Rumeli’de yorgun bir gramofon çalar,
Sen Hicaz faslında bekleyip durursun...

15-20 Nisan 2014 tarihleri arasında, Üsküp ve Kosova’da rüya gibi bir beş gün geçirdim. Derinden derine inleyen, ama vakûr, ama dimdik, için için kaynayıp, arasıra alevlenen, yorgun savaşçıların gramofonlarını dinledim. Bilhassa Ethem Baymak’ın  kurduğu, altın iğne ile çaldığı Osmanlı özlemi plâkları ile dağlanarak Hasret Vatan’da bir gün değil sanki cedlerimiz gibi beş yüzyıl yaşadım.

Daha Aralık ayında Sedat Murat Sert dostumuz, Ankara’dan telefon ederek bu programı ne zaman gerçekleştirebileceğimizi sordu. 15-20 Nisan arasını kararlaştırdık.

Seyahati, Yunus Emre Enstitüsü organize ediyordu. Nitekim Üsküp’teki Enstitü merkezinin başkan yardımcısı  Fuat bey ve Yunus bey havaalanında karşıladılar, otele yerleştirdiler. 

16 Nisan Pazartesi günü, Yunus Emre Enstitüsü’nün Üsküp şubesinde ilk sohbetimizi yaptık. Yahya Kemal’in bestelenmiş şiirlerinden eserler söyleyip çaldık. Kameralar, flâşlar, ses kaydedici cihazlar ve akıllı telefonlar açıktı. Program sonunda 2005 te Ohri’de gitar öğrencim olan Filis Mehmet yanıma geldi. Beraber resim çektirdik ve hasret giderdik.

Enstitünün Urfa’dan getirttiği bir usta’nın ağaç oymacılığı dersleri verdiği merkezi gezdik. Üsküp’lü genç bir kız nefis çerçeve oyuyordu.. Vitrinlerde ağaç oyma eserler sergilenmişti.

O gün Üsküp’ye iki toplantı daha yaptık. Üsküp’te bir belediye bölgesinin resmi dili Türkçe!! Sohbetlere Makedonya’da yaşayan Türkler’in yanı sıra, Türkçe öğrenmek isteyen Arnavut ve Makedon öğrenciler de katılıyordu. Zaten Makedonya ve Kosova’da herhangi bir kişi, üç dört dili konuşabiliyor. Türlçe, Arnavutça, Sırpça, Makedonca ve Avrupa dillerinin bazıları.

Vardar Nehri’nin üzerindeki köprünün korkulukları değiştirilip roma eseri havasına sokmuşlar. Köprünün eski Üsküp tarafına, Makedonyalı Filip’in devasa bir heykelini ve bir başka âbideyle İskender’in annesini tasvir eden heykeller yerleştirmişler. Köprüyü geçince de Büyük İskender’in âbidesini yerleştirerek, olamayan bir tarihî görüntü oluşturmaya çalışmış Makedonyalılar. Bütün bunları gölgede bırakan Minareler, hanlar, türbeler, hamamlar bilhassa sokakların dokusu, eski Üsküp’ün ihtişamını gözler önüne seriyor.

***

Fuat bey, Yunus bey ve Can bey ile otomobille Makedonya ve Kosova sınır kontrollerinden sonra Kosova toprağına girdik. Sanki Doğu Karadeniz Dağlarının arasındaki yollarda gidiyorduk. Yemyeşil ve pırıl pırıl ırmaklar, yollar ve tüneller.

Akşam saat 21.00 civarında Yunus Emre Enstitüsü’nün Prizren binası önünde başkan yardımcısı, bizlerin kısaca GAZİ diye düzenlediğimiz arkadaş karşıladı. Tabiî bütün Türklerde âdet olduğu üzere yemeğe alındık. Makedonya ve Kosova’’da bir kişiye üç kişilik yemek servis ediliyor. Benim iştahsızlığıma da bir türlü anlam veremiyorlar.

Azerbaycanda da aynı şey başıma gelmişti. Ricalarım boşa gitmiş yine tepeleme tabaklar önüme gelmişti…

Ertuğruk Karakuş, Üsküp’te görevli bir ilim adamımız. Bir Yahya Kemal ayaklı kütüphanesi. Şimdi arsa olan Yahya Kemal’in evinin bulunduğu yerden başlayarak, üstadın okula giderken takibettiği yolu ve yokuşu, oynadığı sahayı, annesinin defnedildiği hazirenin yerini, okuduğu topladığı bilgilerle anlattı. Eğer söylediklerini kitaplaştırırsa emsalsiz bir Yahya Kemal Monografisi ortaya çıkacak. Bana çektiği çok kıymetli resimleri de e-pota ile ulaştırdı. Bu aziz dostumuza minnettarım.

17 Nisanda Yunus Emre Prizren Enstitüsünde bir konuşma ve konser verdim. Konserimize Prizren Türk Birliğinden Yarbay ve çeşitli rütbelerdeki subaylar da katıldılar. İki Üç bin kilometre uzakta kalmış eski bir Osmanlı toprağında Mehmetçik’le beraber olmanın heyecanı ve gururunu anlatacak kelime bulmakta zorlanıyorum. Keşke vaktim olsaydı... Mehmet’lere bir Moral Konseri vermeyi çok isterdim.

Bizim GAZİ, gece gündüz yanımda idi, son derece dakik ve programlı bu arkadaş, gerçek bir dost ve organizasyon ustası idi. Prizren Melâmî tekkesinde ilâhîler dinledim. Prizren’de iki mûsikî derneği var. Biri: “Balkan Türk Müziği konservatuarı Derneği”  Bu derneğin başında Aluş Nuş ismindeki, Türkiyede de tanınan Yaylı tanbûrî ve bestekâr, derlemeci dostumuz yönetmen. Bana kitaplarını ve CD'lerini hediye etti ve bir de ekibiyle konser verdi. Balkan Türkülerinin yanı sıra Anadolu müziğine de âşinâ olan bir ekip. Aluş Nuş gerçek bir profosyonel. Beraberlikleri ve repertuarları çok güzel. Duymadığımız Balkan Türküleri var. 19 Nisan akşamı bana bir konser verdiler.

Şair-Ressam Dr.Ethem Baymak, tablolarının röprodüksiyonlarından yapılmış bir albümü, “Rumeli Yazgının İnce dalı” isimli şiir kitabını, “Türkçem Rumelinin Onur Kaynağı (Balkan Türk şiiri Üzerine İncelemeler)” kitabını imzalayarak hediye etti. Oralara kitap götüremediğime esef ettim. 

Son gün Priştine’ye hareket etmeden önce Edis Potori, nefis bir Prizren albümü hediye etti. Bir fotoğraf dehâsı olan Edis bey ile bütün programlarda beraherdik. Çektiği yüze yakın fotoğraf ve videolar disklere kaydedilmiş halde bende duruyor .

Önce Kosova Savaşlarının verildiği sahayı gedik. Daha sonra Şehit edilen Murâd-ı Hüdâvendigâr’ın iç organlarının defnedildiği türbe ve yanında kurulan lojman ve müzeyi gezdik.

Binanın önünde beşyüz yıllık bir dut ağacı var. Yıldırım ikiye ayırmış ama ağaç yaşamaya devam ediyor. Bu ağaç kara dut veriyormuş. Arkadaki ise beyaz dut veriyor. Binayı Zekeriya Bey yönetiyor, türbenin de sorumlusu o. Her yer yeni restore edilmiş tertemiz. Bursa belediyesi düzenlemiş. Orhangazi belediyesi de yaşlı ağaçların bakımını üstlenmiş.

Yazımı başta da söylediğim gibi, Ethem Baymak’ın eski gramafanu ile mâziye giderek, sonlandıracağım.

Bu şiir bir HASRET VETAN AĞITI’dır.

“Rumeli’de eski bir gramofon çalar
Sen Hicaz Faslı’nda bekleyip durursun
Kurtlar sofrasında bir dilim soğan ve tuz
Ve geçmişin mumları yanar Bizans kiliselerinde
Sonra bir ezan sesi Kosova  ovasından
Kovulmuş rüzgârlar getirir
Gelen atın üstnde o muydu yoksa?
Yoksa/ ıhlamur ağaçlarına konan kuşlar mıydı?
Ağır aksak bir tanbur taksimiyle
Vardar  sularında  Yahya Kemal dizeleri akıntıya kapılır
Bit pazarında fesime püskül bulurum
Saatime köstek yokmuş diyor kunduracı Silo
Bir zamanlar
Ah bir zamanlar…
Bu yerlerde
Taşın dibinden gül biterdi
Ölüye ağıt / geline türkü yakılırdı
Şimdi

………Rumeli’de yorgun bir gramofon çalar
……..Sen Hicaz Faslı’nda bekleyip durursun..."