Aile fertlerinin "Ağam’’ diye andığı Hasan Efendi, 1941'de vefat ettiğinde 110 yaşını çoktan aşmıştı. Babam ana dedesini çok anlatır, anlatırken de hep ona özendiğini,hayranlık duyduğunu hissettirir.

Kalenin meskûn yer olduğunu bilen, 1828 Rus işgalinde yazdığı Koşma ve Saray'a sunduğu Divanı ile meşhur, en tanınmış Bayburtlu şair, Zihni’yi çok iyi tanıyıp sohbetinde bulunan, Müslüman Dilendirmezler Cemiyeti kurucu üyesi, çok iyi bar oyuncusu Bakkal Hasan Efendi altı defa nikahlı evlilik yapmış. Çocukları, ilk hanımı olan Abustalı Kara Yusuf Pehlivan'ın halası Nezük Hanımdan dünyaya geldiği ve Nezük, muhacirlik yolunda kucağında öldüğü için olsa gerek hanımını aklından hiç çıkaramamış.

Şingâh Ketenci Camii'nin önündeki geniş alan eskiden şehrin pazar yeri imiş. Bu pazar haftanın her günü açılır, tüm yiyecek maddeleri, bakkaliye bu pazarda satılır, hayvan pazarı da burada kurulurmuş. Yöredeki tüm köylerin alış veriş için geldiği böyle haraketli bir yerde  ticaret hayatına atılan Hasan Efendi, çarşıda yeni dükkanlar yapılınca, satın aldığı Kuyubaşındaki dükkana taşındı. Rahmetli Müftü Mehmet Ergül'ün sebzecilikk yapan dedesi, Saraycıklı Fikret Öztürk'ün babası yakın esnaf komşuları idi. Kuyubaşındaki bu dükkanın en son sahibi, doksan yaşına kadar esnaflığa devam eden rahmetli Mehmet Başağa'dır.

Sevimli, uzun boylu, yakışıklı, hareketli bir insan olan ve iyi iş yapan bakkal dükkanından dolayı "iyi, kötü eli dönen" Ağa'nın en sevilmeyen yanı cimriliği  idi. Pazardan kendisine bir at satın alan oğlu Osman'a para vermemekle kalmayıp, atını çözüp salıverince, babasının yaptığına çok içerleyen oğlu Batum'a göç edip bir daha geri dönmedi. Osman’dan 1927'de bir mektupla babasını sorduktan ve mektuba cevap aldıktan sonra bir daha  haber alınamadı, bu tarihten sonra da hiçbir yakını ile irtibatı olmadı. Yine, yüz yaşına kadar işlettiği dükkandan kazanıp helva kutusunda sakladığı altınların yerini en sevdiği torunu dahil kimseye söylememesi mutat sayılamayacak davranışlarından.

1916 yılının temmuz ayında yaşanan Rus işgali ile, Kalenin eteğindeki evlerini terk ederek, lüzumlu erzağı öküz arabalarına yükleyerek heyecanla yola düştüler. Fazla gitmeden ’’- düşman geldi çabuk kaçın’’ diyen sahtekârlara arabayı kaptırdıklarından, muhacir kafileleri ve yakınları ile birlikte Sivas'a kadar yürümek zorunda kaldılar. Gidiş yolunda hanımı Nezük vefat etti. İki yıldan fazla kaldığı Sivas'ta nikahını da kendi kıyarak Sivaslı Nazlı adlı bir  hanımla evlendi. Dönüş zamanı geldiğinde, Ağa'nın ısrarlarına rağmen Nazlı Bayburt'a gitmek istemediği için  ayrılmak zorunda kaldılar. Bayburt'a dönen Ağa, kısa süre sonra tanıştığı Kânlı hanımı ile evlendi. Üç-dört yıl sonra bu hanımı Ağa'yı terk ederek köyüne döndü ve kızlarının çabasına rağmen bir daha geri gelmedi.

Ağa'nın son nikâhlı hanımı o zaman Çaykara Of'a bağlı olduğu için Oflu diye bilinen Manganların akrabası Meryem Hanımdır. Bu son hanımının vefatını müteakiben yalnız kalıp, iki yıla yakın hayatını devam ettiren  Hasan Efendi ileri yaşına rağmen tekrar evlenmek niyetinde idi. Kızları ve damadı Ahmet Efendi bu haline için için gülerlerdi.

Çok ender rastlanabilecek Allah vergisi bir vücut sağlığına sahipti. Takma diş kullanmamasına ve ağzında diş olmamasına rağmen yemek seçmez, akşam geç vakit dahi olsa yerdi. Şuram ağrıyor veya şu yemek bana dokunuyor lafı ondan hiç duyulmadı. O yıllarda hanımının yaptığı kavurmalı, tereyağlı bulgur pilavını gece yarısı  biraz fazla kaçırarak sabaha doğru rahmetli olan Şingâh Mahallesi'nden Hacı Hamza'ya çok şaşırırdı.

Dükkânı devredip, çalışma hayatını kapattıktan sonra Yeni Cami yakınındaki Tuzcuzadeliler'in işlettiği kahvehanenin müdavimi olmuştu.. Bu kahvehanenin yakınında Karakuş Cevdet'in babasının dondurmacı dükkanı vardı, Cevdet'ten büyük olan diğer oğlu yakın zamana kadar yazları kendisinin özenle yaptığı limonata ve kardan imal ettiği dondurmayı el arabasında satmaya devam etti.

Kendimce, kızı Hatun Hanımdan öğrenilip TRT repertuarına ulaştırılan "Al çuha mavi çuha’’ türküsündeki "Dalfesli Ağa’’ olduğunu düşündüğüm Hasan Efendi'nin, ömrünün son günlerine kadar hafızası tam manasıyla yerinde ve berraktı.Tarihi bilgileri, geçmiş yıllara ait yer, olay ve insanları öğrenmek için çok defa kendisine müracaat edilirdi.

Ölümü bir hastalıktan ya da rahatsızlıktan olmadı. Ömrü bitti diye izah edilebilecek doğal bir nefessiz kalma sonucu dünyasını değişti; yeri, göğü, insanı, kurdu, kuşu, gezegenleri, atomu, karıncayı yaratan yüce varlığın rahmet ve mağfiretine sesssizce kavuştu.

Ağa’ya yazmak için başlayıp bir türlü tamamlayamadığım mektuptan birkaç beyit şöyle:

Ağam sen gideli bir asır geçmiş,
Öldüğünde herkes ağlaştı Ağam.

Sakladığın sırra kadem altını,
Arayanlar boşa uğraştı Ağam.

Evinin arsası,dükkân dursa da,
Dünyada çok şeyler değişti Ağam.

Taştan yapılırmış konaklarınız
Ovalar betona dönüştü Ağam.

Meraya çıkacak davar kalmadı
Baykuşlar köylere doluştu Ağam..

Ekim 2017