Kökü-kütüğü Bayburt olan, değerli bir devlet adamı, bilim insanı ve yazardır Agâh Oktay Güner… 1980 öncesinde bir ekonomi doktoru olarak uzun ve yorucu araştırmalar sonunda yazdığı “İsraf Ekonomisi” ve “Verim Ekonomisi” adlı iki değerli yapıtı yüzbinlere varan satış rakamlarına ulaşıp, ülkenin ekonomik yaşamına yön vermek isteyenlerin pusulaları olmuştu.
Agâh Bey’i bu bilgisi ve o müthiş hitabetinden dolayı rahat koymadılar, siyasete de bulaştırdılar. MHP’den Konya Milletvekili seçildi 1977 yılında, ardından da II. MC Hükümetinde Ticaret Bakanı…
Sonra o hükümet yıkıldı, Agâh Bey bu kez de Avrupa Konseyi Parlamentosu üyeliğine seçildi ve o değerli birikimi ve lisan bilgisi (Fransa’da doktora yapmıştı, çeviri yapacak kadar batı dillerine hâkimdir) ile ülkemizi temsil etti başarıyla.
Sonra 12 Eylül darbesi… Agâh Bey de Konya’da o gece… Ankara’ya dönüyor ve gözaltına alınıp Dil Okulu’na götürülüyor. Ardından çileli günler başlıyor. Hem ne çileler. Bu çileler ve sıkıyönetim mahkemesinde verdiği bir eşsiz hukuksal belge olana savunmasını Agâh Bey, daha sonra “Savunma” adıyla kitaplaştırdı. Şimdilerde piyasada mevcudu kalmayan bu 90 sayfalık kitaptan (TESAV Yayınları) 1 adet imza ederek bana gönderdi Sayın Bakan “Çilemizden bir çizgi” ifadesini ekleyerek. Şimdi bu kitaptan o çilelerden bir çizgiyi aktarayım sizlere:
“On beş ay hâkim karşısına çıkarılmayı bekledik. Arkadaşlarımızdan ölenleri rahmetle, kalanları sevgiyle hatırlıyorum. Hepsi vakur, hepsi sabırlı, hepsi yürekli idiler. Amma hepsi bütün neşeli olma gayretlerine rağmen kırık, meyus ve kederli idiler. Çünkü inandıkları demokrasi rejimi yıkılmış ve sevgili orduları silahını onlara çevirmişti. Haysiyetli insanlara verilebilecek en ağı ceza, onları yakınlarının karşısına demir parmaklıklar arkasında çıkarmaktır. Merasim kıtalarıyla selamlanmış olan bizlerle askerlerin konuşması yasaktı. 165 metre çevresi olan dikdörtgen tel örgü içinde sabah 30 dakika, ikindi üzeri 30 dakika açık hava hürriyetimiz vardı. Yakınlarımızla 15 dakika görüşebiliyor, haftanın tek gününü iple çekiyorduk. Askerler konuşmaları dinlemek için neredeyse ağzımızın içine girerlerdi. Duruşmalar başlayınca haftalık hasret aylara çıktı. Mahkeme salonunda tam bir terör havası vardı. Başımızı çevirip yakınlarımıza bakmak yasaktı.
O çileli günlerin en acı hatıralarından birisi, karlı buzlu bir Ankara gününde beni ziyarete gelen annemin merdivenlerden kayarak top gibi yuvarlanmasıdır.
Daha nice karanlık dolu hatıra… Devlete, demokrasiye, hukuka bağlı insanlara yapılabilecek en büyük zulüm… Evet bu zulüm bu insanları REJİMİ YIKMAK İÇİN TREÖR TEŞVİKÇİLİĞİ YAPMA iddiasıydı. 22 Avrupa devletine teröre karşı tedbir aldıran ben, kendi ülkemde terörü teşvikle itham ediliyordum.”
Savcı Nurettin Soyer’in saçmalıklardan seçmeler olarak nam salan o iddianamesindeki “Faşizm” suçlamasına uzun uzun yanıt veriyor savunmasında Agâh Bey, yalnız yanıt değil ders de veriyor. Azıcık da o bölümden alıntı yapayım:
“Sayın Mahkeme Heyeti, faşizm insanın aklından çok, en ilkel ve hayvanca duygulara seslenen bir siyasi akımdır. Bu sebeple iç ve dış tutarlılığı olan, sistemli, bütünleşmiş bir düşünce yapısından mahrumdur. Faşist düşüncenin mensuplarına düşünce düzeyinde tenkit yöneltildiği zaman, cevap olarak ileri sürdükleri slogan şu olmuştur: ‘Biz kanımızla düşünürüz’. Düşünce dünyası böylesine sığ olan faşizmin milliyetçilik anlayışı hodgâm ve sevgiden nasipsizdir. Nitekim Hitler’in eseri incelendiği zaman Hitler üzerindeki tetkikler şu gerçeği ortaya koyuyor: Hitler Alman ırkının dışında kendi ifadesiyle hiç kimseyi insan saymıyor ve diyor ki: ‘İnsanlık tarihinden Kuzey Avrupa Almanlarını çıkarın, geriye maymunların dansından başka bir şey kalmaz.’(…) Gerek Hitler’in gerek Mussolini’nin savundukları milliyetçilik anlayışları aristokrat, totaliter, irrasyonel, reaksiyonal ve emperyalist politika izliyor. İddianamede dağınık, gereksiz ve hakikatlere tamamen uzak biçimde Turancılığın işlenmesi de Milliyetçi Hareket Partisi’nin sahip olduğu milliyetçilik anlayışı ve felsefesinin aynen bu düşünce sistemleri gibi emperyalist olma zehabına dayanıyor. Faşizmin milliyetçilik anlayışında üstün kavramıyla kendi kendine yabancılaşan ve kendi gerçeğiyle karşılaşmaktan kaçan, kendi egosunu evrenin mihveri zanneden sunî bir insan meydana getiriliyor ve bu sunî şartlandırılmış insanı meydana getirmek için milliyetçiliği kullanıyorlar. Hayatı kendi gerçeği içerisinde ele almayan insan anlayışının millete, devlete, ekonomiye bakışı da aynı aldatıcı, yapma, sunî şartlarda idi ve gerçekle yüz yüze gelince yıkıldı.”
Ardından sözü milliyetçiliğe getiriyor Sayın Agâh Oktay Güner:
“Bizim milliyetçilik anlayışımıza gelince… MHP olarak bizim anladığımız milliyetçilik anlayışı, insanî, ilimci, demokrat ve gerçekçidir, antiemperyalisttir. Türk Milliyetçiliğinin doğuşu, geçen günkü konuşmamda da arz ettiğim gibi Türk Milletinin imparatorluktan milli devlete geçerken kendisini koruma duygusuna dayanır ve Atatürk, müstesna şahsiyetiyle yapmış olduğu aksiyonu fikrî muhtevaya kavuşturmuş, Türk Milliyetçiliğine yeni bir diriliş gücü kazandırmıştır. Biz Türk Milliyetçiliğini açıklamayı ve bu iddianame karşısında savunmayı yalnız Türk Milliyetçiliği’ne inanan MHP’nin sorumlu yöneticisi olmanın haysiyet borcu, namus borcu değil, aynı zamanda milletçe varlık sebebimiz olan, bizi ayakta tutan ve ebediyen tutmaya devam edecek bu fikrin Askeri Savcılıkça horlanmasına da baht utansın diyerek karşı çıkmayı bir şeref ve vicdan borcu biliyoruz.”
Ve Agâh Bey’in tahliye talebindeki harika ifadeleri:
“Sayın Mahkeme Heyeti, Batı’nın ünlü dergilerinden birinde birkaç ay önce bir fotoğraf yayımlandı. Bu nerenin resmidir diye soruyordu fotoğrafın altında. Dergiye binlerce mektup geldi. Çünkü büyük ödül vardı. Bir kısmı, ayın üzerindeki bir krater çukurudur, bir kısmı Satürn’e aittir, bir kısmı Güneş gezegenindeki herhangi bir galaksiye aittir dedi. Cevap şu idi: Bu fotoğraf başarılı bir okuyucumuz tarafından bir yumurta üzerindeki deliğin on bin defa büyütülerek çekilmiş resmidir…
Bugün huzurunuzda sorgum tamamlandı. İddia Makamı’nın sorularına cevap sundum. Muhterem Heyetiniz’in sorularına cevap arz ettim ve zannediyorum benimle ilgili, bu iddianamede yer alan iddianın bir yumurta üzerindeki küçücük bir çukurun on bin defa büyütülerek Güneş gezegeninden bir galaksiye ait olduğu şeklindeki cevap çağında olduğu gerçeği huzurunuzda tescil edildi.”
Evet bugün 12 Eylül, bu tarihe tanıklığa dair önemli belgeden size alıntılar sunduk. Aslında bu yapıt yeniden yayımlanmalı; tarihçiler, siyasetçiler, aydınlar ve tüm milliyetçiler/ülkücüler tarafından mutlaka okunmalıdır. Hele de bugünün MHP’lileri; tarihlerinden habersiz, ağızları bozuk MHP’lileri (Bu davada Agâh Bey gibi idamla yargılanan, üstelik milletvekili olmadığı için Mamak’ta yatıp ağır hakaretlere uğrayan, dayanılmaz çileler çeken Yaşar Okuyan’a o ağıza alınmayacak hakaretleri eden; düzey fukarası, edep düşkünü, söz kısırı kimseler özellikle)… Onların okuması şart ve elzemdir eski deyimle. Bizden kardeşçe bir tavsiye…