Ankara'da karanlık bir gece. Sesleri duyuldu ilk önce. Cebeciden başladım takibe... Kaleye kıvrılan Arnavut kaldırımı taşından döşeli tozlu yollarda, önümde bir gölge. İçim geçti ürperdim ilk önce. Sordum kendime kime ait bu gölge diye. Yollar kıvrım kıvrım uzadı önümde, gölge yürüyor, ayak sesleri
"gel" diyordu kulağıma fısıltı ile. Bir ara duraksadım sigara yakıp sordum kendime, kimin bu gölge diye. Yoksa Ahmet Hamdi Tanpınar mı? diye iç geçirdim öylece.
Sokak lambaları sönüyor, gölge kaybolup gidiyordu. Peki ya ayak sesleri? Bu kez ayak seslerini başlamıştım takibe. Yollar kıvrılıyor...
Şehir çekilmiş, sokaklar boş, sokak lambaları yanmıyor. Şehir acılarını dindiriyor. Ayak sesleri
"gel" diyor. Ben duyduğum sesin peşinde sürüklenip gidiyordum.
Karanlık gece, dilde hiç bilmediğim bir dize
"Es sohbetü bila çay/ Kes semai bila ay" (Çaysız sohbet, Ay'sız geceye benzer.) söyleniyordum kendi kendime.
Karanlık bir gece, ay dolunay şeklinde, oyuncak bir balon gibi asılı gökyüzünde...
Erzurum çay ocağında sessiz bir gece. Ayak sesleri duyuldu ilk önce sesler
"sessizliği kıskandıracak kadar sessizce" kulağımı, ruhumu, kalbimi tırmaladı ilk önce.
Sessiz bir gece, Erzurum çay ocağında bir gölge mırıldandım kendi kendime Ahmet Hamdi Tanpınar mı? diye. Gölgesi vardı kendisi yoktu ve kulağıma fısıldadı
"Dem bu demdir, dem bu demdir, dem bu dem."
Cızırtıyla açılan kapı, elinde iki çay bardağı birini boş masaya bırakıp usul adımlarla geldi önüme. Adam uykudan uyanmış mahmur gözlerle baktı gözlerime. Çayı bırakıp dönerken içeriye
"Çay demini yeni aldı" dedi ve girdi içeriye.
Karanlık bir gece, Erzurum çay ocağında kaşık şakırtıları sessizliği böldü. Yüreğim titriyor, anlamsız gözlerle inceliyordum karşımda ki gölge kim diye. Gölge başı önünde, düşünüyordu öylece. Çayını içince kalktı yerinden yöneldi sokağa tam önümden geçerken gölgeden bir ses geldi yine
"Dem bu demdir, dem bu demdir, dem bu dem."
Gölge gidiyor ben bakıyordum kim bu diye...
Çok sonra anladım ki
"Ahmet Hamdi Tanpınar" bilmeceme yol gösteren gölge.
Uykudan uyanıp korkuyla bir bardak su içtim önce. Rüyaydı beni düşünceye iten bu gizem, bilmece.
Türk toplumu ve çay. Türk toplumu ve dem.
Toplumca değerlerimizi her geçen gün yitiriyoruz. Son günlerde kulağımı tırmalayan lanet kelime
"Emtapi" Menşe-i olarak Batıdan dilimize girmiş. Papağancı entelektüellerimiz (!) sayesinde.
Empati; başkasının duygularını anlamak için içselleşme durumu. Dilimizde ki karşılığı, Hem halleşmek; halleşmek, dertleşmek, demlenmek, gönül muhabbeti kurmak!
Önce kendini bilmek, haddini bilmek ve karşında ki insanı anlamak ve dertleşmek, halleşmek, ruhi fetih sonrası, kalbi hicret demek.
Empati dilimizle birlikte kültürümüzü çöplüğe atan taklitçi batıcılığın bir gönüllü neferi desem ne kadar doğru olur? Ecdadımızın haykırışları boşuna değildi, Ahmet Hamdi'nin fısıltısı boşuna değildi, ne diyorlardı.
"Dem bu demdir, dem bu demdir, dem bu dem."
Ay gecede demlenmekte, çay demlikte demlenmekte, biz neresindeyiz? Ne zaman eski günlerdeki gibi demlenip, halleşip, hem halleşip; birlikte olacağız!
Siyasi kutuplaşmalarla ayrıştırılan toplumumuzun birlikteliğe en çok ihtiyaç duyduğu günlerdeyiz. Aysız gece, çaysız sohbete benzer. Çay az harf, çok var!
Yokta var, azda var. Çayda dem var, dem yani sohbet, yani muhabbet, yani halleşmek. Çay bizi biz yapan en önemli değerlerden biri...
Ağzını açıp diş bileyen iç ve dış düşmanlara karşı birlik olma zamanı. Dilde ve kültürde. Çay içip hem halleşmek zamanı, eleştirmeden sadece anlayarak, hallaşerek, demlenerek, dertleşerek.
Ee bize de ataların haykırışını yinelemek düşer:
"Dem bu demdir, dem bu demdir, dem bu dem."