Bayburt olayları, bölgedeki diğer olayların özellikle Trabzon’da meydana gelen hadisenin bir devamı ya da o zincirin bir halkası niteliğindedir. Trabzon hadisesi sonrası Türkler ile Ermeniler kendi aralarında toplanarak birbirlerinin yoğun bulunduğu köylere saldırı planı yapmaya başladılar.
Bayburt olayları, bölgedeki diğer olayların özellikle Trabzon’da meydana gelen hadisenin bir devamı ya da o zincirin bir halkası niteliğindedir. Trabzon hadisesi sonrası Türkler ile Ermeniler kendi aralarında toplanarak birbirlerinin yoğun bulunduğu köylere saldırı planı yapmaya başladılar.
II. Abdulhamit tarafından Anadolu ıslahatı ile görevlendirilen ve müfettişlik vazifesi nedeniyle Erzurum’da bulunan Şakir Paşa, “Trabzon vak‘asını müteâkib bir takım Laz şimdi de Bayburd kazasının Ermeni köylerini bazı müretteb hasarata müttehid’ül efkâr olduklarını …” Sadarete bildirerek tehlikeyi gözler önüne serdi ve gerekli tedbirlerin bir an evvel alınmasını istedi. Şakir Paşa hem bu durumun ortadan kaldırılması hem de fesat çıkarmak amacıyla Bayburt’a dışardan gelen Ermenilerin önünün alınabilmesi için derhal askeri takviye istedi.
Bir taraftan Müslüman ahali heyecana kapılırken diğer taraftan Ermeniler de bir araya gelerek baskın hazırlıkları tertipliyorlardı. Nitekim Gümüşhane mutasarrıflığının IV. Ordu müşirliğine verdiği bilgide; Gümüşhane’ye bağlı Gümüşlü ve Santa taraflarında yaklaşık 500 silahlı Ermeni grubun bir araya gelerek Bayburt’a altı saat mesafeye kadar yaklaştıkları ve Kayt ovasında toplandıkları bildirilmekteydi. Yine aynı kaynak Ermeniler'in bu hazırlıkları üzerine, bu defa Trabzon’un Sürmene kazasından yaklaşık 400 kişilik bir Müslüman grubun, Bayburt’a 4 saatlik mesafedeki Hart ovasında bir araya geldiğini aktarmaktaydı. IV. Ordu müşiri Zeki Paşa da, Kayt Ovasında toplanan Ermeniler'in civar köylerde yaşayan Ermenilerle birleşerek, Bayburt’a saldırı planı yaptıkları haberinin kendisine ulaştığını doğrulamaktadır. Müşir Zeki Paşa, Ermeniler'in saldırı ihtimalini gören bölge müslümanlarının da Sürmene’den gelen Müslüman ahali ile birleşerek, birlikte hareket edebileceklerinden ve böylece bir facianın meydana gelebileceğinden çok korkmaktadır.
Zeki Paşa, bütün bu saldırı ihtimallerini yok etmek ve yörede sükûneti yeniden tesis etmek amacıyla gerekli emirleri vererek derhal Bayburt redif debboyuna 100 neferin daha eklenmesini ve böylece mevcudun 300 kişiye çıkarılmasını istedi. Zeki Paşa bu yapıldığı takdirde Bayburt’taki 2 bölük süvari ile birlikte güvenliğin sağlanabileceğini ileri sürdü. Serasker Rıza Paşa’nın 14 Ekim 1895 tarihli tezkeresinden, Zeki Paşa’nın bu isteğinin kabul edildiği anlaşılmaktadır. Verilen emirlerle Bayburt redif debboyunun mevcudu 300 kişiye çıkarıldı. Devletin gerek askeri gerek idari yönetim kadrosu, işin ciddiyetini iyi kavramış ve olayların teskininde gevşekliğe kesinlikle müsaade etmemişlerdir. Nitekim Rıza Paşa’nın tezkeresinde yer alan “… zinhâr bir fenalık vuku‘una meydan verilmemesi…” emri bunun bir göstergesidir.
Zeki Paşa’nın çabalarıyla alınan tedbirler yörede kısa sürede etkisini gösterdi. Böylece Kayt ovasındaki Ermeniler'le, Hart ovasındaki Türkler arasındaki çıkması kuvvetle muhtemel büyük bir çatışma engellenmiş oldu.
Bu dönemde Bayburt ve Karadeniz bölgesinde, bir yandan Ermeni hadiseleri çıkarken, diğer taraftan da bu hassas ortamdan istifade yoluna giderek, kendilerine kazanç sağlamaya çalışan Türk ve Ermeni çıkar grupları zuhur etti.
Devletin “eşkiya” olarak vasıflandırdığı bu gruplardan bazıları, şahsi çıkarları için köy baskınları düzenleyerek, köylülere ait bir kısım mal ve eşyayı yağmalamışlardır. Her iki unsur arasında problemlerin artmasına neden olan bu durum, aslında sadece Bayburt’ta görülmüyordu. Benzer vakalara İspir, Pülümür ve Erzurum’da da rastlanıyordu. Mesela Erzurum’un Karahasan köyü, aynı tarihlerde yaklaşık yüz kişilik bir eşkıya tarafından basılmıştı.
Artan eşkiyalık olayları üzerine, yetkililer tarafından askeri tedbirler alınarak olayların önünün alınmasına çalışıldı. Trabzon Valisi Kadri Bey, Of ve Sürmene taraflarından gelen bu eşkıyaları etkisiz hale getirmek için, üzerlerine askeri birlik gönderdi, yakalanan suçlular cezalandırıldı ve gasp edilen mallar sahiplerine iade edildi.
Bu nazik ortamdan eşkiyalar–yağmacılar yararlandığı gibi kaçakçılar da faydalanma cihetine gittiler. Mesela Akçaabad kazasındaki tütün kaçakçılarının, Trabzon hadisesinden istifade ederek Erzincan’a doğru ellişer ve yüzer kişilik gruplarla hareket ettiği, askeri makamlarca tespit edilmişti. Bu tür gruplara da fırsat vermeyen devlet, asker ve zabtiye kuvvetleri ile bunları engellemeye çalıştı.
Bu tür küçük grupların yaptığı eylemler, sanki Türkler'in Ermeniler'e ve ya Ermeniler'in Türkler'e baskını gibi algılanıyor, bu durum her iki toplumda husumeti artırıyordu.
Çete baskınları çoğunlukla mal ve eşya almaya yönelik olmasına rağmen, bazen karşılıklı çatışmalar çıkmakta ve çeşitli ölüm hadiseleri de meydana gelmekteydi. Bunlardan en önemlisi Lüsunk köyü baskınıdır.
Lüsunk Köyü Baskını
Lüsunk köyü, 19. yüzyılda Müslümanlar ile gayrimüslimlerin bir arada yaşadıkları köyler arasındaydı. Uzun yıllar huzur ve barış içinde yaşayan köy halkı, 1895 Ermeni olayları esnasında birbirine düşürülmek istendi ve bu alanda bir takım faaliyetlere sahne oldu. Bununla beraber Bayburt olaylarını tertipleyen Ermeni fesat cemiyeti üyelerinin bir kısmının da Lüsunklu Ermeniler'den oluştuğu bilinmesi gereken bir gerçektir.
Trabzon olayları sonrasında Of ve Sürmene taraflarından bir takım eşkıya çetelerinin harekete geçtiği duyulur duyulmaz, gerekli bütün tedbir alınmasına rağmen, yaklaşık 200-300 kişilik bir grubun Lüsunk köyünü basmalarının önüne geçilemedi. Ermeni çetelerinin Müslüman köylerini basmalarına bir tepki olarak meydana geldiği anlaşılan bu vukuatta, yaklaşık 4 saat süren bir çatışmada bazı Ermeniler hayatlarını kaybetti. Bu vakanın haber alınması üzerine yerel idareciler hemen olay mahalline asker sevk etti, suçlular şiddetli bir şekilde cezalandırıldı ve gasp edilen eşyalar sahiplerine iade edildi. Erzurum Valiliği “… tasalluta başlayan külliyetli eşkiya…” olarak nitelendirdiği bu gibi grupların, mutlaka önüne geçilmesi gerektiği, aksi takdirde daha büyük problemlerin çıkabileceği üzerinde durarak, meselenin önemine vurgu yaptı. Vali Rauf Bey Erzincan’daki 4. Ordu Müşirliğini de durumdan haberdar ederek, askeri kuvvet takviyesi istedi. Durumu değerlendiren Müşirlik, mevcut şartlardan dolayı şimdilik asker sevkinin mümkün olamayacağını ifade ettikten sonra, Bayburt efrad-ı ihtiyatından (yedek kuvet) 500 kişinin silahaltına alınarak meselenin çözümünü önerdi. Yine müşirlik, bölgedeki ulema ve ileri gelenlerin nasihat heyeti olarak gönderilmesini istedi. Yapılan nasihat ve tavsiyelerin etkili olmaması durumunda, silah kullanılarak dağıtılmaları önerildi.
Gerçekten de Osmanlı idarecileri bu tür olaylarda silah kullanmayı en son seçenek olarak görmüşlerdir. İleride daha detaylı anlatılacağı üzere köylerde ya da şehrin mahallelerinde çıkan huzursuzluklarda, öncelikle Müslüman ve gayrimüslim ahalinin imam, muhtar, rahip, keşiş gibi dinî ve idarî önderleri nasihatçi olarak görevlendirilerek, meselenin büyümeden halledilmesine çalışılmıştır.
Bu gelişmelerden kısa süre sonra Bayburt’a bir tabur nizamiye askeri sevk edildi ve efrad-ı ihtiyadi de 200 kişiye çıkarıldı.
Lüsunk köyü baskını, dünya basınında da yankı buldu. Özellikle İngiliz gazeteleri konuyu gerçeğe aykırı ve Ermeniler lehinde bir tutumla sütunlarına yansıtarak, Osmanlı hükümetini sıkıntıya düşürmeye çalıştılar.
Bölgede Bayburt ile birlikte Erzurum, Gümüşhane, Bitlis v.s yerlerde çıkan hadiseler, bazı Kafkasya gazetelerinde de haber olmuştur. Söz konusu gazeteler çıkan olaylarda, askerlerin de iştiraki olduğu gibi yalan beyanatlar sunarak, okuyucularını yönlendirme cihetine gitmişlerdir. Bu durum, olayları sona erdirmek için, üzerlerine düşen vazifeyi fazlasıyla yerine getiren askeri ve idari makamları oldukça rahatsız etmiştir.
Osmanlı Devletini de gerçekten zora sokan bu tür baskın hadiseleri, biraz daha irdelendiğinde çok önemli bir ayrıntı ortaya çıkmakta ve olayların bütün seyrini değiştirmektedir. Bu ayrıntı da, bazı baskınların Türk kıyafetli Ermeni fedaileri tarafından gerçekleştirilmiş olmasıdır. Nitekim Bayburt hadisesi sonrası yakalanan ve ifadesi alınan Lüsunklu Kasba’nın, “… Kopuz manastırına geldik, on iki kişi olduk… kasabadan gelenler martini ve fişekli oldukları halde laz elbiseli ve başlarında kapalak geldiler. Bize de beş kat laz elbisesi getürdüler, cümlemiz on iki kat laz elbisesini giydik…” şeklindeki ifadesi bu durumu gözler önüne sermekte ve acaba laz eşkıyaları tarafından yapıldığı ileri sürülen bir çok baskının laz kıyafetli Ermeniler tarafından mı yapıldığı sorusunu akla getirmektedir.
Tutanaklarda defalarca dile getirildiği şekliyle, fedailer eylemleri esnasında tanınmamaları ve olayların sorumluluğunu başkalarına yükleyebilmek amacıyla laz kıyafeti ve hoca kıyafeti giymişlerdir.
Lüsunk köylü Takfur’un, ifadesinde tebdil-i kıyafet eyleyerek vukuât ettiklerini açıkça itiraf etmesi son derece dikkate değerdir.
Görüldüğü gibi, Bayburt olayları çıkmadan evvel bölgede hava iyice ısınmıştır. İstanbul ve Trabzon olaylarını bahane eden bir kısım Ermeniler, dağ yollarını kullanarak Hodicor ve İspir yakınlarına gelmişler ve oralarda meskun Ermeniler'le birleşerek ortak hareket etmeyi planlamışlardır. Bu plandan haberdar olan Erzurum vilayeti, birleşmenin gerçekleşmesi halinde olayların daha da tırmanacağını dile getirerek asker sayısının artırılması yoluna gitmiştir.
Bütün bu askeri tedbirlere rağmen, organizeli bir şekilde hareket ederek, cemiyetler tesis eden Ermeniler'in Bayburt vukuatını çıkarmasına engel olunamadı.
KAYNAKÇA:
Yard. Doç. Dr. Yunus Özger / 1895 Bayburt Ermeni Ayaklanmaları, IQ Yayınları, İstanbul 2008
Editör: 1890’lı yıllarda Bayburt’ta yaşanan Ermeni olaylarıyla birlikte 1910’lu yıllarda yaşanan Ermeni olaylarının nedenlerini ortaya koyan, “1895 Bayburt Ermeni Ayaklanmaları” adlı yazının devamına buradan ulaşabilirsiniz...