Tarsus, 11’inci Karacaoğlan Şelâle Şiir Akşamları bu yıl, 17-21 Eylül tarihleri arasında yapıldı. Aziz dostumuz, Ahmet Özdemir’in tavsiyesi doğrultusunda, Tarsus Belediyesi yetkilileri, bendenizi de Bayburt adına şenliklere davet etti.
Tarsus, 11’inci Karacaoğlan Şelâle Şiir Akşamları bu yıl, 17-21 Eylül tarihleri arasında yapıldı. Aziz dostumuz, Ahmet Özdemir’in tavsiyesi doğrultusunda, Tarsus Belediyesi yetkilileri, bendenizi de Bayburt adına şenliklere davet etti.
Davetliler, yurtiçi âşık ve şairleri ve yurtdışı âşık ve şairleri olarak iki kısımda programlanmıştı. Kırgızistan, Kazan, kuzey ve güney Azerbaycan, Kırım, Başkurdistan, Gagavuzya, Bulgaristan, Kerkük, KKTC, Batı Trakya, Romanya, Hakasya, Makedonya’lı Türklerin bir arada, günlerce aynı mekânlarda yemek yemesi, hep beraber yapılan geziler ve gösterilerin aynı heyecan ve bir başka hasret duyguları ile izlenmesi; yıllarca ülkelerindeki Türklere baskı uygulayan ülkelerin yüzlerini iki kere kızartarak temaşa etmeleri gereken olaylardı.
Bir kere daha sabit olmuştur ki, Türk'ün dostu, yalnız Türk’tür. Ve dahi dünyada iki millet vardır. Türkler ve başkaları!
18 Eylül, Atatürk Anıtına çelenk konularak şölenler açıldı. 75. Yıl Kültür Merkezinde, Kürsüde Ahmet Özdemir, yanında bağlaması ve Karacaoğlan Türküleri ile Mustafa Tatlıtürk, Sazıyla-sözüyle Karacaoğlan adını verdikleri bir program sundular. Özdemir, zaman zaman bağlamanın aranağmelerinde Karacaoğlan şiirlerini okudu. Karacaoğlanın hayatını, efsânelerini, hangi şiirlerinin hangi vesile ile söylendiğini etraflıca, Mustafa Beyin fondaki bağlaması eşliğinde anlattı. Tarsus Berdan Şelâlesi’nin bitişiğindeki aşevinde yemek yenildikten sonra, gösterilerin yapıldığı mahalde, Tarsuslu şair ve âşıklar şiirlerini söylediler.
19 Eylül günü, gezi programı vardı. Bizi büyük bir temaşa bekliyordu. Çanakkale Savaşları'nın kaderini değiştiren, kahraman Nusret Mayın Gemisi, hurda halinde alınmış, parçalar birleştirilerek, İngiliz tezgâhlarından denize indirildiği günkü haline dönüştürülmüş. Kumanda odası, mayın dökme bölümü, top ve makineli tüfeklere yerleştirilen bahriyeli mankenleri, sanki o savaşı yapıyor ve bizlere yaşatıyordu. Bu büyük kadirşinaslığı tarif etmek imkânsız. Kahraman gemi, hem jilet olmaktan kurtulmuş, hem de bir âbide halinde, havuzunda Akdeniz nöbeti tutuyor.
Öğle yemeğinden sonra Ashab-ı Kehf mağarasını ve ziyaretgâhını gezdik. Bilhassa Yurt Dışından gelen Türk kardeşlerimiz, Ashab-ı Kehf’in ne demek olduğunu soruyorlardı. İşin acısı sıhhatli bir cevap yerine, uydurma cevaplar veriliyordu. Halbuki KEHF, mağara demektir. ASHAB, arkadaşlar. Mağara Arkadaşları, Yedi Uyurlar gibi anlatılan, bütün Semâvî dinlerce kutsal sayılan bir mekân. Hatta Ahmet Özdemir’in Karacaoğlan Kitabında, Karacaoğlan’ın bu mağaraya girip sırra kadem bastığına dair bir efsanenin de var olduğunu okuyoruz. Akşam, Tarsus dışından gelen âşıklar, şiirlerini okudular, atıştılar ve şölenlerini sona erdirdiler.
20 Eylül’de, Mersin, Silifke ve Adana gezileri yapıldı. Silifke Kalesi’ni görünce Evliyâ Çelebi’nin bu kale ile ilgili anlatımlarını düşündüm. Denizdeki Kızkalesi de hem yapılışı hem de efsaneleri ile İstanbul Kızkulesi ve Kleopatra’nın meyve sepetiyle gelen zehirli yılan tarafından öldürülmesi anlatımını yeniden dinledik.
Akşamki şölen, Yurt içinden davet edilen şairlere ayrılmıştı. Bendeniz üçüncü sırada yer aldım ve Karacaoğlan’ın bestelenen ve kıt’a sonları “Ben senin derdini çekemem gönül” mısra’ıyla biten şiirine yazdığımız nazîreyi okudum:
Gönülnâme
Bir günden bir güne uymadı işin,
Kurduğum dünyaya sığmadı başın,
Şimdi bak yetmişten ziyâde yaşım;
Ben senin derdini çekerim gönül.
Bileydim derdini nedir murâdın?
Tahtını sırçadan köşke kurardım,
Ferhat gibi kayaları delerdim;
Ben senin derdini çekerim gönül.
Bütün makamlardan beste bağladım,
Şarkıda coştum, seste çağladım,
Bulutta, yağmurda, siste ağladım;
Ben senin derdini çekerim gönül.
Sevdâmı dünyadan göçüremedim,
Ecel şerbetini içiremedim,
Sırat Köprünü geçiremedim;
Ben senin derdini çekerim gönül.
Kızıltuğ, âh eder anlamaz meram,
Nasihat kâr etmez, dinlemez ferman,
Böyle serâzâtı ister mi devrân?
Ben senin derdini çekerim gönül.
Bizlere sadece beş dakikalık zaman ayrılmıştı. Kalan zamanda, Nusret Mayın Gemisi’nin sağladığı heyecan ile Çanakkale Şikesteleri’mizi okuduk:
Başımı dayadım siper taşına,
Düşmanı cepheden aldım karşıma,
Allah Allah diyip bastım kurşuna;
Vatan Sevdâsına çektim tetiği,
Anafartalar’a yazdım kütüğü.
Siperden sipere tekmil verildi,
Mülâzim Hakkı Bey öne eğildi,
Karşıki tabyada düşman dağıldı;
Destan sevdâsına süngümü taktım,
Conk Bayırı’ndan sel gibi aktım.
Bayburt’tan gelmişem Akkoyunlu’yam,
Bengiboz pazulu koç boyunluyam,
Üç aylık evliyem, beş kayınlıyam;
Vuruldum, kabrimi derine oyun,
Balamın adını Mustafa koyun.
Hemserim Daşdan da yanıma düştü,
Mübarek toprağı sardı öpüştü,
Üçler, yediler, kırklarla görüştü;
Gümüş hamaylini geri yollayın,
Anası yalnızdır, köyde kollayın.
Bayburt Kal’ası’ndan üç şahin uçtu,
Çanakkal’ası’nda toprağa düştü,
Felek bize şehit libâsı biçti;
Anama söyleyin kara bağlasın,
Balamı büyütsün yiğit eylesin.
Düşmanlar bu bahar, çekilir gider,
Eceabat’taki ocaklar tüter,
Kabrimin üstünde çiçekler biter;
Elif’e yollayın rengine baksın,
Kınaya katsın da eline yaksın.
Fırat rahlesine bîkes oturdu,
Kalemini Akdeniz’e batırdı.
Kitaba kaydetti yazdı bitirdi;
Canımı verecek bir vatanım var,
Çanakkale boyda çok destanım var.
Gece sona erince, Karacaoğlan heykelinin küçük modelini ve Tarsus Belediyesi’nin teşekkür belgesini aldık.
***
21 Eylül Günü, Tarsus tarihî bir gün yaşadı. Azerbaycan’ın kahraman şairi Ahmed Cevad adına düzenlenen parkın açılışı yapıldı. Kurdeleyi kesenlerde biri de Ahmed Cavad’ın torunu Anar Ahundzâde idi. 1937 aydın katliâmında ruslar tarafından hayatına son verilen, Ahmed Cavad’ın suçlanmasına sebep, daha sonra Üzeyir Hacıbeyli’nin bestelediği “Çırpınırdın Karadeniz, bakıp Türk’ün bayrağına” şiirini yazması, Türkiye devleti taraftarı sayılması ve millîyetçi olması idi.
Ahmed Cavad, hayatını mefkûresi uğruna verdi. Torunu kurdelesini kesiyor ve şenliklerle dedesini bütün Türklerle beraber yâdediyor. Peki o katiller ve torunları ne yapıyor. Ebedî lânetlemelerle, yüzleri kaç kere morarıyor?
Şölenlerin son akşamı, yurtdışından gelen şairlere ayrılmıştı. Bilhassa Gagavuzya’dan gelen iki şaire ile Bulgaristan adına davet edilen Filibe doğumlu şairimizden örnekler vereceğim.
***
Gagavuzya’dan Dr. Güllü Karanfil’in şiiri şöyle idi:
Gagauzum
Bän – Türküm, bän bir Gagauzum,
Kaavi, girgin, serbest Oğuzum.
Çok zor çektim, düştüm. Kalktım
Ündüm hep dedeme baktım.
Unutmadım hiç dilimi.
Yakın dostum oldu atlar,
Tarla, toprak hem hayvanlar.
Hep işledi, ter döktüm,
Ekmek yaptım, buğday ektim,
Fidan diktim bir ev yaptım
Hem sevindim hem ağladım
Bän-Türküm, bän bir Gagauzum
Kaavi, girgin, serbest Oğuzum
Bir yol oldum vatanıma!
Bän-Türküm, ne mutlu bana!!!
***
Mütercim olup halen Ankara’da tahsilini sürdüren Gagavuz Ekaterina Ganeva ise, şölene şu şiiri ile katılmıştı:
Gagauz Yerimiz
Bizim güneşli hatırlı toprağımız,
Ko üç yıldızın bayrakta şılasın,
Geniş ürekli Gagauz halkımız
Serbest, kıymetli yaşasın yaşasın!
Haşlak kanımız, nicä dedelerin
Akma pelivan damarda başlasın.
Ana dilimiz şıralı hem derin
Halkınnan bile yaşasın yaşasın.
…
Olsun gagauz vatanı anılmış!
Duysun başkası—gagauz halkı var!
Açsın Gagauz Yerimiz tanınmış!
Yapêriz ana tarafı barabar!
***
Filibe doğumlu ve Bulgaristan adına davet edilen şaire Kadriye Cesur ise, şiirine ‘Göç’ başlığını koymuş:
Göç
Bitkin trenlerle yarışan düdük sesinden
Ve gözyaşlarından maya alıp,
Akasya kokusu dağıtıyor tren garımız,
Giderayak – anmalık.
Unutur mu kozasını boynumdaki ipek atkım?
Unutur muyum ben Rumeli’mi, boynumun borcuyken aşkı?
Yüzlerde kurudu gözyaşları –
Ülke haritasıdır her birinin izi.
Diller mi anne?
Diller hep göçmen dili kaldı.
…Ve şimdi anne,
Ben her gece –
Apak tülbentler asıyorum düşümde
Işıkları göçle sönen
Tüm evlerin pencerelerine.
***
Son gün programlarına katılan bariton sesli Azerbaycanlı sanatkâr, “ Çırpınırdın Karadeniz bakıp Türk’ün bayrağına” şarkısını davudî sesiyle icra etti. Arkasından, 80’li yıllarda Sabir Karger’in kasete okuduğu, bu günlerde “Anayurt Marşı” ismiyle anılan şarkıyı seslendirdi.
“Özbek, Türkmen, Uygur, Tatar, Azer bir soydur,
Karakalpak, Kırgız, Kazak hepsi bir soydur.”
Şarkı okunurken, yerinde duramayan ve iki elleriyle Bozkurt işareti yaparak şarkıya heyecanla katılan Kırgız,Tatar ve Azerbaycan gençlerinin verdiği görüntü hem düşündürücü, hem de Türk Dünyası’nın içte ve dışta nerelere geldiğinin göstergesiydi.
Yazılarımdan birine “Ayrılıklar Yamandır” başlığını yazmıştım. Türk Dilli, Türk soyuna mensup, ama başka ülkelerde yaşayan müstakil veya bağımlı kardaşlarımızdan ayrılmak kolay olmadı. Adresler, kartlar, telefon numaraları, mail adresleri alındı ve zor vedalaşmalarla 'görüşmek üzere' temennisiyle şehirlerimizin yolunu tuttuk.
Ayrılık akşamı Ahmet Özdemir’e ithafen bir şiir yazdım:
Karacaoğlan
-Ahmet Özdemir’e-
Ozan otağ kurdu Çukurova’ya,
Karacaoğlan’ın teli üstüne,
Onbeş yurdun Türk’ü gökçe saraya;
Karacaoğlan’ın dili üstüne.
Kimisi Türkmen’di, kimisi Kırgız,
Gagavuz, Hakasya ve Azerî kız,
Başkurt ilinden de bir âlim yıldız;
Karacaoğlan’ın ili üstüne.
Kafdağı oynadı, döndü yerinden,
Hazar ses vermede daha derinden,
Toroslar’ın yüksek zirvelerinden,
Karacaoğlan’ın seli üstüne.
Kimi Manas okur, kimisi Korkut,
Velidî Togan’dan dem vurur Başkurt,
Ahmed Cavad ile, Tukay da mevcut;
Karacaoğlan’ın eli üstüne.
Eke Vatanımdan ses gelir güm güm!
Kol kola vermişiz, ayırmaz ölüm.
Cennetlere döndü yüzyıllık çölüm,
Karacaoğlan’ın gülü üstüne.
Fırat kalemine, allar takındı;
Üç beyit, dört divan, destan okundu,
Varsak boylarından tele dokundu,
Karacaoğlan’ın külü üstüne.
Ekim 2012