İstisnasız bütün darbelerin ortak yönü, ekonomik istikrarsızlık ve ülkeyi kimin yöneteceği meselesidir. Elbette bunların dışında irili-ufaklı yüzlerce sebep sayabiliriz. Fakat bütün bu sebeplerin ateşleyicisi ekonomidir.
Ekonomisi bozuk bir ülkenin insanlarının moralini bozmak, hatta bozguna uğratmak çok daha kolaydır. Nitekim bu anlayışı Osmanlı’ya kadar götürmek yanlış olmaz. III. Selim’den öncede muhakkak ki sıkıntılar başlamıştır. Fakat belki de günümüze kadar gelen asıl istikrarsızlıkların temelini onun döneminden almak daha doğru olacak kanaatimce.
Osmanlı’ya, yaklaşık olarak 250 yıl hizmet eden Yeniçeri Ocağı’nın yozlaşmasının sebepleri de aslında yine ekonomiktir. Maaşları ödenemeyen Yeniçerilere esnaflık yolunun açılması, bu bozulmanın temel sebeplerindendir.
Ekonomik olarak her geçen gün zayıflayan Osmanlı, buna ilave olarak değerleri de yozlaşmaya başlayınca hırslar da devreye girmiş ve yaşananlardan sorumlu tutulan saraya karşı itirazlar da yükselmiştir. Bu yükselen itirazdan en fazla Sultan Abdülaziz, II. Abdülhamit ve Sultan Vahdettin’de nasibini almıştır.
Ayrıca Avrupa, Osmanlı’yı ve Mısır’ı, verdiği borçlarla zora sokarak kontrol altına almıştır. Tabi ki Osmanlı’daki işbirlikçileri yani gelen paralardan faydalanacak olan mültezimler de bu borçlanmaları teşvik etmişler ve yönetenlere baskılar yapmışlardır. Tanzimat’tan sonra tam 60 defa borçlanan Osmanlı, daha borcu aldığında %46-47 si faize gidiyordu. Yani aldığı 100 liranın sadece 56-57 lirasını kullanabiliyordu.
Yani önce ekonomik özgürlüğünü kaybeden Osmanlı’ya artık her anlamda ayar vermenin imtiyazı da Avrupa’nın eline geçti.
Aslında 1960 darbesine kadar yaşananlar, Tek Parti yönetimin oluşturduğu siyasi anlayış ta yine başlı başına irdelenmesi gereken bir konudur. Mete Tunçay’ın ifadesiyle “Oy Birlikli Demokrasi”den demokrasiye geçişimiz yine ekonomik dayatmalar sayesinde oldu. II. Dünya Savaşına girmesekte ekonomik olarak çok kötü etkilendik. Bu bizi ABD yardımlarına muhtaç bıraktı. İnönü bu yardımlardan yararlanmanın şartı olan “siyasi istikrar”ı yerine getirmek için bazı mecburi adımlar attı.
Yine 60 Darbesi. Bu da yine temelde ekonomik sıkıntıların olduğu bir süreci işaret eder. Hatta askerler, kendilerinin ekonomik sıkıntılar sebebiyle toplumda onurlarının kırıldığını öne sürerler. Bu darbe sonrasında askerler OYAK isminde bir ekonomik teşekkül oluşturmuşlardır. Bundan sonraki süreçte ekonomik olarak kendilerini daha güvende hissetmek adına.
Daha sonra iki kez gerçekleşen, “siyasete yön verme” faaliyetinin de yine bozulan ekonomik istikrara müdahale olduğu ifade edilmektedir. Artık ticari faaliyeti olan askeriye, bu istikrarsızlığa müsaade etmemek adına bu ayarları yapmıştır; bir anlamda. Tabi bir kez daha ifade etmek isterim ki daha birçok sebep vardır. Ve darbeler her zaman farklı kılıflar altında gerçekleşmiştir. Toplum, gerçek sebepleri ancak yıllar sonra fark edebilmiştir.
Belki 28 Şubat’ı “ekonomik kaygı”ların en az olduğu süreç olarak ifade etmem gerekir. Zira Refah-YOL hükümeti döneminde iyi bir ekonomik istikrar sağlamıştı.
İşte bugün yapılmaya çalışılanda aslında bir anlamda aynı zihniyetin devamıdır. Aktörler ve zaman değişse de, kullanılan argümanlar aslında aynıdır. Ekonomik olarak sağlam olan bir ülkede halkı kışkırtmak kolay değildir. İnsanları “bir sorun” olduğuna inandırmakta kolay değildir. Bu sebeplerden dolayı önce ekonomiye hücum edilmektedir. Bu başarıldığında diğerleri devreye sokulmak üzere.
Fakat milletimiz bu büyük oyunu görmüştür. Bu anlamda yeterli hafızaya sahip olan Türkiye’yi, gelişmemiş ülke kategorisinde değerlendirmek bu milletin aklıyla alay etmek olacaktır.
Bizi, kendi uydurdukları, farklı kılıflarla sundukları darbe masallarına inandıramayacaklar.