Çoruh, çok güzel bir nehir... Ama ben bu güzelliği maalesef çok uzun süre ve tadına vararak yaşayamadım...

Zahit Mahallesini bilmeyen yoktur. Gordon paharını, köşkayağını ve bağlı bahçeli o güzel evleri. 
İşte tam da Çoruh'un kenarında tek katlı, dört odalı “o” evde geçti çocukluğum. O zaman dilimine, ömrümün en güzel yılları diyebilirim. 

Yazları ayrı, kışları ayrı keyifle geçirdiğim ve özlemle dolu “güzel şehrim” Bayburt… O keyifli anılar geldikçe aklıma; “ne mutlu bana” diyorum, ne de güzel bir çocukluk yaşamışım. 

***

Biraz evimizden, bahçemizden, ailemden ve o günlerden bahsetmemi ister misiniz?

Biz beş kardeşiz… 
Dört kız, bir de erkek…

Babam hayattayken “bizler, yani 4 kız için” anneme hep şunu söylerdi: "Kızlarım okuyacak, ilerde evlenmek isterlerse, isteyenler değil de kızlarım kimi isterlerse onunla evlensinler." 

Öyle de oldu. En büyük ablam Endüstri Meslek Lisesinde okumaya başlayan tek kız öğrenciydi. Babam çok tepki toplamıştı. Ne de olsa, düşünceye göre orası bir erkek okuluydu ve o kadar erkek içinde kız okur muydu? 

Okudu... 

Ben de düz lisede okuyordum ama bu konuşulanlar dinmediği için naklimi isteyerek kardeşimle birlikte aynı liseye gitmeye başladım. 

Ağabeyim, çeşitli kurumların futbol takımlarında oynuyordu. Ben de merak saldım ve ortaokulda, okulun futbol takımında oynamaya başladım. Sokakta görenler “aha aha, o top oynayan işte bu gız” diyorlardı!

Bayburt'ta kayak pisti ve kursu açılmıştı. Beden eğitimi öğretmenim, beni oraya yazdırmıştı. Bundan ne kadar keyif aldığımı anlatamam. Sonra masa tenisi, atletizm derken spor sayesinde Karadeniz bölge seçmelerine, Ordu'ya kadar gitmiştik. 

Yazın okullar tatil olunca bahçe işleri ile uğraşırdık. Bahçede yetiştirdiğimiz en güzel, en taze meyve ve sebzelerimiz, manav ve market reyonlarında yerini alırdı. 

Siparişler için gidip gelmek yormaya başlamıştı. Aslında bu yorgunluk değildi, tek amacım bunu bahane ederek bir bisiklete sahip olmaktı. 

Babamın Almanya'da yaşayan arkadaşı Fikret Amca vardı. Oturup, kendisine çok duygusal bir mektup yazmıştım. Tabi ki, mektup işe yaramış, ilk Türkiye ziyaretlerinde, bisikletim ve ben, birbirimize kavuşmuştuk. 

Babam, her ne kadar gizli saklı çevirdiğim bu işe kızmış olsa da, bir şekilde üstesinden gelmiştim. 

Artık siparişleri almaya bisikletimle gidip geliyordum ama bu defa da üstesinden gelmem gereken yeni bir sorun baş göstermişti: Kız kısmı bisiklete biner miydi? 

Bu “gızların” vebali boynuna İhsan Efendi... 

***

Aslında en iyisini yapmıştık…
Bayburtlu gızlar, hala da en iyisini yapıyordur. 

Halk Eğitim Merkezi aracılığıyla, musiki dersleri alıyor, folklor oynuyor, sporumuzu yapıp, bisikletimize biniyor, Kuran’ımızı da okuyorduk. 

Ne hiçbir şeyden eksik kalıyorduk, ne de örfümüzden ve de ananelerimizden. 

Bu arada kendimi tanıtmayı unuttum. 
Ben, "kendisine doyamadığım" İhsan Cerhal’in kızıyım…

Sanırım bir iki üst kuşak, kendisini hatırlayacaktır.

O dönem, babama "Bayburt'un sanat güneşi" veya "Bayburt'un Zeki Müren'i" derlerdi…

Bir sonra ki buluşmamızda biraz babamdan bahsedebilir miyim?

Sevgiler…