Çanakkale’yi yüz yıl sonra değerlendirirken daha soğukkanlı, daha objektif, tarihsel anlamını ortaya koyacak bir şekilde ele alacak eserlere ihtiyaç var. Meselenin kahramanlık boyutunun, bir halkın milletleşme sürecinde bu savaşta kazandığı tecrübenin öneminin fark edilmesi kadar, gerçekçi bir tarih anlayışına sahip olmak için de bu tür çalışmalar önemlidir.

Çanakkale savaşının Dünya ve Türk tarihleri açısından tarihin akışını değiştiren boyutları bulunmaktadır. Çanakkale “ilk dünya savaşının galiplerinin kaybettikleri” bir savaştır. Dünya açısından sömürgeciliğin emperyalizme evrileceğini gösteren ekonomi dışı dinamiklerden biri budur. Bu aynı zamanda sömürgeciliğin sonunu hazırlayan, sömürgeci imparatorlukların mağlup edilebilir olmasının bu savaşta ortaya çıkmasıyla da ilgili bir neticedir. Dünya açısından bir diğer netice ise Rusya’da imparatorluğun bu savaşın yarattığı sorunlardan dolayı yaşadığı zorlukların artması ve “Sovyet devriminin” oluşumuna uygun şartların hazırlanmasına, sürecin hızlanmasına yaptığı katkıdır.

Son Haçlı Seferi

Türkiye açısından meseleye baktığımızda “Milli mücadelenin hem kadrolarının hem de şartlarının oluşumunda Çanakkale zaferinin belirleyici bir rolünün bulunduğu” söylenmelidir. Çanakkale’de sömürgecilik çağının en güçlü imparatorluklarının ordularına karşı zafer kazanan ordunun başkomutanı Enver Paşa hariç, bu savaşın bütün askeri kadrosunun milli mücadelenin öncüleri olması tesadüf değildir. Bu kadro, savaşı teorik ve pratik olarak yaşamış olmanın ötesinde, siyasi olarak da durumu yönetecek bir birikime sahiptir.

Burada bütün cumhuriyet döneminde Çanakkale’nin savaşı yöneten kadrosunu inkâr eden veya yok sayan, ya da önemsizleştiren tarih anlayışının çarpıklığından, seviyesizliğinden bahsetmek gerekir mi bilmiyorum; fakat Sarıkamış’tan bahsederken başkomutan olarak Enver Paşa’dan düşman gibi söz edenlerin, Çanakkale Başkomutanı Enver Paşayı unutup, yok sayıp, savaşın komuta heyetinin isimlerini unutturması nasıl bir tarih düşmanlığıdır. Bu bahsedilmeyen komuta heyeti içinde Albay Mustafa Kemal’in bu savaştaki komutanı Cevat Paşa’nın adı da bulunmaktadır. O Cevat Paşa ki daha sonra İmparatorluğun Genel Kurmay Başkanı (Harbiye Nazırı) olarak, Anadolu’ya kimin gönderilmesi gerektiği sorunu konuşulurken, Sultan Vahdettin’e o tarihte artık general olan Mustafa Kemal Paşa’yı önerecektir.

Yeni bir çağda Canakkale

Toplumların tarihsel kırılma anları, yaşadıkları dönüm noktaları aynı zaman da tarih bilincine ulaşılan, tarihin anlamının sorgulanıp, yorumlandığı dönemlerdir. İmparatorluk aydınları içinde kendi yaşadıkları zor dönemi bütün boyutlarıyla idrak edecek donanımda önemli isimler vardır ve Mehmet Akif Bey bunlardan biridir. Akif’in Çanakkale’yi anlatan destanı bunun en açık örnekleri arasındadır. Meselenin bir “medeniyet karşılaşması olduğunu ve batının yenilebilir olduğunu söyleyen” Akif, aynı zamanda milli mücadelenin yanında saf tutacak ve İstiklalin şiirini yazacaktır. Tarih bilincine uzak, tarihi kendi zümresel konumları ve elbette ki ideolojileri etrafında yorumlayanların, tarihi nasıl tarih dışı bir kişisel ve zümresel öyküye dönüştürdüğünün en açık örneklerinden biri de “resmi tarihin Çanakkale anlatısıdır”. Bu çarpık anlayış Enver Paşa’sız bir Çanakkale zaferi anlatımının, Mustafa Kemal Paşa’sız bir Milli mücadele anlatmaya benzediğini kavrayamayacak kadar kördür.

Çanakkale zaferinin Türkiye açısından diğer bir önemi, Türkiye’nin milli devlet anlayışının, etnik kimliğe dayanan bir millet olamayacağı gibi “tarihsel olarak emperyal sorumluluğa uzak kalamayacağıyla” ilgilidir. Sömürgeciliğin parçaladığı bir imparatorluğun mirasçısı olan Türkiye, sömürgecilik karşısında kazandığı bu savaşla, aynı kaderi paylaşan halklara karşı ortak bir kaderin önünde durduğunu her geçen gün daha fazla hissetmektedir. “Küreselleşme, kültür coğrafyamızda batı sömürgeciliğinin kurduğu etno-siyasal temelli ulus-devletleri aşındırıp geçersiz kıldıkça”, Türkiye’nin sahip olduğu kurucu-inşa edici “yeni bölgesel merkez vizyonu” daha çok hissedilecektir. Tarihsel millet anlayışına uygun emperyal vizyonda “yeni bir milli devlet konseptine” duyulan bu ihtiyaca Türkiye şimdi cevap vermektedir.