Türkiye, dış politikada çok hazin bir mağlubiyeti yaşıyor. Üç yıl önce Orta Doğu’nun fatihi diye takdim edilen Başbakan Erdoğan, şimdi bölgenin her yerinde istenmeyen adamdır.

Türkmen yurdu Telafer bu vahşilerin eline geçti. 200 binden fazla kişi Telafer’den kaçıyor. Evsiz, parasız, korumasız bu insanların akıbetleri meçhul. Çoğu Türkmen, Türk... Bunlar yakındaki Rabia ve Sincar’a sığınmaya çalışıyor. Ancak, ne Sincar ne de Rabia, Telafer’den kaçan nüfusu kaldırabilecek kapasiteye sahip. Nitekim büyük bir insani dram yaşanmaya başlandı. Bölgedeki hava sıcaklıklarının son derece yüksek olması Telafer’den kaçan Türkmenleri olumsuz yönde etkiliyor. Su, yiyecek, ilaç ve barınacak yer gibi temel ihtiyaçların sağlanması yönünde zorluklar yaşanıyor. Duruma acilen çözüm bulunması gerekiyor.

Türkiye’nin dış dünyadaki itibarı AKP’nin on iki yıllık iktidarı süresinde bitirilmiştir. Şu anda Kahire (Mısır), Tel Aviv (İsrail), Şam (Suriye)’da Türkiye’nin büyükelçisi bulunmamaktadır. Bu üç merkez sadece Orta Doğu’nun değil, aynı zamanda dünyanın önemli siyaset mihraklarıdır. On yıl önce dış temsilciliklerimize kimse dokunamazdı. Bugün iktidarın çok yanlış, tecrübeden mahrum, hayali dış politikasıyla akıl almaz yanlışlar yapıldı. Gücümüz caydırıcı olmaktan çıktı.

Cumhuriyeti kuranlar hiç şüphesiz Orta Doğu’yu bugünkü siyaset adamlarının anlamakta aciz kalacağı kadar iyi biliyorlardı. Ateş denizlerini geçerek kurdukları Cumhuriyeti yurt içinde huzurlu, yurt dışında kuvvetli kılacak olan laikliğe bu sebeple sımsıkı sarıldılar. Laiklik konusunda asla taviz vermediler. Memleketin bugünkü haline baktığımız zaman onların ne kadar haklı olduğunu bir kere daha görüyoruz. Bugün mezhep ayırımcılığına dayanan terör örgütlerine yapılan bütün yardımlar IŞİD’in eliyle öldürücü bir silah halinde, Türk varlığına ve Türkiye’ye yönelmiştir.

Hükümetin “Açılım Politikası” devleti terör karşısında aciz hale getirdi. PKK mevzi üstüne mevzi kazanırken, kendilerine ateş açanlara cevap veren Mehmetçiklerin silahlarına el konuldu. Daha ne rezalet örnekleri var... Tabii içerideki bu zafiyet, iç cephenin çöküşü, dışarıya cesaret verdi. Türk adını törpüleyenler, tırpanlayanlar teröre karşı çarpışanlara “Biz de teröristleri tepelersek, bizi böyle muhakeme ederler mi?” dedirtti.

Türklük, Türk Dünyası hiçbir zaman bu kadar sahipsiz, çaresiz kalmamıştı. Irak Türklüğü darbe üstüne darbe yiyor. Musul, Kerkük işgal ediliyor, öz kardeşlerimiz Türkmenler silahsız, teşkilatsız, parasız IŞİD zulmü sebebiyle peşmergeye teslim ediliyor. Dışarıdaki terörist güçlere şöyle veya böyle yardım eden Türkiye, Türkmenlerin uğradığı zulmü sadece seyrediyor. Önce peşmerge zulmüne, sonra IŞİD kan içicilerinin örgütüne: Hükümet “Orada yaşayan soydaşlarımıza karşı yapılacak her hareket en ağır şekilde karşılığını bulacaktır, Türk varlığı bizim himayemizdedir” diyerek kükremedi.

Türkmen Cephesi lideri Ali Mehdi; “Eğer müdahale olmaz ise Kerkük düşecek. Dünyaya sesleniyorum, burada bir soykırım var. Göz göre göre insanlar ölüyor, Türkiye’den müdahale istiyoruz. 100 bin peşmerge bunların karşısında duramaz. Irak ordusu bunların karşısında duramadı. Artık bu terör örgütüne birinin dur demesi lazım” diye  feryat ediyor. Duyan yok!

Başından beri iktidarın, Irak diye bir sancısı sıkıntısı yoktur! Irak konusuna ve Türkmenlerin durumuna gerekli önem verilmemiştir. Oysa Irak hem bölgede çok önemli bir ülkedir. Hem de Türkmen nüfus sebebiyle Türkiye açısından ayrı bir önemi haizdir. Toptan yanlış, mantıksız, Suriye politikası ile bu ihmalkârlık birleşince bugünkü  çıkmaz noktaya gelinmiştir.

Türk dış politikası, devletin laik karakterine uygun olarak asla bölgenin mezhep hareketleri ve çatışmalarıyla ilgilenmemiştir. Ne yazık ki bu hükümet döneminde, bu devlet prensibi ihmal edilmiş ve Türkiye çok yanlış bir biçimde mezhepçiliğin içerisine sürüklenmiştir.

AKP yöneticileri “Türküm” demekten adeta kaçmaktadır. Sokullu Mehmet Paşa, Sırp asıllı bir devşirme çocuğu idi. Osmanlının sadrazamı mevkiine yükseldi. Ama nice Türkün hayal edemeyeceği hizmetleri gerçek kıldı. Bir gün  “ben Sırp’ım”, demedi. Siz Gürcü, Musevi, Kürt olabilirsiniz. Bu devlet, kökeninize bakarak sorumluluk vermiyor. Yeter ki hırsız, soysuz, ahlaksız olmayın. Önünüz açıktır. Sorumlu mevkilere gelebilirsiniz. Bu muhteşem hoşgörünün karşılığı nankörlük olmamalıdır. Tarih, Türk’e ihanet edenlerin akıbetinin felaket olduğunu gösteriyor. Unutmayalım; “nankörlük sevginin mezarıdır”, nankör insan her şeyin fiyatını bilir fakat hiçbir şeyin değerini bilmez...