"Şehit Osman, Duduzar, Bayburt kalesi,
Goruğu sorarsan zevkin yaylası,
Oniki mahlesi, beş bin hanesi,
Ocakta şişlerin kızarsın Bayburt…"
Kıymetli okurlarım; insanların hayatları içinde çeşitli nedenlerle unutamadıkları şehirler vardır. Benim de çocukluk günlerimi anlamaya başladığım, kışın bir metreye yakın kar duvarları arasında okula gittiğim, Çoruh'unda yüzdüğüm, kalesinde ve suluklarında gezdiğim, Şehit Osman Tepesi'nde kızak kaydığım, Şair Zihni Futbol Kulübü'nde top koşturduğum, Bent Hamamı'nda yıkandığım, düğünlerinde halay çektiğim, bar tuttuğum, suyunu, sütünü içtiğim, etini, ekmeğini balını yediğim, ilk ve orta okulu bitirdiğim, gençlik yıllarıma girişimi yaşadığım, kahramanlıklar diyarı gazi şehir Bayburt'u hiçbir zaman unutamadım.
Elektriğin gündüzleri olmadığı, o zamanlarda şehirde bulunan üç taksiden birinden dinlediğim, Çorum'dakine benzeyen saat kulesi ve meydanında yüzlerce kişi arasında 3-1 galip geldiğimiz Macaristan maçını ve Kore Harbi'nden dönen gazilerin karşılanışını ve kalbimin sesini ayrıldığımız gün semalarına uçurduğum şehir. Bayburt'u hiçbir zaman unutamadım. Nerede ise 60 yıl oldu. Daha sonraları pekde vefa örneği veremedim. Onu ancak, 1980 ve 2012'de rahmetli eşim Güneş hanımla gezerek, birkaç gün olsa da!... Yaşayarak anabildim. Ama geçen her yılın 21 Şubat'larında nerede olursam olayım hep benimleydi. Duygu yüküyle, şarkısıyla türküsüyle hep o güzel şehri yaşadım.
1951 yılında dördüncü sınıfa başladığım, Bent mahallesindeki Kurtuluş İlkokulu'nda unutamadığım öğretmenim Seydi Vural'ı rahmetle anıyorum. Benim için çok değerli idi. Mehmet Çelebi mahallesine taşınınca Şair Zihni İlkokulu'nda beşinci sınıfa başladım. Sınıf öğretmenim Nurettin Serdaroğlu; Baş öğretmenim Kemal Güney beydi. Her ikisini de rahmetle anıyorum.
İki okulda okumam, arkadaş sayımı çoğaltmıştı. Bu mahallede Hezer'ler, Oruç'lar, Boyacı'lar, İmaç'lar yakın komşularımız arasındaydı. Mahallede sıkı arkadaşlık kurduklarım arasında erkeklerden Mete Güney, Cahit Oruç, Abdurrahman Boyacı, Yılmaz Boyacı, Savaş Aygen, Sözeri Yengi zihnime iyice yerleşik olanlardan.
Kız arkadaşlardan mahallemizde bulunanlar arasında, kız kardeşim Didar'ın da arkadaşları olan Günay İmaç, Cahide Oruç, Fatma Boyacı ve soyadlarını hatırlayamadığım Gülen, Deniz, Ayten, Yıldız, Aysun vardı. Bayburt'ta ilkokul bitince kız arkadaşlarımızın bir kısmı okuyamadı ve hatta onları göremez olduk. Çünki ehrama girmişlerdi. Yukarıda saydığım arkadaşların çoğuyla ilkokulda okumuştuk.
1953-1954 öğretim yılında orta okula başladım. Okul müdürümüz rahmetli Mehmet Hocaoğlu (Hoca Memet) idi. Ondan ve diğer öğretmenlerimden de milli duyguyu, vatan ve millet sevgisini en iyi şekliyle öğrendik. Allah onlardan razı olsun. Diğer öğretmenlerim arasında beden eğitimi öğretmeni Ali Bağdatlıoğlu, fizik kimya öğretmenimiz Nevin Sarıca, Fransızca öğretmenimiz Hamdi İkiz, Türkçe öğretmenimiz Nihat Öner'i hatırlıyorum. Hepsine Allah'tan rahmet diliyorum.
Orta okula gelince arkadaş sayım da arttı. Yukarıda ismi geçen arkadaşlarıma Yüksel Gücer, Salih Zeki Sayın, Asım ve Asaf Durulmuş, Suat ve Sait Müftüoğlu kardeşler, Mustafa Pekmezci, Ahmet Burak, Numan Erengil, Kemal Harputlu, Mehmet Hanefi eklenmişti. Yaşayanlara sağlık ve mutluluklar, vefat edenlere Allah'tan rahmet diliyorum.
Beş yılımın geçtiği Bayburt'taki önemli anılarımı paylaşmayı ve yazımın başlığında sizlere iyice açmamın gerektiğine inanıyorum.
Süleyman Boyacılar’ın kiracısı olduğumuz taş evde, iki kardeşimle beraber söylenenlere göre erkekliğe ilk adım attık, sünnet olduk. Bu mahallede arkadaşlarla, yollarında bisikletlerle gezdik. Uzun eşek, birdir bir, güvercin taklası oynadık. Daha beşinci sınıfta 11 yaşındayken, gönüllerimizi kaptırıp bakışlarımızla aşık olduk. İlk aşkı ve sevgiyi Bayburt'ta yaşadım.
"Bayburt'un kalesiyem,
Açılmış lalesiyem,
Bayburt'tan bir yar sevdim,
Ben onun kölesiyem."
Nedense ayrılık işareti de sayılacak, beyaz ipek mendilleri birbirimize hediye etmiştik. "Al bu mendil sende dursun, sil gözünün yaşını…" der gibi.
Rahmetli eşim Güneş hanıma anlatırdım da: O her gün, belli bir saatte önünden geçtiğim evinin penceresindeki tül perdesini kıpırdatınca varlığını hissettiğim sevgiliye karşı olan platonik aşkıma karşı, "bu işi karlı günlerde, yağmurlu günlerde, tipili ve fırtınalı günlerde de yaparmıydın?" sorusuna, "Evet" cevabını alınca, yarı müstehzi, "Of be, ne büyük aşk... Ne büyük aşkmış Daver" derdi.
Bent Köprüsü'nden Çoruh nehrinin kollarına atlayıp boğulma tehlikesi geçirdiğim, rahmetli babam Ziraat Bankası muhasebecisi Seyfullah Kolağasıoğlu tarafından duyulunca, kendimi onun elleri arasında Taşhan sokakta bulunan eniştem Asri beyin abisi rahmetli Fazıl amcanın (Çubukcu) dükkanında buldum. "Bu burada artık çırak olacak, ben onu sabah getirip akşam eve götüreceğim" deyip Zaman Kundura evine beni teslim etmişti. Haftalığım da iki buçuk lira olacaktı. Sinemanın 25 kuruş, bir şişe gazozun 15 kuruş olduğu zamanda iyi paraydı.
Çubukcular Çorum'da Bayburt muhaciri olan 1898 doğumlu Hüseyin efendinin akrabalarıydı. Daha öncede tanıdığım İlahiyat Profösörü olan Asri eniştem de, mağazada abisi Osman beyle, büyük abilerinin kalfası durumunda idiler. Görevim kalıba çekilen ayakkabı yüzünün çakıldığı çivileri, sökülünce düzeltmekti. Acemilikle epeyce parmağımı düzeltmiştim.
Eniştemin anneleri ki, biz ona hep Fazıl teyze derdik. Rahmetli Fatma teyze, tandırda ekmek yapar, gugul yapar, helede lor dolması ile ayran aşına bayılırdık. O tandır evlerini unutamıyorum; pırıl pırıl parlayan, üzerlerine nakış vurulmuş kaplar… Bayburtlu hanımların zerafetiydi bence. Bu arada akrabaları Güllü bacının (Özhan) bahçesindeki elma ve erikleri de iştahla yerdik.
Çoruh nehri olur da balık olmaz mı? Mete Güney'le (Çöp Mete) yaz başlarında hapenlerde oturup, dam üstünde kese kağıdı yapar, satar, parasıyla olta takımlarımızı alırdık... Ver elini Ayvazın Gölü… O kadar erken giderdik ki, hemen yanındaki kayalıklarda su yılanlarının güneşin ilk ışıklarını almaya çalıştıklarını görürdük. Komşular, pek para talep etmeksizin verdiğimiz balıkları nedense almaya nazlanırdı. Ama bu arada şoför Ali abiyle Kop Dağı'ndaki derelerde tuttuğumuz alabalıklara da rağbet çoktu.
Bunlar keyifli anılar. İki sene Rus ve Ermeni mezalimini yaşayan, bence gazi şehir Bayburt'ta çok acılı günler de olmuştur. Türkçe öğretmenimiz Mehmet Hocaoğlu'nun anlattıklarını büyük dikkatle dinlerdik. Rahmetli hocam, daha sonra "Belge ve vesikalarla Ermeni Mezalimi" adlı bir kitapta olanları toparlamıştır. Yılını tam hatırlamamakla beraber, okullarında açık olduğu bir zamanda, muhtemelen 1954-1955 yıllarında olabilir. Okulca bizi açma çalışmaları yapılan toplu bir mezarın başına götürdüler. Bir taraftan kazılıyor, bir taraftanda çıkarılan kemikler bir kenarda toparlanıyordu. Kazıyı yöneten bir bey bize izahat veriyordu:
"- Bakın sevgili öğrenciler, bu toplu mezar Ermeni katliamının izlerinden sadece biridir. İşte bir muska, hiçbir Ermeni muska taşımaz, şu mühürdeki isim, (ismi okumuştu, hatırımda kalmadı) bir Müslüman Türk ismidir."
Çıkan tarak, ayna ve tesbihleri gösteriyor. Bazı sigara tabakaları ve çakmaktan da isimler okuyordu. Orada en az 7-8 kişiye ait kalıntıları gördük. Yanmış elbise parçaları da çıkıyordu. Hatırladığım kadarıyla bu yer, bir otelin bahçesiydi. Ermeni mezaliminin en ağır izlerini taşıyan 200 kişinin kurşunlanıp öldürüldükten sonra, yakıldıkları taş mağazalara yakındı. Ertesi gün bayrak örtülü tabutlara konulan kemikleri, okulla birlikte Şair Zihni'nin anıtının bulunduğu tepeye götürdük ve orada toprağa yeniden verdik. Bilemiyorum daha sonra oraya anıt yapıldı mı?
Birinci Dünya Harbi'nden sonra Rus işgaliyle başlayan doğudaki mezalim... Çarlık Rusya'sının ihtilalle yıkılması ile buraları Ermeniler'e terkeden ve onları silahlandıran Ruslar, mezalimin ana kaynağını oluşturup bir sürü ailenin de vatanını terkedip muhacir olmasına sebep olmuşlardır.
Tevhide halamın beyi Rahmetli Hacı Hüseyin Çubukçu efendi anlatırken "Ben 17 yaşlarındaydım. Köyümüzü kağnı arabasıyla terkettik, kız kardeşim, küçük kardeşim Fevzi ve annem yollara düştük. Bir ara kağnıdan düşen 3-4 yaşlarındaki kardeşim Fevzi'yi bulunca çok sevindik. Allah'a şükrettik. Çorum'a her halde bir aya yakın zamanda geldik. Sonra duyduk ki köyümüzü Ermeniler basmış, 30 kişiyi kaçırarak kurşuna dizip öldürmüşler" derken yüzünde hep o acılar belirirdi.
Bu arada unutamadığım ve saygı duyduğum, -Bayburtlu'lar da biliyordur- Gobuk (Kolsuz) Sultan Nene'yi anlatmadan geçemiyeceğim:
Şingah mahallesinde bulunan evinin önüne Ermeni çeteleri gelince, kapıyı arkadan demirlemiş ve sırtını da kapıya dayamış, ne pahasına olursa evladını korumak istiyormuş. Kapıyı açtıramayanlar, mavzerle kilide ateş edince sol kolundan ağır yaralanmış. "Kanı gören Ermeniler, her halde öldü diye beni bırakıp gittiler" derdi. Pek yardım etmemizi de istemez, tek koluyla çeşmeden aldığı suyu evine taşırdı. Ona bütün çocuklar saygı duyardık. Bize göre o kahramandı ve gaziydi…
Yazacak çok şey var, fakat sıkarım diye de korkuyorum.
Bayburt'ta kaldığımız 5 yıl zarfında, 21 Şubat 1918 kurtuluş günlerinin benim için diğer bayramlara göre daha bir önemi vardı. Çoruh nehri kenarında oturduğumuz, Bayburt halkının vefa örneği olan Şehit Nusret Bahçesi, 1922 yılında "Üçüncü Milli Şehit" olarak Millet Meclisi tarafından kabul edilen Bayburt Kaymakamı Nusret bey… İngiliz ve Fransız işgalci subaylarına dersini veren kahraman. İngiliz hayranı Damat Ferit hükümetinin mahkemelerince önce beraat edip, sonra idama mahkum edilen, 4 Ağustos 1920'de padişah tarafından onaylanan kararla, 5 Ağustos 1920 Beyazıt meydanında idam edilen şehit. Mekanın cennet olsun.
-'Ermeni soykırımı yaptık' diyebilen satılmışlara biraz tarih okumalarını ve maşa olmamalarını öneririm. Kime şirin görüneceksiniz?-
***
Dede Korkut diyarı Bayburt'ta unutamadığım diğer isimler arasında; çıkan ayağımı yerine getiren Çoban Vahit, Eczacı Teyfik Hacıbeyoğlu amca, Ülkü Güney abi, Boyacılar'dan Zülkarni amca, Hüseyin abi, Supi abi, yanında çalıştığım tuhafiyeci Hasan Çakmak amca, gazeteci Osman Okutmuş abi, banka müdürü Osman Haraçcı bey, banka memurlarından Yaşar Aker abi, Turgut Tepiroğlu abi ve kitapçı Kemal Demirhan abiyi de zikretmeden geçemeyeceğim. Vefat edenlere Allah'tan rahmet, yaşayanlara sağlık dilerim.
Son oturduğumuz ev, Yakutiye Camii yanında Cumhuriyet caddesinde temelinde imzam bulunan Ziraat Bankası lojmanıydı. Kaloriferliydi. İlk defa duşlu, küvetli banyo ve buzdolabı ile tanıştık. Salon ve yemek takımları da cabası.
Bayburt'ta lise olmadığı için babam tayin istemişti ve tayinimiz Kastamonu'ya çıktı.
Yeni bir şehire ve yeni arkadaşlara gidiyordum…
Bayburt'tan ayrılışta Ulusoy'un burunlu Vabis otobüsünün tren düdüğü gibi olan kornasını çalıp hareket anını bildirmesiyle, 14 yaşında sözde delikanlı adayı ben, birden hüngür hüngür ağlamaya başlamıştım… Rahmetli babam anneme dönüp:
-"Ne oluyor bu oğlana?" deyince, durumu bilen rahmetli annem Nimet hanım;
-"Bırak ağlasın, ağlasın…" diyordu.
Yazım Çorum'da bulunan Bayburt muhacirlerine de armağan olsun.
Allah'tan bize böyle acılar yaşatmamasını niyaz ediyor, Bayburtlu'ların kurtuluş gününü yürekten kutluyorum…