Gönül verdim bir civâne, aşkından oldum divâne. Gel efendim kıyma câne, ben seni vermem cihâne. Kaçma benden gönül sende, oldukça bu canım tende. İnsaf eyle kuzum sen de; ben seni vermem cihâne. Aramızda cüdâlık var, kuzum sende gedâlık var. Bizde her bâr vefâlık var; ben seni vermem cihâne.

Gönül verdim bir civâne, aşkından oldum divâne. Gel efendim kıyma câne, ben seni vermem cihâne. Kaçma benden gönül sende, oldukça bu canım tende. İnsaf eyle kuzum sen de; ben seni vermem cihâne. Aramızda cüdâlık var, kuzum sende gedâlık var. Bizde her bâr vefâlık var; ben seni vermem cihâne.



Sırma saçlı bir civândır,
görmeyeli çok zamandır. Âşıkın hali yamandır; ben seni vermem cihâne.



Sultan Üçüncü Selim’e ait olan bu Hüzzam şarkı, köçekçe ve oyun havalarımızın usûlünde bestelenmiştir. Üstün bir zevk ve musikî anlayışının ürünüdür. Yaklaşık 210 yıl önce yapılmıştır. Bir benzerini Dede Efendi bestelemiştir ki, yazımın devamında onu da kaydedeceğim.



Şarkının güftesi, Karacaoğlan, Dertli veya âşık Ömer’in deyişlerini andırmaktadır. Hece vezninin ve Halk şiirimizin bütün kurallarını taşımaktadır. Günümüzdeki konuşma ve yazı dilimiz açısından son derece açık, seçik ve samimîdir. Tanzimat sonrası batı edebiyatı tesiriyle, şiir söyleyen şâirlerimizin hepsinden daha anlaşılır ve sâde bir üslûpla söylenmiştir.



En çarpıcı olan da bu sâde ve güzel şarkının saray ortamında bestelenmiş olmasıdır. “Sözlerinin anlaşılmadığı” gerekçesi ile Klâsik müziğimizi suçlayanlar, opera aryalarını, kantatları, oratoryoları ne kadar anlıyorlar? Kim bu yüksek yüksek anlayışlı zatlar? İki adım öne çıksınlar da söyleşelim.



Ara nağmesi ve hareketliliği ile dillerden düşmemesi gereken bu şarkıyı, uzmanlar dışında halkımız unutmuştur!



Klâsik Musikîmizin bu örneğine yaklaşacak hangi şarkıyı gösterebilirsiniz?



Bazen yeni ve sudan eserleri tenkid edince dostlarımız alınıyor. Emin olunuz biz kimsenin hakkını teslim etmekten geri kalmayız. Ama beste ve şarkı diye, hem de resmî kurumları bilerek veya bilmeyerek aldatanları da hoş göremeyiz. Ya iyisini yaparlar, ya da “Zaman Sultan’ın” kendilerini daha hayattayken silip süpürmesine razı olurlar!



***



Ey gül-i bâğ-ı edâ,

Sana oldum müptelâ,

Gel bana eyle vefâ;

Sana oldum müptelâ.



Sevdiğim saydığım,

Sana oldum müptelâ.



Aman ey nev-res fidan,

Yandı canım el-aman,

Bu sözüme gel inan;

Sana oldum müptelâ.




Hamamîzâde İsmail Dede Efendi’nin bu Hüzzam şarkısı da Üçüncü Sultan Selim Han’ın şarkısı gibi dokuz sekizlik usûlle ölçülmüştür. Son derece şuh ve hareketlidir. Güftesi de sanki âşık Emrah veya Sümmânî’nin sazından süzülmüş kadar sâde ve günümüz konuşma diline yakındır. Dede Efendi’nin denemediği mûsikî formu kalmamıştır. O kadar ki, bir Eviç şarkısı, Rumca güftelerle gayr-i Müslim muhitlerde söylenmiştir.



Şarkı aranağme ve gider yönünden çok akıcı ve mükemmeldir. 60 sonrası uydurulan şarkıcıkların tamamı aranağmesinin bir ölçüsü etmez.



Bir musikî eseri sadece kulağa çarpıp geri yansımamalıdır. Dimağa hitap etmelidir. Daha iyisi, kalbe inmelidir. Mevcut kültür altyapısına katkıda bulunmalıdır. Böyle seçkin besteler yapacak güçte bestekârlarımız vardır. Onlar, Erich Maria Remark mantığı ile “ Ölmek niçin, kimin için?” felsefesine sığınmış, kendi dünyalarının uzletini yaşamaktadırlar. Bu, şiirimizde de edebiyatımızda da böyledir. Zevksizliğin zevk olmaktan çıkarılıp, sağduyunun hâkim kılınması kültür hareketlerinin itici gücü olmalıdır.



***



Lâle Devri bestekârlarından. Şâir ve bestekâr Tanburî Mustafa Çavuş’un Hüseynî şarkısı, yine 9/8 aksak usûlü ile ölçülmüştür. Günümüzdeki şarkı anlayışının – tabiî ki, sanat değeri olanları kastediyoruz - ilk örnekleridir. Güfte açısından, duru bir İstanbul söyleyişine sahiptir. Mustafa Çavuş’un zamanının en meşhur bestekârlarından biri olması, halkın konuştuğu kelimeleri bize aktarması bakımından çok önemlidir. Sözlüğe başvurmadan, üç yüz yıl önce bestelenmiş bir şarkının Sadettin Kaynak kadar anlaşılır söyleyişe sahip olmasının üzerinde düşünülmelidir. 1800 ile 1900 yılları arasında bestelenen pek çok şarkı, lügat bakımından daha ağırdır. Mustafa Çavuş’un Hüseynî şarkısını aşağıya alıyoruz.



Bir dilberdir beni yakan

Gurbet oldu bize vatan

Yâr semtidir şimdi mekân

Ah kuzum, ah gözüm sabredemem



Gel gel gel aman aman

Zârif dostum sevdiğim

Gel aman aman



İki kaşın arasına yapıştırsam

Mecnûn olsun zer-nişân




Mustafa Çavuş’un yine 9/8 lik aksak usûlinde bestelediği Hisarbuselik şarkı ise, başlı başına bir değerlendirme konusu olmalıdır. Esasen Fuad Köprülü, Saz Şâirleri kitabında, Mustafa Çavuş’a yer vermiş, “Tanbûri” mahlâsını tesbit etmiştir. Ayrıca bu şarkının güftesi Hıfzî mahlâslı şâire aittir. Çavuş, diğer eserlerinin güftelerini kendisi söylemiştir. Onun Hisabûselik şarkısı şöyledir:



Dök zülfünü meydâne gel

Sür atını ferzâne gel

Al daireni hengâme gel

Bülbül senin Gülşen senin



Yâr yâr amman amman

Âşıkının hayli zaman

Dil Muntazır teşrifine

Gel amman amman



Verdin cevap unvan ile

Yaktın sînem Sûzan ile

Müştâk sana bin can ile

Bülübül senin gülşen senin



Yâr yâr amman amman

Âşıkınım hayli zaman

Dil muntazır teşrifine

Gel amman amman




Bu şarkının bir benzeri günümüze kadar bestelenememiştir. Yalnız, yirmili yıllarda UdÎ Nevres Bey, şarkının meşhur aranağmesini besteleyip ilâve etmiştir. Nevres Bey o kadar başarılıdır ki, kendisi adeta Mustafa Çavuş’un şiir ve mûsikî dünyasına tayy-i mekân etmiştir. Bu aranağme çalınmadan şarkı düşünülemez olmuştur.



Bu çeşit güzellikler başka şarkılarımızda da vardır. Fehmi Tokay’ın “Aman cânâ beni şâdet” mısra’ı ile başlayan Buselik şarkısının aranağmesini Alâeddin Yavaşça üstâdımız yapmıştır. Mustafa Nâfiz Irmak’ın şaheseri “Sebep sensin gönülde ihtilâle” mısrâ’ı ile başlayan Şevkefzâ şarkısının aranağmesi de Niyazi Sayın ağabeyimizin dehâsının eseridir.



Mahmut Celâlettin Paşa, Nedim’in koşmasından bir Hüseynî şarkı bestelemiştir.



Sevdiğim cemâlin çünki göremem

Çıkmasın hayâlin dil-i şeydâdan

Hâk-i pâye çünki yüzler süremem

Alayım peyâmın bâd-ı sabâdan




Bu şarkının üçüncü mısrâ’ındaki “hâk-i pâye” terkibi bazı işgüzarlar tarafından budanıp “Bastığın yerlere” şekline dönüştürülmüştür. Mahmut Celâlettin Paşa zevkinin bu değişikliği yapacağına inanamam.



Fehmi Tokay, Âşık Emrah’ın şiirinden Bir Hüseynî şarkı vücuda getirmiştir. Şarkı, hem tasavvufî ögeler taşımakta, hem de Halk Zevkini yansıtmaktadır.



Tutam yâr elinden tutan

Çıkam dağlara dağlara

Olam bir yareli bülbül

İnem bağlara bağlara



Birin bilir, binin bilmez,

Bu dünya kimseye kalmaz,

Yâr ismini desem olmaz,

Düşer dillere dillere.



Emrah eydür bu günümdür,

Arşa çıkan tütünümdür,

Yâre varacak günümdür,

Düşem yollara yollara.

Yazıma aldığım şarkılarımız, Türk Mûsikîsini, Halk Musikîsinden ayrı düşünmeye zorlayanlar için çarpıcı örneklerdir. Her iki musikî dalı et tırnak misali birbirini tamamlar. Yalnız bir şartla ki, dümbelekli, bas gitarlı, klavyeli ve akodeonlu halk musikîsine karşı olduğumuzu da açıkça belirtiriz. Bu tür fanteziler, makamlarımıza zarar verir. Sevgili bağlamamızın üslûbuna uygun icrâlarla kullanılmasının önemi göz önünde tutulmalıdır.



Bazı yayınlarda, sanatçılar çok seslilik adına, ikinci ve üçüncü sesler ekleme hatasına düşüyorlar. Ne kadar komik düştüklerini, kayıtları dinlerken anlamayacak kadar fantezi ve moda merakı, ne klâsik müziğimize ne de halk müziğimize yakışmıyor.

- - - - -