Şimdilerde adı Aydıntepe olan Hart Nahiyesine, babam beni de götürmüştü. Faytonla derelerden, tepelerden geçip ovaya ulaşmak, bir çocuk için çok keyifli bir olaydı.

Nahiyede bir fotoğraf işi olmalıydı ki, babam, 9x13 cam makinesini, yedek üç dört şasepresi ve fotoğraf sehpasını da yanına almıştı. Makineye zarar gelmesin diye kucağında taşıyor ama, sehpayı ben tutuyordum.

Babamın eşyalarını taşımaktan büyük haz duyardım.

Bando herhangi bir merasimde olduğu zaman, babamın abanoz böm flütünün deri kılıfını da ben taşırdım. Hatta bir şehir yetkilisi beni tanıyamadığı için, kılıfı elimden almak istemiş, adama çok ağır ve ağıza alınmaz kelimelerle küfretmiştim.

Merasimlerde kılıf elimde hemen bandonun sağ tarafında, uygun adımla yürürdüm. Babam en önde ve şefti. Bando dururken flütünü çalar, yürüyüş nizamında şef çubuğu ile bandoyu yönetirdi.

Hart Cami'î'nin önüne öğle vakti ulaştık.

Nahiye Müdürü, adamlarını seferber etti. Bize yemek getirdiler. Bir Lor dolması yemiştik ki, halâ tadı şuurumun köşelerinde saklı. Yemeğin üstüne de Tahin Helvası yemiştik. Ben çocukken bu helvaya çok düşkümdüm, bir de helva hikâyem var. -Onu da müsait zamanda anlatırım.-

O arada bir köy çocuğu, kavakların kalın olan kabuğundan yaptığı bıçağı bana hediye etti. Bir yüzü beyaza yakın yeşil, içi beyaz bir kavak kabuğunu nereden bulmuşsa bulmuş, sapı, ağzı tamam dörtbaşı mâmur bir bıçak yapmıştı.

Babam kavak kabuğunun zararsız olduğunu düşünmüş olmalı ki, sesini çıkarmadı ve oynamama izin verdi.

İzin verdi de keşke mânî olsaydı. Üç çeyrek asırdır gözlerimden hayali gitmeyen, ilk dramı yaşamamış olurdum. Alt tarafı köylü çocuğa, kırılsa bile bıçağını iade etmiş, ben de hayat boyu sürecek bir azaptan kurtulmuş olurdum.

Yemek yediğimiz masanın üstüne Tahin Helvası kırıntıları dökülmüştü. Sinekler, bu tatlı kırıntılar üstünde dolaşmaya başladılar. Kavak kabuğu hediye bıçağımı küçük bir sineğe dokundurdum. Sinekçik tam ortadan ikiye bölünmez mi? Ve iki ayrı parça halinde kıvranmaya, vızıldamaya başladı.

Ben perişan olmuş ve ağlamaya başlamıştım. Babam hemen beni kucakladı ve kavak kabuğu bıçağı bir kenara fırlattı.

- O sineğin, bir canı olduğunu anladın mı? Ya büyük bir bıçak seni böyle iki parça etse ne olursun?

Kavak bıçağıyla iki parça olan sineği hiç unutamadım.

Evde ben yokken sinek ilâcı kullanılır. Onların kıvranmalarına dayanmam mümkün değil.

Ben hayatımda hiç balık tutmadım. Esasen hiçbir et çeşidini gönül rahatlığı ile yiyemem. Sadece yutarım ve bir an önce kurtulmak isterim.