle'nin yardımı ile öğrendiği Fransızca'yı ilave etmişti. Fuzuli Divanı'nı ezbere biliyor, Mehmet Akif'in Sebilürreşat Dergis'ini, İstanbul Sahaflar Çarşısı'nı ve özellikle Sahhaf Muzaffer Özak'ı takip ediyordu. Fuzuli'den, Hayyam'dan, Hafız'dan sık sık okuduğu şiirlerin bir kısmını kızları Nezihe ve Seher ile oğlunun ezberlediklerine şahit oldum. Fırat Kızıltuğ'un Bayburt Postası'nda yazdığı gibi çocukları Türk Sanat Müziği eserlerini güzel sesleri ile mükemmel icra ediyorlardı. Hanımı Hatun Hanım ise Keşkeşler'de evli olan halasının beyi Kör Keşkeş lakaplı eniştesinin yanık yanık söylediği "Hüsnün perçemine candan mayılam/Felek koymaz bu sevdadan ayılam/Üç gün değil beş gün değil ona kayılam/Aman ağam aman erken gel" ve "Al çuha mavi çuha/Çuha kenarın yuha/Dün gece neredeydin/Az kaldı aklım çıha/Hey benim ağam köyler ağası benim ağam/Hey hey benim ağam dal feslidir benim ağam’’ türkülerini öğrenip güzel sesiyle kendi kendine söylerken oğlu Yaşar'ın öğrenmesine, onun aracılığı ile de herkesin bu güzel türküleri bilmesine vesile olmuştu.
Öğrenebildiğim talebeleri ve yakın dostları: (Yaz tatilinde okuyanların dışında) Mehmet Hocaoğlu, Kormaslı (Polatlı) İnam Hafız, Bergicili Ziya Topyay Hafız, Örenceli Mehmet Ali Ayyıldız, İsmail Polat, Selahattin Tuncer, Cemal Yetişen, Tacettin Durmuş, Dursun Elçi, Azimet Karatekin, Halis Kılıçaslan, Cafer Güçlü, Sefer Aktürk, Masatlı Dursun Hoca, Alaftar Lütfü Efendi (Yedekçi), Hüseyin Ağbal, İsmail Bayram (Koplu), S. Zeki Ozan, Hoca Azmi Öktem, Necati Alp, Sait Topsakal, İspirli Yaşar Hoca, Battal Yeşil, Bekir Kıldoğlu, İsmail Gürbüz, Mustafa Mehmetalioğlu, Mustafa Karslıoğlu, Naci Burç, Emin Purut, Hacı Osman Yolcu, Kemal Güney, Berneli Hoca (Çalışkan) ve Hüseyin Türk… Mangan, Akyüz , Özden, Kiki, Develi, Yıldız, Öksüzer, Makili ailelerinin büyükleri.
(devam edecek)