Emin Bey’i, radyo koridorlarında görürdüm. İyice emin olmak için, Hulki Aksoy’a sordum. O, tasdik edince Emin Bey’i iyice tanımış oldum.

1973 yılı, Cumhuriyetimizin 50. Kuruluş yılı olduğu için, Kaynak Kitaplar yayınevi, 1923-1973 Ansiklopedisi adıyla bir yayına hazırlanmıştı. Bu Ansiklopedinin müzik maddeleri bana verilmişti.

Emin Hoca ile İcra Heyetinde saz arkadaşı idik. Her gün beraber çalışıyorduk. Bana randevu verdi. Üsküdar Mûsikî  Cemiyetine gelmemi söyledi. Fotoğraf makinelerimi, UHER küçük teypimi, mikrofonlarımı yüklenip Doğancılar’daki Cemiyet merkezine gittim. Aksilik bu ya yeni binanın bir yerlerinden sular damlıyordu.

Masasının karşısına oturdum, UHER’i açtım bir bant takmaya başladım.

Emin Bey:
- “Teype almaya lüzum yok.” dedi ve birini çağırdı. “Bizim Cemiyetin tanıtım kitapçığından bir tane getir beye ver.” Dedi.

Kitapçığı aldım âletlerimi toplayıp çıktım. Çok kızmıştım. Halbuki ona, Darü’l Feyzî Mûsikî Cemiyetini, Mızıkalı Celâl Bey’i, Bestekâr Ziya Bey’i, Arap Cemal’i, Edip Nâzım Bey’i soracaktım. Bir hayli çalışmış ve Üsküdar Mûsikî Cemiyeti hakkında bilgi toplamıştım.

O günlerde konservatuarlarda Türk Çalgıları öğretilmiyordu. Meraklılar, iki kuruluşa sığınıyordu. İleri Türk Mûsikîsi Konservatuarı Derneği ve Üsküdar Mûsikî Cemiyeti.

Üsküdar Mûsikî Cemiyetinde eserler meşk usûlüyle çalışılıyordu. Halbuki Bizim Dernekte, Solfej, Nota, nazariyet,Usul, repertuar çalışması, Konservatuar disiplini uygulanarak yürütülüyordu.

Üsküdar Mûsikî Cemiyeti, radyoya ve piyasaya çalgıcı ve şarkıcı esnafı yetiştiriyordu; İleri Türk Mûsikîsi Konservatuarı ise, Hüseyin Sadettin Arel  prensiplerine göre eğitim yapıyordu. Nitekim ilk Türk Mûsikîsi Konservatuarı ve YÖK kanunundan sonra Üniversitelere bağlı konservatuarlarda tedrisat Arel prensiplerine göre düzenlenmiştir. Bütün Notalar, Arel kurallarına göre yazılır. Okunur ve tedris edilir.

O günlerde, ben dahil bir kısmımız, M:T:T:B: nin Cağaloğlu’ndaki binasında, çalışmalarını sürdüren,  a-capella HULÛSİ OKTEM KOROSU’nda da yer alıyor ve çok sesli çalışmalara katılıyorduk. Hatta bu koro Marsilya’da 1963 dünya birincisi, 1964 yılında Fransa Ruan’da dünya ikincisi, 1965 te İstanbul’da  dünya üçüncüsü olmuştu. Nedim V.Otyam’ın yönettiği koronun çalışmaları, elemanların toptan İstanbul Opera Korosuna geçmesi sebebiyle son bulmuştur.

CİNÂYET  KEMANI

Yapı-Kredi  Bankası, 1972-73  yıllarında, Uzunçalar yapmak için Münir Nurettin Selçuk Bey’le anlaştı. Zicirlikuyu  Tiyatrosunun sahnesi, sun’î köpükle kaplanarak, sağlıklı ses  kaydı  güyâ sağlandı. Bir  Revoks marka teyple sesler banda alınıyordu. Halbuki  o yıllarda, Ampex cihazlarını kıllanan stüdyolar  vardı. Neyse. Band kayıtlarının sorumluluğunu da Sadun K. Aksüt üstlenmişti.

Necdet  Yaşar, Niyazi  Sayın, Hasan  Erkoç, Emin  Ongan, Cahit Peksayar, Himi  Rit ve  ben  saz  kadrosunu  teşkil  ediyorduk. Tamay Gökçetin, İpek  Birgül, Selma Ersöz, Yurdagül  Eroğlu, Gülseren Güvenli, Özdal Kale (Orhon), Mefharet  Yıldırım  da  Münir  Bey’e eşlik  eden  hanım  sesleri  olarak  seçilmişti.

Her  Perşembe  öğleden  sonra  tiyatroya  gidiyor, bantları dolduruyor, 250  lira  ücretimizi  alıyordukk. Bu  para  aylık  resmî maaşımızın  yarısı  idi. Pek  de  hoşumuza gidiyordu. Bu ücretler o zamanki anlayışa  göre  aynı  zamanda te’lif  hakkı  sayılıyordu. Nitekim  Yapı-Kredi,Uzunçalarları  bastı. Kaset  teknolojisine geçilince, plâklar kasetlere  aktarıldı. Yakın  zamanda, Banka  bu kayıtları  CD lere  aktarmış  ve  hâlâ  de  satıyor. Bize  ödenen paralar, bir  kereye  mahsus kabul edilmiş, mükerrer baskılar  için kayıtlara ödeme  yaparak  yeniden  yayınlamayı akıllarına bile getirmemişlerdi. Tabiî, hiçbirimiz bir  hak  talep etmedik. Bankanın da  işine  geldi  bu  çift katlı  ekmek  kadayıfı!

İlk  gün  tiyatroya  gittiğimizde, Münir  Bey, sun’î  köpükler üstünde  bata-çıka yürürken  “Burası ay yüzeyine benzemiş” diye gülümsedi.

Çalışmaların  birine  Necdet  Yaşar  geç  geldi. Münir  Bey, hiçbir  şey  söylemedi  ama, tavırları  ile  hoşnutsuzluğunu belirtti.

Ben  bir  aralık  Necdet  abiye, “Âbi  nasılsın?” dediğimde “Hiç  iyi  değilim, üstad  bana  gızdı  galiba?”

Bir tehlikeye sebep olmamak için hemen  sustum. O günlerde  de Necdet  Yaşar’a ters  bakana  düşman  kesilirdim. Kim  olursa  olsun. Aslında  halâ öyleyim  ya? Bir dinlenme  molası  verildi. Biz  Necdet  Abiyle, tiyatronun  koltuklarına  oturduk. Ben  teskin  etme  telâşı  içinde ve  çok  endişeliydim. Niyazi  Sayın  da  yanımıza  geldi. O günkü çalışmada, Emin  Ongan’nın  yanına  düşmüştü.

- Yahu  Necdet, dedi. Biz  çalışmalardan evvel bu Emin  Bey’in kemanının  akordunu  biraz  bozalım. Perdeleri  yanlış  bastığı  için bozuk  akordda  çalarken  sesler düzelir.

- Niyazi, dedi. Ben  bir  tarihte  cinayet  romanı  yazmayı tasarladım. Ama istiyordum ki, cinayetin işleniş şeklini  kimse çözemesin. Ölenin ölüm sebebini hiçbir doktor teşhis  edemesin! Zehiri düşündüm, Agatha Christi  hepsini  kullanmış. Havagazı, elektrik, yangın, su, ateş  hepsi  kullanılmış. Aslan, kaplan, fil, gergedan, kedi, köpek, fare, sıçan, yılan, çıyan, akrep, tavşan  bile cinâyet  silâhı  olmuş. Kıvranıp duruyorum. Gece  uykularım  kaçıyor.

Bir gün  radyoda  neşriyattaydık. Emin  Bey’le  yanyana çalıyorduk, seslere  o  kadar  kötü  basıyordu ki, kalbim  duracak gibi  oluyordu. Birden  kafamda  bir  şimşek çaktı. Yayına ara verilince  Arschimedes gibi ayağa fırladım. “ Buldum, buldum!”, diyerek   Haykırdım. Arkadaşlar:

- Neyi buldun yahu? diye şaşırarak sordular.
- Romanın  sonunu!
- Eee  nasıl  bitecek  roman?
- Adamı bağlayıp  ormana  bırakacağız. Bir  saat  Emin  Ongan’nın kemanını dinleteceğiz. Adam kalpten gidecek. Teşhis de konulamayacak!
Halûk  Recâî:
- “Ne bir saati? daha  kemanın kutusunun  kapağı  açılır  açılmaz adam  öbür  dünyayı  boylar” diye  ekledi.

Gergin  hava  yumuşamış  hepimiz  gülmeğe  başlamıştık. Neşeyle yerlerimizi  aldık  ve  çalışmaya devam ettik. Tabiî  Necdet  Abi roman  filân  yazmadı. Emin Bey kötü de çalmazdı. Arkadaşlar gülmek için hikâye uyduruyorlardı.  Necdet Yaşar daha sonra  “HİCVΔ mahlâsıyla üçer satırlık Hicivler yazdı. Çoğu bende, yayınlamama izin vermiyor.  Ben de onun  çırağı olduğum  için, Çırak  Hicvî’yi benimsedim. Gülüşür dururuz.

KAŞIMA  BAK

İcrâ Heyeti konserlerinde, Münir  Bey, kendine  ait  eserlerin bazı  yerlerini, akorlu  ister  ve  işâret ederdi. Ben, gizlice Emin Bey’e  bakardım. Kaşı  hafif  kalkıksa  işi yavaştan, kaş  normalse, itidalle çalardım. Bilhassa kemancılar, viyolonselden çekinirlerdi. Hakları  da  vardı. Beş   kemanı  bir tane  viyolonsel kapatabilirdi. Bizim Emin Bey’le  Kaşlaşmamızı  gören  Niyazi  Sayın, “ Dinleme onları. Kuvvetli  kuvvetli, , bildiğin gibi  çal” Derdi . Bana  dağlar gibi  destek  verirdi.

Bazı  hallerde, ben  görmezlikten  gelirdim.  Fakat, Hilmi  Rit, gözünü  Münir  Bey’den  ayırmadığından, işaretle beni ikaz ederdi. İstenileni yapardım. Emin Bey’in kaşı oynar “Ne yapalım, şefimiz  öyle istemiş.” Mesajını  geçerdi.Canım  Emin Bey, ruhu rahmet istedi galiba?


EMİN ONGAN (1906 - 2.2.1985) Edirne'de doğdu. Babası Cerrah Kolağası Ahmet Bey, annesi Çaplıoğlu zadelerden Zehra hanımdır. Edirne Sultanisini bitirmiştir. 1936 yılında Tekel İdaresinde memuriyet hayatına başlamış ve 1951 de idareden Muhasebe Tetkik Kısım Amiri olarak emekli olmuştur.