“Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti” diye başlar Orhan Pamuk’un “Yeni Hayat” adlı romanı; ister istemez düşünür insan, gerçekten bir kitapla insanın bütün hayatı değişir mi?
“Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti” diye başlar Orhan Pamuk’un “Yeni Hayat” adlı romanı; ister istemez düşünür insan, gerçekten bir kitapla insanın bütün hayatı değişir mi?
Büyük İskender’in yastığının altından hiç eksik etmediği iki silah varmış; kılıcı, bir de İlyada. Bilge Aristoteles’in bu ünlü öğrencisi, kılıçla çok kesmiş biçmiş ama o kitabı kılıca kırdırmamış hiç bir zaman.
“Gutenberg çağıyla birlikte insanoğlu hep kitaplarla düşüne gelmiş, kitaplarla koymuş ortaya düşüncesini.” Dolayısıyla; “günümüzün gerçek anlamda çağdaş ve düşünen insanı, okuyan insanıdır” diyebiliriz.
Bizler ise bu tezden payımızı almama konusunda dirençli çıktık! İspanya’da bir kişiye 143 kitap düşerken, bizde 5 kişiye 1 kitap düşüyor!
Neden mi?
Aslında çok nedeni var ama ben çoğunu görmezden gelip, yine bir çoğunu bilinçli olarak atlayıp, sadece bir noktaya kilitleneceğim.
Ve beyazperdenin, sinemanın, Yeşilçam’ın okuma alışkanlığımıza neler kazandırmadığına değineceğim!
Beyazperde kitap ilişkisini, Türk sinema tarihi denince akla gelen ilk isimlerden biri olan, kendi deyimiyle sinemanın “ağır işçisi” İtalyan asıllı Giovanni Scognomillo ile defalarca konuştum.
“Gerek evlerde ve ailelerdeki kitap özürlülüğü, gerekse de filmlerdeki bu kitapsızlık; üzerinde durulması, tartışılması gereken toplumsal kültür sorunudur. Bu ülkenin, bir kültürü varsa -ki var- peki kullanılıyor mu, oturup düşünmek gerek!”
***
Tam bu noktada, okura zihin cimnastiği gerektirecek bir soru sormak istiyorum! Yazıyı okumayı bu noktada bırakıp, bu sorunun cevabını düşünebilirsiniz…
İçinde kütüphane, kitaplık veya kitap bulunan kaç Türk filmi hatırlıyorsunuz?
Kütüphanede araştırma yapan bir aktör, kitaplığını karıştıran bir aktris veya kitap okuyan bir karakter oyuncusu!
Hollywood kütüphanesi!..
Hollywood filmlerinde ise bunun sayısız örneklerini görmek mümkün.
David Fincher’in yönetmenliğinde Oscar ödüllü, gerilim dolu ünlü film Seven’i anımsayın; bir dedektif polis, ardı ardına işlenen cinayetleri ve öldürme şekli ile mesaj veren katili anlayabilmek için bütün bir gecesini kütüphanede geçiriyordu, Dante’den Milton’a cehennemi ve büyük günahları anlatan pek çok eserden ipucu olabilecek kısımların fotokopisini alıyor ve genç dedektifin masasına bırakıyordu. İşte profesyonel böyle olur dedirtircesine!
Çünkü bir profesyonel hangi meslekte olursa olsun kitaba dayanmalıydı, kaynaklardan yararlanmayı bilmeyen işinin ehli de sayılamazdı! Carl Schultz imzalı Yedinci Mühür ise hızla tükenen bir zaman ve de kıyameti getirecek yedinci alâmetin beklentisini yayıyordu perdeye. Ancak o kitaptan okunan satırlar, tercüme edilmeye çalışılan bölümler, kütüphanelerde geçen saatler o kadar yoğundu ki, dünyayı kurtaracak bu hamile kadındaki araştırma zevkine gıpta ediyordunuz! Nehirlerin kana bulanması, çölün buz tutması ve ay renginin kırmızı olması bir tarafa, aslında filmde baştan sona Dante’nin bir kitabıydı anlatılan.
Gişe rekorları kıran filmin seyircileri, büyük bir heyecan ve gerilimin gerdiği gözlerle yedinci alâmeti bekleyedursun, bu arada Hollywood, bir taraftan dantel dantel Dante’nin kitabını işliyordu.
Yönetmen Richard Donne’nin çektiği “Komplo Teorisi (Canspiracy theory)” mesela; başrolde tıbbın net bir isim koyamadığı(!) bir tipi oynuyordu Mell Gibson. Filmin büyüleyen bir senaryosu vardı, izleyiciler filmin sonunda diğer başrol oyuncusu Julia Roberts’a bir şekilde kavuşan Mell Gibson’a seviniyordu. Fakat filmin başrolündeki diğer isim gözden kaçıyordu. Ne Mel ne Julia; filmin asıl aktörü George Salinger’in çeviri adıyla “Gönülçelen”iydi.
Ve o ilginç adamın ürettiği komplo teorilerinden rahatsızlık duyan gizli güçler, avlarını bu kitap sayesinde ve de kitapçı diyaloğuyla yakalıyorlardı.
***
Bu ve benzer bir çok filmi Giovanni Scognomillo’ya hatırlattığımda, “Gülün Adı”nı örnek veriyor; “Gülün Adı’nda kitap en önemli unsurdur. Bütün o polisiye olay kitap sayesinde çözülüyor, bütün o cinayetlerin sebebi de zaten o kitap. Filmin konusu direkt Eflatun’un kitabından gelişiyor.”
Stephen Sommers’in yönetmenliğindeki Mumya’da da, gelişen olaylarla birlikte Mısır pramitlerinde arkeolojik bir araştırmaya gelen üç ortaktan biri (Rachel Weisz) önceleri bir kütüphanede çalışmaktadır. Dahası bütün o asi güçlerin ve lanetli mumya müsveddelerinin tekrar hortlamasına neden olan da bir kitaptaki bazı sözlerin yüksek sesle okunması olacaktır. Harrison Ford’un Indiana Jones serilerinde de adamımız olan aslında bir bilim adamıdır ve vaktinin çoğunu bir kütüphanede geçirir.
Örnekleri çoğaltmak mümkün: John Grisham’ın romanından uyarlanan Pelikan Dosyası, Philip Noyce’nin yönetmenliğinde çekilen Kemik Kolleksiyoncusu (The Bone Collector) ve Jamie Blanks’ın çektiği Gerçek Efsaneler (Urban Legend)...
Giovanni Scognamillo bu durumla ilgili bir hatırlatmada bulunuyor; “Amerika’da sinema nasıl bir endüstriyse, yayıncılık da o derece endüstriyelleşmiştir.”
Kitap ve kütüphanenin yanı sıra, Hollywood ve dünya sinemaları çağın gidişatına göre gizli başrol oyuncularını büyük bir titizlikle seçiyor ve beyaz perdeyi istisnalar hariç mükemmel bir şekilde kullanıyor: Doğa, emek, dostluk, başarı, yardımlaşma, barış ve de teknolojik olan her yeniliği zamanına göre, yıldızların kostümleri altında başroller vererek topluma sunuyor.
Hababam sınıfı sınıfta kalmak zorunda!..
Türk sinemasıyla ilgili onlarca kitaba imzasını koyan “ağır işçi”, sıra Türk sinemalarına gelince bir itirafta bulunuyor; “Siz bu konuyu bana açtığınız günden beri düşünüyorum, acaba hangi Türk sinemasında kitap ya da kütüphane unsuru var diye, doğru dürüst bir örnek hatırlayamadım doğrusu!”
Yeşilçam’da ilk sırayı fakirlik edebiyatı yapan, ezik insan rolleri alıyor. Bir tür duygu sömürüsü! Sevdiğine aşk dolu, süslü seranatlar yapabilen ama bir türlü bir kitaptan pasajlar okuyamayan tipler!
Sonra sırayı; sert, zalime acımayan, iyi dayak atan ve hep haksızlıklarla karşı karşıya kalan esas oğlanlar alır. Argo sözlüğümüzün tıka basa dolmasını sağlayan esas oğlanlar!
Yeşilçam’ın en sevilen yapımlarından biri olan Hababam Sınıfı’nın tüm çekimleri bir okulda geçer fakat gariptir okulun bir kütüphanesinin olup olmadığı bile bilinmez! Üstüne üstlük ‘İnek Şaban’ tiplemesi bir yana, sınıfın okuyan öğrencisi de ‘inek’tir bu filmden sonra!
Hadi Rıfat Ilgaz kitabında kütüphane unsuruna yer vermemiş olsun; bu filmin bir kitaptan uyarlandığını bile doğru dürüst anlatamamıştır Yeşilçam, tıpkı Tarık Buğra’nın “Küçük Ağa”sı gibi, Reşat Nuri Güntekin’in “Çalıkuşu” ya da “Üvey Baba”sı gibi!
Giovanni Scognamillo yazar kahramanları hatırlıyor; “Gerçekten de çok garip, Yeşilçam filmlerinde bazılarının kahramanları yazardır. Cüneyt Arkın, Ayhan Işık ve Göksel Arsoy da oynadı yazarı; o filmlerde dahi kitap objesi kullanılmamıştır. En fazla çalışma masalarında, bir ya da bilemedin iki kitap gözükür, hepsi o kadar!”
Son dönemin, “artık kaliteli” diye lanse edilen sinema filmleri de ne yazık ki Yeşilçam’ın geleneksel alışkanlığından kurtulamamış. Kahpe Bizans, Hemşo, Asansör, Filler ve Çimen, Abuzer Kadayıf vs... Hiçbirinde bir kütüphane sahnesi ya da bir kitapçı veya bir kitap hatırlıyor musunuz?
Balalayka’nın sessiz ve içine kapanık abisi Uğur Yücel’in, bazen başı önünde düşünürken, bazen de bir kitabı çevirirken gözüktüğü sahneler ve de Vizontele’de kütüphanesiz bir beldeye atanan kütüphane müdürünün trajikomik öyküsü hariç!
Tunç Başaran’ın çektiği “Kaçıklık Diploması”nda kitap okuyan eski solcu ise eşinin rahatsızlığının artmasına neden olan sapkın eğilimli bir “doyumsuz”dur.
***
“Yeni furya bir tarafa 80’li yıllarda burjuva çevresine yönelik bol miktarda filmler çekildi” diyor Scognamillo; “Orada da kitabın en azından bir dekorasyon nesnesi olarak kullanıldığı pek görülmemiştir.” Neden, diye sorduğumuzda da tebessüm ederek şöyle diyor: “Kitap öğesi, kitaplığın önemi biraz da toplumsal istekten geçiyor. Avrupa’da kitaplıklar, babadan oğula kala kala zenginleşiyor. Bizde ise kitapla uğraşanların dışında, yani yazar ve yakınları hariç pek ilgilenen yok! Sinemanın içerisinde olan insanların dahi -en azından ben çevremden biliyorum- evlerinde bile kitap yok!”
Delikanlılığın balon yazarları!..
Ve dönelim beyazcama; kötü örnekleri uzun uzadıya saymaktansa az olan iyi örneklere değinelim: Bizimkiler, Mahallenin Muhtarları, Çiçek Taksi, vs... Milyonları ekran başına toplayan bu dizilerde dayanışma, dostluk, paylaşma ve unutulmaya yüz tutmuş değerler vardır, fakat kitaba düşkün, uğrak yeri kütüphane ya da kitapçı olan tek bir rol yoktur! Sadece “Bizimkiler” dizisinde bir kitap düşkünü şair vardır ve o da sıkıcı bir tip olarak verilmeye çalışılır izleyiciye!
Son dönemde de yakışıklı, güçlü ve de delikanlılığın kitabının yazarları oturdu senaryolara; delikanlılığın kitaba ihtiyacı var mıdır bilinmez ama bölümlerce sürdüklerine göre kalınca bir kitap düşlüyor insan ve gençlik bu “olmayan” kitaptan delikanlılık jargonu adına çok şey öğreniyor!
(2010’a özel ek: Ezel’in dayısını oynayan Tunçel Kurtiz’i ve okuduğu şiirleri es geçersek; edebiyat eseri olan Hanımın Çiftliği, Yaprak Dökümü ve Aşk-ı Memnu gibi dizi furyasına transfer edilen kitapların her bir sayfası vicdan azabı çekmeye devam ediyor! Ama seyirci, bu diziler sayesinde ünlü yazarlarımızın bir çoğunun sevişme ve aldatma gibi ulvi değerlere çok kafa yorduğunu artık benimsemiştir! Yine de tüm olumsuzluklara rağmen bu dizilerin okuma alışkanlığımıza sağladıkları katkıyı bulmak umuduyla, kısa bir araştırma yaptım ve şaşkınlıkla öğrendim ki, milyonlarca seyirciye ulaşan, rayting rekorları kıran bu eserler yeni bir baskı yapma şansı dahi yakalayamamışlar!)
“Caesar and Cleopatra”
Dünya yazınının ünlü ustalarından Jonathan Swift, 1704’te yayımladığı “Tale of a Tub” adlı kitabının girişinde “... çağımızda, okuyup düşünmek sıkıntısına katlanmadan bilgin ya da aydın geçinmenin daha kestirme, daha uyanıkça bir yöntemini bulduk ...” diyerek tesbitlerini sıralıyor, bizde olanlar ünlü yazarın sıralamasına göre biraz hafif kalacağından sonrasını boş bırakalım!
Yine çağın büyük yazarlarından Jorge Luis Borges denemelerinin birinde, insan düşüncesinin evriminde kitapların yerini şöyle belirtiyor: “İnsanın türlü araçları arasında en şaşırtıcı olanı, hiç kuşkusuz kitaptır. Mikroskop ile teleskop, görme yetimizin uzantısıdır; telefon sesin uzantısıdır; saban ile kılıç insan kolunun uzantısıdır. Kitap ise bambaşka bir şeydir: İnsan belleği ile düşgücünün uzantısıdır.”
Bernard Shaw’un “Caesar and Cleopatra” adlı oyununda, ilkçağın ünlü İskenderiye kitaplığı, insanlığın belleği diye anıladursun, bizler delikanlılığın, sevişgenliğin kitaplarını yazanların örnek olduğu nesille 2010’a kadar geldik!
Sonuç ortada; İspanya’da 1 kişiye 143 kitap, Türkiye’de 5 kişiye bir kitap!
Son söz “Sözün Ötesi”ni anlatan Akşit Göktürk’ün; “...bir toplumun esenliğinde en belirleyici etken, okur-yazarlık oranının da ötesinde, okuyan yurttaş sayısıdır. İnsanoğlunun en etkili özgürleşme yoludur okumak. Elimizin altındaki, değerini pek azımızın bildiği, mutluluk olanaklarından biridir. Her yüzyılda olduğu gibi bu gün de, aydınlanma yolunda, okumanın yerini tutacak bir seçenek daha yoktur. Gutenberg çağı bütün görkemiyle sürüyor daha. Okuyanlarla sürüyor...”
KOMEDİ; Bu yazıyı 2000’li yılların başında kaleme almıştım. Aslında bir kitap projesiydi ama araya yorgunluk girdi, yarım kaldı. Sağolsunlar; İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı, yazının telif haklarını satın almış, yazıyı bir belgesel filmle destekleyerek, çeşitli üniversiteleri ve sinema okuyan öğrencileride projeye dahil ederek, 1 hafta süren bir sempozyum programına dönüştürmüştü. Bu kapsamda çeşitli üniversitelerde filmler gösterilmiş, etkinlik; yönetmen, sinema eleştirmeni ve yazarlarından oluşan bir grup konuşmacının Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde bir araya geldiği panelle sona ermişti. Lakin, yazının içeriği anlaşılamamıış, "Kitapsız Yeşilçam” başlıklı bu yazı “bize kimse kitapsız diyemez” açılımı eşliğinde, ünlü yönetmen ve aktörler tarafından kınanmış, çeşitli suçlamalar eşliğinde yerin dibine sokulmuştu!
TEŞEKKÜR; Bu yıl Bayburt Gençlik Spor İl Müdürlüğü ile birlikte Kop Kayak Merkezi’nde gerçekleştirdiğimiz Dursun Bozkurt Ustalara Saygı Kupası 2010’a katkılarından dolayı Bayburt Valiliği’ne, Bayburt Belediyesi’ne, İl Özel İdaresi’ne, STK’lara, Bayburt Gazeteciler Cemiyeti ve basın mensuplarına, ulusal basın temsilcilerine, organizasyona katılımlarından dolayı Basın İlam Kurum Genel Müdürü Mehmet Atalay’a, Türkiye Üniversite Sporları Federasyonu Başkanı, Dünya Üniversite Sporları Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Kemal Tamer’e, organizasyonda emeği geçen tüm sporcu arkadaşlarıma, bizleri yetiştiren, bizlerde emeği olan hocalarımıza, Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden sadece bu organizasyona katılmak üzere Bayburt’a gelen misafirlerimize, sunucusundan ses sistemine kadar tek bir isteğimizle bizimle olan tüm vefakar dostlarımıza, desteğini esirgemeyen Eren Birlik’e ve burada saymayı unuttuğum tüm Bayburtlulara teşekkürü bir borç bilirim…