(Bu yazıyı okumadan önce lütfen Prof. Dr. Vedat Bilgin’in yazısını okuyunuz!)
Prof. Dr. Vedat Bilgin nitelikli bir akademisyen ve Başbakan Başdanışmanı. Bayburt Postası’nda “Hangi medeniyet, hangi siyaset?” isimli bir makalesi bulunuyor. Makalenin başlığı dikkatimi çekti, özenle okudum. Okudukça da yazdıkları ve elbette fikirleriyle, içinde yaşadığımız gerçek arasındaki makasın inanılmaz boyutta açıldığını gördüm. Çizdiği profil ve tanımladığı siyaset kimliğinin sergilediği kanıtlara tek tek baktığımda ise ne ülkemizde yaşananlarla ne de sistemle benzeşliği olmadığı o kadar net belirdi ki kafamda! Sonuçta makaleyi bitirince inanın aklıma Amerika’nın kurucu anayasasını yazanların en önde geleni Thomas Jefferson geldi. Bugün bu ülkede, bu yönetim biçimi altında yaşamasak, neredeyse Fransız aydınlanma fikirlerinden ilhamını almış o özgürlükçü ve birleştirici öncüyü tarif ediyor sanabilir insan!
Öncelikle şunu söyleyeyim, bir sorunu daha baştan, sistemden kaynaklanan sorun olarak çerçevelerseniz, çözümü de elbet o sınırın içerisinde ararsınız. Oysa önümüzde katmerleşen sorun, toplum ya da sistem sorunu değil; sistemi işleten lider ile yönetici kadrolarının nitelik sorunudur. Resmin böylece bütününü görüp işe “esastan bakıldığında” ülkenin sorunlarını, sistemle oynayarak çözmenin amacı; birbirine kenetlenmiş ve sorunsuz bir toplum var etmek değil, bireysel iktidara daha geniş hareket alanı açmak, hatta teokratik ve otokrat bir yönetim kurgulamaktır. Bürokrasiyle ilişiği olmayan, bağımsız ve çıkarsız bir açıdan durum böyle görünüyor.
Sayın Bilgin, bu coğrafyanın siyaset algısı, eğer ‘Batının özgür bireyi odağa koymuş olduğu, bilim ve hukuk değerlerinden geri kaldığı gerçeği’yle, kompleksiz bir şekilde yüzleşirse, ancak o zaman onlarla rekabet edebilir. Yoksa öyle ne olduğu belirsiz “medeniyet ufkuyla siyaset yapmaya kalkmak” arka planında bir teori ve onu kanıtlayan bir sürü pratiğin olmasını gerektirir. Dönüp güncel siyasetimize baktığımızda bugün bunun üstesinden gelecek ne bir kadro var ne böyle bir ufuk görünüyor ne de içerik!
Ayrıca, Batının sömürgeciliğine karşı çıkmak başka bir şey, onun düşünsel ve bilimsel ileri gidişini ‘bozulmak’ olarak yaftalamak bambaşka bir şey! Sayın Bilgin bu ikisini tek kaleme indirgeyerek koskoca bir bilim ve aydınlanma uygarlığını karalıyor. Bu yafta tam da oryantal bireyin erişemediğine ‘tu kaka’ deme tavrı. Bundan da beteri, kendindeki eksikliği görmeyi bile engelleyen birikimsizlik! Ya da bunlardan da beteri, üstlenilen görevin, gerçeklere gözü kapatıyor olması.
Sayın Bilgin, partisi gibi bir şekilde modernliği de karalıyor. Yeryüzünde modernlik kavramı ileri ülke toplumlarının yaşamlarından yansıyarak görünür olur. Bu yüzü, Japonya’dan Norveç’e, Kanada’dan Avustralya’ya kadar görebiliriz. Demokrasileri, gelirleri, yaşam kaliteleri, eğitim seviyeleri, sağlıktan aldıkları pay ve bundan da önemlisi gelir paylaşım adaleti öylesine belirgin ki. Oysa makaledeki ‘yeni modernlik’ tanımının içini dolduracak yepyeni ve büyük iddia taşıyan sözün içeriğini dolduracak ne bir yöntem var ufukta ne de bunu görünür kılan pratik silsilesi mevcut. Dışardan görünen; hedefinin yönü Orta Doğu toplumlarına doğrulmuş demokrasi dışı sistemler.
Batı kültürü, doğu kültürü diye kalıplanmış ayrım da, aslında sağlam bir gerçektir. Yeryüzünde bir, uygar, bilimsel ve modern düşünüş ve de yaşayış kültürü vardır; bir de sömürülmüş Ortadoğu ile Sahra Altı toplumlarının yaşadığı biçim. Bu gerçeği maskeleyerek ya da bilmezden gelerek ülkemizdeki ‘yurtsever nitelikli aydın’ı sayın Bilgin gibi Batının güdümünde, devşirme diye damgalamak Arap-Acem düşüncesine hayranlıktan kaynaklanır. Bir de kendi toplumu için demokrasinin gerekli, yeterli ve mutlak şartlarını talep ediyor diye aydını, “halkına karşı fikir yayıyor” iddiasıyla damgalamak, halkın gözünde onların fikirlerini itibarsızlaştırmak niyetlidir.
Bir kere tanım ve kavramlarda anlaşmadan, saptama ya da yargılarımızda anlaşmak mümkün değildir. Aydın, tanımı gereği zaten sömürgeciliğe karşı ve yurtseverdir. Sayın Bilgin’in bunu bilmesi gerekir. Bu ve benzeri, ‘Aydın’ olmanın değerlerinin üzerinden atlayarak söylenen her söz, aydının bir özelliği olamaz, onun üzerinde sadece yapıştırma bir laf olarak kalır. Ayrıca bizim ülkemizin aydını, hiç bir dönemde ve hiç bir koşulda batının sömürgeci anlayışıyla işbirliğine gitmemiş, sadece batının eşit haklar ve görevler anlayışıyla ilişki ve fikirbirliği içinde olmuştur.
Ayrıca aydın çok yönlü birikimlidir, bu yüzden elbette çoğunluktan farklılaşabilir ve dili başkalaşabilir ama bu illa sayın Bilgin’in dediği gibi ondan kopacak ya da milleti karşısına alacak anlamına mı gelir? Onların hakkını, hukukunu, vatanını korumak için illa da onlar gibi konuşarak, onlar gibi giyerek, onlar gibi davranarak halkı kandırmak mı gerekiyor?
Sayın Bilgin’in ‘yeni bir siyaset çizgisi’ iddiası elbet büyük bir iddia ama bu iddianın içi; birbirine trafikte, metroda kinle bakan insanlar, parçalanmış bir toplum ve gelir paylaşım adaleti yerlerde sürünen rakamlarla mı olacak? Üstelik etrafımızda yaratılmış düşman komşular ve Amerikanın emir eri görevi üstlenilmişken? Bu büyük iddia Dünya liderlerinin alaycı bakışlarıyla yerden kağıt bayrağımızı alıp trübünlere oynayan zihniyetle mi gerçekleşecek?
Çocukluğunu baskı altında katetmiş biri; yoksulluk, hırs ve tek tip fikirle bilediği ihtirasıyla, hayatın kendine ait kısmını kolay kolay haysiyetli yaşayamaz. Başkalarının yaşamını cehennem ederek kendi mutluluğunun seviyesinde inşa etmek ister. Ayrıca bu iddia, kendi medeniyet değerlerini daraltırken, Türk ve Türkiye Cumhuriyeti örf ve kazanımlarından uzaklaşıp Arabeskleşerek çoğunluğu o yönde biçimlendirmeye yönelir. Peki burdan değerlendirince, kendi kültürüyle ve çoğulculuk hedefiyle derin bir ilişki kurmak bu mu?
Birbirine kenetlenmiş bir millet hedefi; eğitim ve gelir seviyesinin en altında olan niteliksiz seçmeninin, ekonominin sürdürülemez türev payandalarıyla sadakatini sağlayıp, diğer yarısının nefretini toplayarak mümkün olabilir mi?
Toplumu ayrıştırıcı tavırlar, şehircilik ve ulaşım bağlantılarındaki hatalar, eğitimdeki niteliksizlik, hukuk yapısındaki siyasallaşma, sağlıktaki yetersizlik, siyasal çürümüşlük, komşularımızla bozulan ilişkiler, bütünsel ve çağdaş bir toplumu hedeflememiş, siyasi programın devrilmesinin kanıtlarıdır. Hele de Ortadoğu uluslarıyla savaşın eşiğine sürüklenmemiz ve de ne Kürt ne de Alevi kardeşlerimizle geldiğimiz diken üstündeki hal ortadayken! Her konuda ama her konudaki kalitesizlik paçalardan akarken!..
Devleti partileştirmiş, tüm kurumları partinin şubesine dönüştürmüş bir zihniyetten halkçı ve bütünleştirici bir siyaset modeli türemez olsa olsa kısa bir geçiş dönemi olur o kadar. Fakat sayın Bilgin sonuçta bir akademisyen, siyah olan bir rengin beyaz olduğuna inanması ve bizleri de inandırmak için bu yazıyı kaleme alması ilginç!
Siyasetin düzeyi, bir toplum ya da ülkede sorunluysa, çözümleri de sorunlu olur. Zihnimiz geliştikçe, muhalif tepkimiz büyür. Bilgimiz arttıkça eleştirel bakışımız keskinleşir ve tepkimiz derinleşir. Bugün ülkemizin temel sorunu, kitlelerin bir kesiminin nitelikli eğitim ile gelirden yeterli pay alamayışıdır. Bu kesimi temsil eden siyasi parti, bütün toplumun arzu ve isteklerini temelden çözme yerine o kitlenin gündelik ve yüzeysel tercihlerinin arkasına takılmıştır. Oysa bu çoğunluk güdümlü anlayış girişimleriyle, ekonomik sorunlar çözülemez ve başkasının yaşam biçimine saygı gösterilemez. Hayatın her türlüsüne saygı göstermeyenin, inancı da sorunlu olur. Ve bu çoğunluğun iktidarı, çeşitliliği yaşamın bir zenginliği değil kendine yönelmiş bir tehdit olarak algılar. Bu yüzden de çeşitliliğin zenginliğini hafsalası alamaz. Farklı yaşam biçimlerinden oluşan bir topluma saygı gösteremez.
Oysa her şey kaçınılmaz şekilde birbirine bağlıdır. Başkasının yaşamına tüküren kendi yaşamına tükürmüş olur!
Ve inanın değerli okurlar, makalenin sonuna yaklaştığımda tanımlama ve göndermeler Nasrettin Hoca fıkrasındaki “kedi burdaysa ciğer nerde, ciğer burdaysa kedi nerde” sözünü hatırlattı bana, o kadar!
Prof. Dr. Vedat Bilgin nitelikli bir akademisyen ve Başbakan Başdanışmanı. Bayburt Postası’nda “Hangi medeniyet, hangi siyaset?” isimli bir makalesi bulunuyor. Makalenin başlığı dikkatimi çekti, özenle okudum. Okudukça da yazdıkları ve elbette fikirleriyle, içinde yaşadığımız gerçek arasındaki makasın inanılmaz boyutta açıldığını gördüm. Çizdiği profil ve tanımladığı siyaset kimliğinin sergilediği kanıtlara tek tek baktığımda ise ne ülkemizde yaşananlarla ne de sistemle benzeşliği olmadığı o kadar net belirdi ki kafamda! Sonuçta makaleyi bitirince inanın aklıma Amerika’nın kurucu anayasasını yazanların en önde geleni Thomas Jefferson geldi. Bugün bu ülkede, bu yönetim biçimi altında yaşamasak, neredeyse Fransız aydınlanma fikirlerinden ilhamını almış o özgürlükçü ve birleştirici öncüyü tarif ediyor sanabilir insan!
Öncelikle şunu söyleyeyim, bir sorunu daha baştan, sistemden kaynaklanan sorun olarak çerçevelerseniz, çözümü de elbet o sınırın içerisinde ararsınız. Oysa önümüzde katmerleşen sorun, toplum ya da sistem sorunu değil; sistemi işleten lider ile yönetici kadrolarının nitelik sorunudur. Resmin böylece bütününü görüp işe “esastan bakıldığında” ülkenin sorunlarını, sistemle oynayarak çözmenin amacı; birbirine kenetlenmiş ve sorunsuz bir toplum var etmek değil, bireysel iktidara daha geniş hareket alanı açmak, hatta teokratik ve otokrat bir yönetim kurgulamaktır. Bürokrasiyle ilişiği olmayan, bağımsız ve çıkarsız bir açıdan durum böyle görünüyor.
Sayın Bilgin, bu coğrafyanın siyaset algısı, eğer ‘Batının özgür bireyi odağa koymuş olduğu, bilim ve hukuk değerlerinden geri kaldığı gerçeği’yle, kompleksiz bir şekilde yüzleşirse, ancak o zaman onlarla rekabet edebilir. Yoksa öyle ne olduğu belirsiz “medeniyet ufkuyla siyaset yapmaya kalkmak” arka planında bir teori ve onu kanıtlayan bir sürü pratiğin olmasını gerektirir. Dönüp güncel siyasetimize baktığımızda bugün bunun üstesinden gelecek ne bir kadro var ne böyle bir ufuk görünüyor ne de içerik!
Ayrıca, Batının sömürgeciliğine karşı çıkmak başka bir şey, onun düşünsel ve bilimsel ileri gidişini ‘bozulmak’ olarak yaftalamak bambaşka bir şey! Sayın Bilgin bu ikisini tek kaleme indirgeyerek koskoca bir bilim ve aydınlanma uygarlığını karalıyor. Bu yafta tam da oryantal bireyin erişemediğine ‘tu kaka’ deme tavrı. Bundan da beteri, kendindeki eksikliği görmeyi bile engelleyen birikimsizlik! Ya da bunlardan da beteri, üstlenilen görevin, gerçeklere gözü kapatıyor olması.
Sayın Bilgin, partisi gibi bir şekilde modernliği de karalıyor. Yeryüzünde modernlik kavramı ileri ülke toplumlarının yaşamlarından yansıyarak görünür olur. Bu yüzü, Japonya’dan Norveç’e, Kanada’dan Avustralya’ya kadar görebiliriz. Demokrasileri, gelirleri, yaşam kaliteleri, eğitim seviyeleri, sağlıktan aldıkları pay ve bundan da önemlisi gelir paylaşım adaleti öylesine belirgin ki. Oysa makaledeki ‘yeni modernlik’ tanımının içini dolduracak yepyeni ve büyük iddia taşıyan sözün içeriğini dolduracak ne bir yöntem var ufukta ne de bunu görünür kılan pratik silsilesi mevcut. Dışardan görünen; hedefinin yönü Orta Doğu toplumlarına doğrulmuş demokrasi dışı sistemler.
Batı kültürü, doğu kültürü diye kalıplanmış ayrım da, aslında sağlam bir gerçektir. Yeryüzünde bir, uygar, bilimsel ve modern düşünüş ve de yaşayış kültürü vardır; bir de sömürülmüş Ortadoğu ile Sahra Altı toplumlarının yaşadığı biçim. Bu gerçeği maskeleyerek ya da bilmezden gelerek ülkemizdeki ‘yurtsever nitelikli aydın’ı sayın Bilgin gibi Batının güdümünde, devşirme diye damgalamak Arap-Acem düşüncesine hayranlıktan kaynaklanır. Bir de kendi toplumu için demokrasinin gerekli, yeterli ve mutlak şartlarını talep ediyor diye aydını, “halkına karşı fikir yayıyor” iddiasıyla damgalamak, halkın gözünde onların fikirlerini itibarsızlaştırmak niyetlidir.
Bir kere tanım ve kavramlarda anlaşmadan, saptama ya da yargılarımızda anlaşmak mümkün değildir. Aydın, tanımı gereği zaten sömürgeciliğe karşı ve yurtseverdir. Sayın Bilgin’in bunu bilmesi gerekir. Bu ve benzeri, ‘Aydın’ olmanın değerlerinin üzerinden atlayarak söylenen her söz, aydının bir özelliği olamaz, onun üzerinde sadece yapıştırma bir laf olarak kalır. Ayrıca bizim ülkemizin aydını, hiç bir dönemde ve hiç bir koşulda batının sömürgeci anlayışıyla işbirliğine gitmemiş, sadece batının eşit haklar ve görevler anlayışıyla ilişki ve fikirbirliği içinde olmuştur.
Ayrıca aydın çok yönlü birikimlidir, bu yüzden elbette çoğunluktan farklılaşabilir ve dili başkalaşabilir ama bu illa sayın Bilgin’in dediği gibi ondan kopacak ya da milleti karşısına alacak anlamına mı gelir? Onların hakkını, hukukunu, vatanını korumak için illa da onlar gibi konuşarak, onlar gibi giyerek, onlar gibi davranarak halkı kandırmak mı gerekiyor?
Sayın Bilgin’in ‘yeni bir siyaset çizgisi’ iddiası elbet büyük bir iddia ama bu iddianın içi; birbirine trafikte, metroda kinle bakan insanlar, parçalanmış bir toplum ve gelir paylaşım adaleti yerlerde sürünen rakamlarla mı olacak? Üstelik etrafımızda yaratılmış düşman komşular ve Amerikanın emir eri görevi üstlenilmişken? Bu büyük iddia Dünya liderlerinin alaycı bakışlarıyla yerden kağıt bayrağımızı alıp trübünlere oynayan zihniyetle mi gerçekleşecek?
Çocukluğunu baskı altında katetmiş biri; yoksulluk, hırs ve tek tip fikirle bilediği ihtirasıyla, hayatın kendine ait kısmını kolay kolay haysiyetli yaşayamaz. Başkalarının yaşamını cehennem ederek kendi mutluluğunun seviyesinde inşa etmek ister. Ayrıca bu iddia, kendi medeniyet değerlerini daraltırken, Türk ve Türkiye Cumhuriyeti örf ve kazanımlarından uzaklaşıp Arabeskleşerek çoğunluğu o yönde biçimlendirmeye yönelir. Peki burdan değerlendirince, kendi kültürüyle ve çoğulculuk hedefiyle derin bir ilişki kurmak bu mu?
Birbirine kenetlenmiş bir millet hedefi; eğitim ve gelir seviyesinin en altında olan niteliksiz seçmeninin, ekonominin sürdürülemez türev payandalarıyla sadakatini sağlayıp, diğer yarısının nefretini toplayarak mümkün olabilir mi?
Toplumu ayrıştırıcı tavırlar, şehircilik ve ulaşım bağlantılarındaki hatalar, eğitimdeki niteliksizlik, hukuk yapısındaki siyasallaşma, sağlıktaki yetersizlik, siyasal çürümüşlük, komşularımızla bozulan ilişkiler, bütünsel ve çağdaş bir toplumu hedeflememiş, siyasi programın devrilmesinin kanıtlarıdır. Hele de Ortadoğu uluslarıyla savaşın eşiğine sürüklenmemiz ve de ne Kürt ne de Alevi kardeşlerimizle geldiğimiz diken üstündeki hal ortadayken! Her konuda ama her konudaki kalitesizlik paçalardan akarken!..
Devleti partileştirmiş, tüm kurumları partinin şubesine dönüştürmüş bir zihniyetten halkçı ve bütünleştirici bir siyaset modeli türemez olsa olsa kısa bir geçiş dönemi olur o kadar. Fakat sayın Bilgin sonuçta bir akademisyen, siyah olan bir rengin beyaz olduğuna inanması ve bizleri de inandırmak için bu yazıyı kaleme alması ilginç!
Siyasetin düzeyi, bir toplum ya da ülkede sorunluysa, çözümleri de sorunlu olur. Zihnimiz geliştikçe, muhalif tepkimiz büyür. Bilgimiz arttıkça eleştirel bakışımız keskinleşir ve tepkimiz derinleşir. Bugün ülkemizin temel sorunu, kitlelerin bir kesiminin nitelikli eğitim ile gelirden yeterli pay alamayışıdır. Bu kesimi temsil eden siyasi parti, bütün toplumun arzu ve isteklerini temelden çözme yerine o kitlenin gündelik ve yüzeysel tercihlerinin arkasına takılmıştır. Oysa bu çoğunluk güdümlü anlayış girişimleriyle, ekonomik sorunlar çözülemez ve başkasının yaşam biçimine saygı gösterilemez. Hayatın her türlüsüne saygı göstermeyenin, inancı da sorunlu olur. Ve bu çoğunluğun iktidarı, çeşitliliği yaşamın bir zenginliği değil kendine yönelmiş bir tehdit olarak algılar. Bu yüzden de çeşitliliğin zenginliğini hafsalası alamaz. Farklı yaşam biçimlerinden oluşan bir topluma saygı gösteremez.
Oysa her şey kaçınılmaz şekilde birbirine bağlıdır. Başkasının yaşamına tüküren kendi yaşamına tükürmüş olur!
Ve inanın değerli okurlar, makalenin sonuna yaklaştığımda tanımlama ve göndermeler Nasrettin Hoca fıkrasındaki “kedi burdaysa ciğer nerde, ciğer burdaysa kedi nerde” sözünü hatırlattı bana, o kadar!