Kopuz Çoğrafyası’nda epeyce farklı diller konuşulur. Hâkim dil Türkçe’mizdir. Ama bu coğrafyada bir dil daha vardır ki, herkes bu dilden konuşmak zorundadır. Bizim ısrarla vurguladığımız, ‘İkinci Dilimiz’ diye târif ettiğimiz Türk Musikisi! Bizim Musikîmiz, batıya doğru uzaklaştıkça değişir. Zevksizleşir. Yabancılaşır. Orta Avrupa’da tamamen yabancı kılığa bürünür. Güneye inildikçe, tesiri devam eder fakat basitleşir.

Kopuz Çoğrafyası’nda epeyce farklı diller konuşulur. Hâkim dil Türkçe’mizdir. Ama bu coğrafyada bir dil daha vardır ki, herkes bu dilden konuşmak zorundadır. Bizim ısrarla vurguladığımız, ‘İkinci Dilimiz’ diye târif ettiğimiz Türk Musikisi! Bizim Musikîmiz, batıya doğru uzaklaştıkça değişir. Zevksizleşir. Yabancılaşır. Orta Avrupa’da tamamen yabancı kılığa bürünür. Güneye inildikçe, tesiri devam eder fakat basitleşir.

Türk Musikîsi, en doğru ve eksiksiz haliyle Türk Dünyası’nda haşmetini sürdürür. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Makamlarımız, usullerimiz, en kolayından en karmaşık klâsik örneklere kadar; her duyguyu, her düşünceyi, her olayı güçlü musikî lisânıyla anlatacak imkânlara sahiptir.

Günümüzde bu imkânları tam anlamıyla kullanamadığımız doğrudur. Tıpkı bir okyanustan sadece bir bardak su alıp, onunla iktifa etmek gafleti içinde olduğumuz da doğrudur. Çoğunlukta olan bireylerimizin sanatımızı tanımadığı, tanıdığını iddia edenlerin çoğunun ilkel duyarlıkla algıladığı da doğrudur.

Ama bu doğruların karşısında, yerçekimi kadar gerçek, manyetik çekim kadar hakikî ve tabiatın gerçek seslerine dayalı bir sanat, şanıyla, şerefiyle hayatîyetini sürdürmektedir.

Türk Irkı’ndan gelen her bireyin, genetik kodlarında yaşayan bir sanat türüdür Türk Musikîsi! Başka milletlere mensup olanlar, asla ve kat’a beceremezler. Çalamazlar, söyleyemezler. Bu sanatı icrâ edebilmenin bir tek yolu vardır. Türk Irkı’ndan gelmek! Türk gibi hissetmek, duymak ve yaşamak şartı en öncelikli olaydır.

Kopuz Coğrafyası’nın dağları, ırmakları, gölleri, sözlü ve yazılı edebiyâtımızın en önemli menbâlarıdır. Dolayısıyla bu edebî yaratıcılık, Türk Musikî Sanatına da kaynak görevi yapar.

Düşüncemizi şöyle örnekleyelim. Türk Dünyası’nda iki nehir vardır ki, gerek edebî gerek musikî ürünlerinde, çok fazla yer alır. Aras ve Tuna!

Azerî Kültür Sahası’nda, Aras’ın anılmadığı şiir, mahnı, marş, hatta senfonik eser yok gibidir. Türkiye Kültür Sahası’nda da Tuna Nehri, şiirlerin, şarkıların, baş tâcıdır.

Hatta Türkiye Kültür Dâiresinden de Aras’a seslenen özlem pervâneleri kanat çırpmıştır…

Aman Aras, Han Aras,
Bingöl’den kalkan Aras,
Al Başımdan sevdâyı;
Hazar’da çalkan Aras!

Yüzyıldan fazla zamandır, elimizden çıkan Rumeli Vatanı için seçtiğimiz özlem âbidesi, Tuna Nehridir…

Akma Tuna akma, ben bir dertliyim,
Yâr peşinde geze, koşar, kara bahtlıyım.

Şunu vurgulamak istiyoruz. Bizim gibi hissetmek için, coğrafyanızı “Türk Gibi” yaşamak mecburiyeti vardır. Başka kökenden olanlar, mutlaka yüzüne, gözüne bulaştırır. İçimizde doğmuş olsalar bile…

Musikî ile uğraşmış olsa bile, Hüseynî Makamını idrâk edemeyenin Türklüğünden şüphe ederiz. Yabancı müziklere, kul köle kesilip, sanatımızı küçümseyenler vardır. Bunların mutlaka kanları bozuktur, karışıktır. Büyük Türk Denizi’nde eriyip, yok olmaları kaçınılmazdır.

Türk Sanatı son günlerde, bütün kültür değerlerimize karşı uygulana, hem içten, hem de dıştan hıyânete uğramaktadır. Bütün bunlar geçicidir. Türk Sanatı, çok güçlüdür. Bin yıllara direnerek günümüze ulaşmıştır. Yarınlar daha görkemli olacaktır.

Türk Dünyası, ortak paydada buluşacak, sanatına, kültürüne sahip çıkacaktır.
“Yarından daha yakın”da.