Dün gece rüyalarımı aydınlatan bir yüz… ‘’Ben bu Yusuf yüzlü cengâveri bir yerden hatırlıyorum’’ dedim kendi kendime. Ve anladım ki, biz seninle Elest Günü’nden/Kâl-û Belâ’dan tanışıyoruz. Ta o zamandan beri kardeşiz, can yoldaşız.
Ahh Fıratım ah!..
Okyanusları aşıp sana gelsem, kendimi dağa taşa esir etsem, yine de yüreğimdeki ateş sönmüyor yiğidim. Böyle kolumuzu kanadımızı kırdın, bırakıp gittin bizi. Haşa!.. Yaradan’ın hikmetinden ve takdirinden sual olunmaz, teslimiyetimiz tam ve sorgusuzdur. Ama ne hayâller kurmuştum senin için. Sen gibi yiğide ne de yakışırdı davullu zurnalı bir düğün. Erzurum Barı oynamayı, bir harmandalıyı bize çok gördün be Reis. Şimdi, memleketimin semâlarında, ezan seslerinden sonra ağıtlar yükseliyor: Fıratım vuruldu; ağlasın Urfa, ağlasın Mardin, ağlasın Sivas…
Hâlbuki ocak başlarında daha ne devletler kurtaracaktık. Çayın efsunlu kokusu yayılacaktı ocağımızın her bir köşesine. Türküler, şiirler söyleyip ülkümüzü göklerin doruklarına taşıyacaktık. Huma kuşu, yükseklerden bize seslenecekti yine…
Hani Galip Dedemiz hep derdi ya: ‘‘Ülkücünün, ülküsü ile münasebeti, hakiki bir aşkta sevenle sevgilinin muhabbetine benzer. Hep verir, hiç almaz…’’ İşte senin ülkün de buydu aslında. Hiç bıkmadan, karşılıksız olarak hizmetin ve hikmetin peşinde koşmak…
Bazen; arkadaşlarına, yavukluna, ailene, bazen de ‘‘ülkü büyükleri’’ bildiğin insanlara kızdın. Ama bâde içmek sana nasip oldu yiğidim. ‘‘Gaza meydanlarını, pehlivansız bırakma Allahım!..’’ diyen Arif Nihat Asya’nın feryadına sen kulak verdin ve meydanları pehlivansız bırakmadın. Necip Fazıl’ın, hayâl ettiği gençlerden biriydin sen: ‘‘Kim var? Diye seslenince, sağına soluna bakmadan fert fert ben varım’’ diyen, ‘‘ben olmadığım yerde kimse yoktur’’ mefkûresini özüne işleyen, ‘‘dava ahlâkına kaynak bir genç’’tin sen. Aslında, biraz da Sezai Karakoç’un çocukluk anılarına gizlemiştin kendini: Annenden öğrendiğin ilk kelime Allah lafzıydı. Yunus’u ilk ondan öğrenmiştin. Babanın kış geceleri anlattığı cenk hikâyeleri içini ısıtmıştı. ‘‘İslam bir sevinçti, kaplamıştı içini…’’ Şimdi, çocukluğun, ‘‘güzün dökülen yapraklar gibi’’ yüreğimizde saklı kaldı.
Fıratım, yılmaz cengâverim,
Ciğerimizi pare pare ettin de gittin. Kelimelere sığmayan o kadar şey var ki, sana hangisini anlatsam bilemiyorum. Arkandan gözyaşı döken kalabalık yalnızlara mı yoksa sahipsizliğine mi yanayım. ‘‘Dava büyüklerimiz’’ diye tâbir edilenler, hep yalnız bıraktı bizi. Mefkûrelerimizin üzerinde artık sisli bulutlar dolaşıyor. ‘‘Baykuşlara bayram’’ oldu senin şahâdetin. Baykuş bakışlı haydutlar, gazete manşetlerine senin adını ‘‘karşıt görüşlü öğrenci’’ olarak yazsalar da milletin gönlüne şehitlik mertebesiyle mâkes buldun. Yüce Yaradan da seni ‘‘şehit’’ olarak huzuruna kabul edecek inşaallah… Sen güller içinde, ‘‘altından ırmaklar geçen’’ cennet bahçelerinde bizi beklerken, biz yine birbirimizi yemekle meşgul olacağız. Biz yine, ‘‘itidâl’’lik adı altında, susturulmaya, bileklerine zincir vurulmaya ve prangalarla yaşamaya mahkûm olacağız. Biz yine yollarda, sokaklarda, memleketin her bir köşesinde boynu bükük mahzun kalacağız. Ve biz yine senden kalan ağıtlarımızı tazeleyip sinemizi kor hâline getireceğiz.
Yusuf yüzlüm, çakır yüreklim, ülkü bakışlım…
Kalk hadi!.. Bu sahipsiz insanlar, son kez helallik istiyor senden. Bak senin için okunuyor bu sâlâ, ‘‘Allahuekber’’ nidaları senin için yükseliyor. Kurbanın olam! Bu mahşeri kalabalığın kulağına, İslam’ın ve Türklüğün ezgilerini fısılda ve öyle git…
Sen giderken, Fırat Nehri soğuk ve serin akıyor. Sular kanlanırken, dalgalar iki büklüm senin matemini tutuyor. Toprak, bağrında güllerle, kandillerle seni bekliyor.
Hadi git!.. Gittiğin yerde iki cihan güneşi Peygamber Efendimize komşu olasın; mefkûre sahipleri, güllerle karşılasın seni… Gittiğin yerde, ilk şehitlerimiz Yemenli Yasir Ailesi’ne, Selahattin Eyyubi’ye, pirimiz Hoca Ahmet Yesevi’ye, Ertuğrul Gazi’ye, Enver Paşa’ya, Süleyman Özmen ve Mustafa Pehlivanoğlu ağabeylerimize, Muhsin Başkan’a Galip Dedemize… Hâsılı, tüm mütefekkir ve mefkûre abidelerine selam, saygı ve muhabbetlerimizi ilet.
Dualarını, üzerimizden eksik etmesinler. Eğer bir gün Allah’ın rızasını kazanır da lütûf ve ikrâma erişirsek, oralarda görüşmek ümidiyle…
Hadi git!.. Duaların bâki, amelin salih, yüzün berrak olsun; gazan mübarek sayılsın. Yüce Mevlâ’nın mağfireti ve rahmeti üzerine olsun.